25 Mart 2018 Pazar

Dahi Diktatör


Gerçi dostları tarafından “Allah’ın bir lûtfu”, düşmanları tarafından da “deccal” olarak betimlenmişse de, bilimsel bir akıl ne birinci ne de ikinci yorumu ciddiye alabilir.
 
Hiç kimse geçmişte filleri kaldırabilen Zümrüd-ü Anka kuşunun yaşamadığını ispat edemeyeceği gibi, Hasan Sabbah’ın katil müritlerine afyon içirterek “gösterdiği” cennetlerin olmadığını da belgeleyemez.
 
“tüm kuğular beyazdır” cümlesi bilimsel bir varsayımı dile getirir. Bu varsayım rengi beyaz olmayan bir kuğu bulunana kadar geçerlidir.
 
Demek ki bizzat bilgi kavramı, bilinebilecekler hakkında önemli sınırlamalar içermektedir. Bir sorunun çözümüne girişmek için elimizdeki bilgi dağarcığını irdelerken bu sınırlamaların farkında olmak neleri hangi etkinlikte başarabileceğimiz konusunda bize önemli ipuçları verir.
 
Atatürk’ün sorun çözme yönteminin ilk basamağı çözülecek sorunun bileşenleri hakkında mümkün olduğunca çok ve sağlıklı bilgi toplamak olmuştur.
 
geçerliliğini yitiren, yani yanlışlanan kuramın izah edebildiği tüm veriler, artı kuramı yanlışlamış olan veri, yepyeni bir kuram içinde açıklanılmaya çalışılır.
 
Ancak yukarıdaki kurşun kalem sorgulanması örneğinde gördüğümüz gibi aslında sonlu nesnelerin de sorgulanmaları sonsuza gidebilir. Bir diğer deyişle, ekseri halde hiç kimse nihaî gerçeğe ulaştığını iddia edemez. Bu nedenle eleştirel akılcılık doktrinler, yani yanılmaz ilkelerin bulunduğu inancına dayanan tüm yaklaşımların bir yanılgı olduğunu göstermiştir.
 
Halbuki Atatürk’ün mantığı ne denli duru ve doğrudur. Nutuk’ta kendisine karşı olanları imâ ederek: Bir an için, bu kararın tatbikatında ademi muvaffakiyete (başarısızlığa) duçar olunacağını farz edelim! Ne olacaktı? Esaret! Peki Efendim. Diğer kararlara mutavaat (itaat etmek, baş eğmek) halinde netice bunun aynı değil miydi! (c. I, s. 13). Bu basit muhakeme, Atatürk’ün nasıl her varsayımın mantıksal çıkarımını sonuna kadar dikkatle izlediğini ve ancak ona göre adım attığını göstermektedir. Bilimde de yapılan bunun aynısıdır.
 
mücadeleye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet kanunlarına kadar gelen tekâmülâtında (gelişmelerinde), kendi fikriyat ve ruhiyatının ihatası (çevresi) hududu bittikçe, bana mukavemet ve muhalefete geçmişlerdir, (c. I, s. 16). Planı safhalara ayırmasının ikinci bir nedeni de her safhanın başarısını görerek ihtiyatla ilerleme arzusuydu. Bu hem çevresindekilere güven verecek, hem de varsayımın sağlıklı olup olmadığı konusunda kendisine bilgi sunacaktı:
 
Atatürk, yanlış ile doğrunun harmanından istenilen herhangi bir ifadenin çıkarılabileceğini bildiği için, yanlışlığı görülen varsayımların kesinlikle terk edilmesi, yani yanlışla doğrunun harmanlanmaya kalkışılmaması taraftarıydı.
 
Özellikle solcu “entelektüel” çevrelerde her iki lafın başında bir “diyalektik olarak....” veya “diyalektik açısından bakarsak...” gibi beylik sözleri duymak beni her zaman hayretlere sürüklemiştir.
 
 (Mustafa Kemâl, 1908)15 Atatürk, benzer şekilde, doğu kültürü ile batı kültürünün sentezini de -bu iki kültürü birbiriyle çelişki içerisinde gördüğü için- her zaman reddetmiştir.
 
Büyük Taarruz, Atatürk’ün Harp Akademisi’nden hocası olan Yakup Şevki (Subaşı) Paşa’nın (1876-1939) teklif ettiği gibi bir cephe harbi şeklinde değil, bir yarma, çevirme ve imha savaşı şeklinde planlanmıştır. Yani düşmana hattı veya sathı savunma imkânı verilmemiştir.
 
Yapıp başardığın iş, virtüözce çekilmiş bir bilardo vuruşu imiş gibi yarı şaka yarı ciddî bir tavırla gülümseyerek, ‘Ben galiba yine en eyi şu askerliği yapıyorum’ dedin. Sonra cebinden kırmızı maroken kaplı bir küçük defter çıkararak çok ciddî bir sesle: — “Bak buraya, birâder! Ben bu muharebede iki şey keşfettim ki bunlardan biri askerlik târihinde şimdiye kadar formüle edilmemiştir. O da şudur: Daha eyi hamle etmek için iğreti çekilmeler yaptırdığım bir sırada sırt vere vere tâ Ankara kıyılarına gerilediğimizi göz önünde tutarak: ‘Bu hat da elden giderse, hangi hattı müdafaa edeceğiz’’ diye benden teessürle soran bir değerli kumandan Yusuf İzzet Paşaya: ‘Vatanı korumakta hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bir baştan bir başa vatanın bütün yüzüdür. Vatanın bu sathı, en son kayasına kadar düşmanla boğuşularak müdafaa edilecektir” cevâbını verdim ve bu formülü bir emri yevmî (gündelik emir) ile bütün orduya tebliğ ettim. “İşte, bu, ilk benim keşfim, benim buluşum, benim harp tarihine bir ilâvemdir” dedin... “İkincisi de bana Sakarya’da doğan şu düşüncedir: Hiç bir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vâsıtadır. Gaye, fikirdir. Zafer, bir fikrin istihsâline (üretilmesine) hizmet nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidâr olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan muhârebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur” diye anlatmada bulundun. Zaman mesâfesi ötesinde aklımda böyle kalmış bu iki noktadan birincisi: Savunmaya verdiğin çetin ve yıpratılmaz bir dayanma mânâsını; maddî ve gerçekçi bir görüşü; tam bir millî savunma tarifini; senin iradenin bükülmez tecessümünü; yâni bir şimdiki zaman manzarasını düşüncemde belirtiyordu... İkincisi de, elde edilecek büyük kazancı, yeni ülküye ulaşmak için ancak bir yol açıcı merhale saymak düşüncesini; ileriki rejimin ve devrimlerin öncüsü bir seziyi; yani, üstü şimdilik örtülü geçilen ve gelecek zaman tasarısını hayâl ettiriyordu... O defterde yazılı galiba bir üçüncü nokta daha vardı ki, neydi, şimdi pek hatırlayamıyorum. O defter hâlâ arşivlerinde duruyorsa, senin önem vermiş olduğun bir nokta daha bulunmuş olacaktır... Burada, benim asıl anlatmak istediğim; senin çalışma tarzının bir köşesinin aydınlanmasıdır. Kayıtsız, hesapsız, notsuz hareket eder biri olmadığının bilinmesidir. Defterlerinden yurdumuz, milletimiz için, görüş, anlayış tarzın için daha kim bilir ne yararlı düşünceler çıkacaktır!..
 
Atatürk bir bilim adamı hassasiyetiyle yeni buluşlarını kaydediyor, onları gelecek nesillere mal etmek istiyor. Bu uygar, yazılı kültür insanının arkadaşları ne yazık ki henüz pek şarklıydılar, pek çoğunda, hatta gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın’da bile, muntazam not tutma âdeti yoktu.
 
Atatürk, izlediği yöntemin bilimsel bir yöntem olduğunun farkında mıydı? Dehâsıyla ve geniş genel kültürüyle bulduğu ve izlediği bu yöntemin yalnız bilimsel değil, hatta doğa bilimlerinin, zamanın terimiyle “fennin” yöntemi olduğunu Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Bursa’da öğretmenlere söylediği nutukta bizzat dile getirmiştir:
 
Tüm bu bilimsel tavır, tabii olarak her türlü dogmatizme, her türlü taassuba cephe alacaktı. Gerçekten de öyle olmuştur. Bizzat kendi fikirlerinin bile doktrinleştirilmesine şiddetle karşıydı: Bunun nedeni, her düşünce sisteminin gelişmeye ihtiyacı olduğunu bilmesi, nihaî gerçeği bulduğunu iddia eden her sistemin yalan üzerine kurulmuş olduğunu görmesindendi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, tüzük tartışmaları yapılırken, Cumhuriyet Halk Partisi’ni kastederek, “Paşam, bu partinin doktrini yok,” diyor. Atatürk’ün cevabı: “Elbette yok çocuğum. Eğer, doktrine gidersek hareketi dondururuz.” (Ş. S. Aydemir, Tek Adam, 3. cilt, s. 498) Donmuş düşüncenin ölü düşünce olduğunu çok iyi biliyordu.

Atatürk tüm devrimlerine bu bilimsel yöntemle yaklaşmış, toplum mühendisliği olarak gördüğü görevini, bilimsel yönteme yaslamıştır. Başarısız olarak gördüğü adımlardan derhal geri çekilmesi konusunda da pek çok örnek gösterilebilir.
 
tüm uygarlığın Türkler tarafından yaratıldığı şeklindeki tarih tezidir. Bu konuda ortaya attığı tezi en detaylı bir şekilde, bulabildiği en ehil ellere inceletmiş, yanlış olduğunu görerek terk etmiştir.
 
Atatürk, doğa bilimlerinde en yaygın olarak kullanıldığını bildiğimiz ve onların temelini oluşturan bilimsel yöntemi, yaşamının tüm safha ve cephelerinde uygulamıştır. Kendisini bilim adamı diye vasıflandırmamın nedeni bu bilimsel yaklaşım tutkusudur. Hedefi, bu yaklaşımı tüm ulusuna öğretebilmekti.

 “Hasta toplumlar kendi bireylerine o kadar çok acı verirler ki, birey o toplumdan kaçmak ister. Fırsatını bulduğunda da kaçar” diyor. Bunun çeşitli örnekleri de var: İlkel kabilelerde bir insan, biraz daha az ilkel bir yer bulduğu vakit oraya kaçar. Berlin Duvarı yıkılmadan evvel, insanlar hayatlarını tehlikeye atıp, duvarın üstünden atlayarak Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçıyordu. Demek ki orada rahat değil, demek ki o toplum hasta.
 
Medeniyet, “Şehir içerisinde toplu yaşama becerisi” diye tarif edilir. İngilizcedeki “Civilisation” ifadesi de buradan, yani hemşehri kavramından türemiştir.
 
Medeniyet olarak tanımladığı olguya dahil olmamız gerektiğini düşünmüş ve medeniyeti de şöyle tanımlamıştır: “İçindeki insanların kişisel otoriteye bağlanmadan birbirleriyle birlikte yaşayabildikleri bir toplum, medeni bir toplumdur.” Yani, bir padişaha, bir halifeye, bir peygambere bağlanmadan yaşanılabilecek bir toplum yaratmak lazım.
 
Atatürk, taarruz tarihini Ankara’da hiç kimseye bildirmez, hatta kendi arkadaşlarına dahi bilgi vermez. Sadece güvendiği ve kendisine güvenmesini istediği Ruslara haber verir. “Birkaç gün sonra saldırıya geçiyoruz” der. Ruslardan çıt çıkmayacağını, İngiliz ve Yunanlıların mağlubiyetini dört gözle beklediklerini biliyordur. Ardından, Mustafa Kemal’in Ankara’da büyük bir çay partisi vereceği haberi yayılır. Davetliler var, çay partisi var, ama ev sahibi ortalıkta yok, cephede. Bir tür oyalama ve dikkati başka yöne çekme hamlesidir bu. Son kontroller yapıldıktan sonra Atatürk cepheye gelir, Anadolu’nun dış dünya ile bütün telgraf bağlantılarının kesilmesini emreder. Anadolu birdenbire suskunluğa bürünür. Hemen ardında da Ankara’da Mustafa Kemal’e karşı bir isyan başladığı yönünde sahte bir haberin yayılması sağlanır. İstanbul, Mustafa Kemal’e karşı bir hareket başlamış haberini alır ama Anadolu’da aynı zamanda tüm telgraflar da susmuştur. Kimse duruma bir mana verememektedir. Atatürk, daha arazide silahlar konuşmaya başlamadan istihbarat savaşını kazanmıştır. O sabah Büyük Taarruz başlar. Sabah 04.30’da tanzim atışı açılır, 5.50’de de tahrip atışına geçilir, saat 07.00’de ise Yunan topçusu susar ve Türk Ordusu 14 gün sonra İzmir’e, Kordon’a varır. Büyük Taarruz’dan evvel Atatürk, 15 gün sonra İzmir’de olacağını söylemiştir yakın çevresine. Sonra birlikte Kordon’da yürürken de Salih Bozok’a “Kaç gün oldu?” diye sorar, “14 gün” Paşam cevabını verir Bozok. “Bir gün yanıldık o zaman” der Atatürk.
 
Atatürk savaşı adım adım takip etmiştir. Askerliğe bir bilim olarak ilgisi vardır. Bu muharebeyi nasıl kazandık, onlar neden kaybetti vs. birçok sorunun cevabını arar. Yunanlıların yaptıkları hatalara bakar.
 
Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi’nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: “Üzülmeyin General,” dedi. “Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.’’
 
“Ordularımızın başarısının sebebini biliyor musunuz? Bizim başarılarımızın sebebi, ordularımızın sevk ve idaresinde fen metotlarını ittihaz etmektir.” Şu mesajı veriyordu: “Ben buraya kadar çok rasyonel yönettim bu işi, bundan sonra da her şey böyle yönetilecek.”
 
Peki, Mustafa Kemal’in modernizasyon hamlesini hayata geçirebilmesinin önündeki engeller neydi? Evvela, karşısında bir millet yok. Kimsin dediğin zaman ben Müslümanım, diyor insanlar. Bir Osmanlı milletler karmaşası var ki, tamamen dine dayanıyor.

Her kitabın bir maksadı vardır. Kur’an’ın maksadı insanların kafasını anlamadığı seslerle doldurmak değildir. Bir mesaj vermektir. Atatürk bunun farkında, yaptığı ilk işlerden biri de Kur’an’ı tercüme ettirmek oluyor. Şunu söylemek istiyor aslında: İnanıyor musun? Evvela neye inandığını bil, bunu bilmen lazım.
 
Atatürk’ün Malche’ın raporunun kenarına düştüğü derkenarlar vardır. Bunlardan biri, çok enteresan: “Kıymetsiz öğrencinin cesareti ilk yıldan kırılmalı, üniversiteden uzaklaştırılmalıdır” diyor. Bu, bugün Avrupalıların yaptığı iştir. Herkesi alıyor üniversiteye, bir sene sonra büyük çoğunluğunu döküyor. Bir daha da giremiyorsun. Atatürk de aynı şeyi söylüyor. “En iyiler üniversite okumalıdır” diyor. Büyük tarihçimiz İlber Ortaylı bir keresinde ne demişti? “Her şehre bir üniversite açmak ahlaksızlıktır.” Şimdi bu sözün ne kadar doğru olduğunu anlıyor musunuz?
 
büyük bir şans eseri Almanya’da Naziler iktidara geliyor. Yahudileri, sosyal demokratları, sosyalistleri, komünistleri ve homoseksüelleri üniversiteden atıyorlar. Birdenbire çok kaliteli bir grup, işsiz kalıyor Almanya’da. Bunun için Philip Schwartz önderliğinde İsviçre’de bir teşkilat kuruluyor ve işsiz kalan bu hocalar için dünyanın çeşitli yerlerinde iş aranmaya başlanıyor. Ardından Türkiye’nin böyle bir arayışta olduğu öğreniliyor ve Atatürk’e müracaat ediyorlar. Atatürk, “Alanında en iyi olanları istiyorum” diyor
 
Denir ki, İkinci Dünya Savaşı sırasında en iyi Alman Üniversitesi İstanbul Üniversitesi idi.
 
Geoffrey Lewis’in bir lafı var: “Atatürk sıkı bir tartışmaya bayılıyordu ama bunu yapacak insan yoktu etrafında.” Atatürk kendine kafa tutulmasını isteyen bir insandı, bunu anlıyoruz. Bu, aynı zamanda dehanın da bir işaretidir; her türlü fikirden istifade etmek. Birkaç çok yakın arkadaşı dışında etrafında bunu yapacak insan yok ve Atatürk bunun çok açık bir şekilde farkında.
 
Ardından Türk Tarih Kurumu kuruluyor ve Atatürk bu kuruma bir görev veriyor: “Tarihin görevi, hadiseleri olduğu gibi aksettirmektir. Eğer tarihçi doğruyu söylemezse hadiseler insanı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Özetle, doğru dürüst bilim yapın diyor. Tarih ne diyorsa onu öğrenelim diyor.
 
Kemalizm; tenkittir, doğruyu aramaktır, bilimsel düşüncedir. Bunlarınkine dalkavukluk denir. Kemalizm’in adı böyle dalkavuklar yüzünden kötüye çıkmıştır.
 
18. Yüzyıl’da, 1744 senesinde, bugün hâlâ taksonominin temeli olan çift isimli sınıflamanın kurucusu Carl von Linne şöyle bir tez atıyor ortaya: Nuh Tufanı sırasındaki gemi bir metafordu. Söz konusu olan bir gemi değil, bir dağdı ve adı da Cennet Dağı’ydı. Bütün hayvanlar ve insanlar bu dağda yaratıldılar. Bu dağ en soğuk iklimden, en sıcak iklime kadar, üzerinde her şeyi bulunduruyordu, herkes de burada yaşıyordu. Tufan olduğu zaman bu dağın önemli bir kısmı su altında kaldı ama hepsi değil. Dolayısıyla buradaki hayvanlar ve bitkiler yukarıya toplandılar, kurtuldular. Sular çekildikten sonra bunlar dünyaya dağıldılar. Bu, tarihteki ilk biyolojik dağılım teorisidir. Linne’nin hemen ardından de Guignes meşhur eserini 1857’de yayınlar ve burada şu tezi ortaya atar: Yunanlıların bahsettiği bir dağ sistemi vardır. Anadolu’da başlar, Himalayalar’a kadar uzanır, adı da “Taurus”dur. 34. paralel üzerinde uzayan bir dağ sistemidir. Nuh Tufanı’nın ardından bu dağ sistemindeki insanlar ve diğer canlılar hayatta kalmayı başardılar ve iki gruba ayrıldılar. Bir kısmı güneye gitti; bunlar Hint, Çin, Hami ve Sami ırklarını oluşturdular. Bir kısmı da kuzeye gittiler; Türkler, Moğollar ve diğerleri. Bunlar buradan dağılmak suretiyle medeniyeti yaymışlardır. Çünkü göç edenler bir tek onlardır. Ötekiler gittikleri yerde kalmışlardır. Hintli, Hindistan’da kalmış; Çinli, Çin’de kalmış; Arap, Arabistan’da kalmış; Hami, Afrika’da kalmış. Ötekiler dağılmışlar. Bu iddia Atatürk’ün hoşuna gidiyor. Sonra Atatürk’ün okuduğu kitaplar arasında Sven Hedin’in kitapları da var. Hedin, bir Orta Asya kâşifi. Orta Asya’da bulduğu şeylerden biri de bugün kurumuş olan büyük göller. Sonra Atatürk, bütün bu okudukları üzerine bir teori kuruyor. Tarih çağlarının başında Orta Asya’da bir iç deniz var ve iklimin kötüleşmesiyle bu deniz kurudu, insanlar buradan göç etmek zorunda kaldı. İşte dünyaya medeniyeti dağıtan insanlar burada giden insanlardır, bunlar da Türklerdir. Bunun üzerine Atatürk’ün emriyle Türk Tarihinin Ana Hatları adlı bir kitap yazılıyor ve kitaptan sadece yüz adet basılıyor.
 
 “Türk Tarih Tezi” yüzünden Atatürk’ün yakın çevresiyle başı derde de giriyor. Mesela, (Fuat) Köprülü “Böyle zırvalık olmaz” diyor. Atatürk bu kişileri tezlerini müdafaaya çağırıyor. Köprülü müdafaa ediyor tezini. Zeki Velidi Togan tezini müdafaa ederken sesini biraz fazla yükseltiyor. Atatürk de bir gün Uludağ’da kayak yaparlarken şöyle bir laf ediyor Togan’a: “Bir memlekette iki Cumhurbaşkanı olmaz.” Zeki Velidi, bir zamanlar Başkurdistan başkanıdır, bu söze içerliyor ve İstanbul’u terk ediyor, Almanya’ya gidiyor.
 
Mealen şunları söylüyor: “Üniversite reformu yapıldığı zaman da söylemiştim, kürsülerin başına politik atamalar yapmak bilim adına felaketle neticelenir. Mutlak surette dünya çapında bilim adamlarını kürsü başlarına atamak zorundayız, bulamazsak yurtdışından getirmek mecburiyetindeyiz. Bilim başka türlü yerleşmez. Senin bilimin, benim bilimim olmaz. Bilim neyse bu oyunu onun standartlarında oynamak zorundayız.” Atatürk dinlemediği gibi, Hasan Âli de Köprülü’yü dinlemiyor. Halbuki Köprülü, Hasan Âli’nin hocası, hatta bu sebepten aralarının açıldığı da söylenir. Çünkü Köprülü kati surette bilimden taviz vermiyor. Tarih pek acı bir şekilde Köprülü’nün ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
 
kıyafet konusuna bir miktar daha devam edelim. Osmanlı’da halk birbirine baktığı zaman kaleidoskop görmüş gibi oluyordu. Herkesin kıyafeti başka. Rum’un kıyafeti başka, Ermeni’nin kıyafeti başka, Türk’ünki başka vs. Sultan Mahmut sarığı kaldırmış, fes giymeyi zorunlu kılmış ama sarık bir süre sonra halk arasında tekrar hayat bulmuş. Çünkü sarık takıldığı zaman dindar oluyorum zannediliyor. Farkında değil ki sarık çölün şapkasıdır, çölde de çok faydalıdır. Neden? Çünkü adam sarığını açar, kum fırtınasında yüzünü korur. Sarık çok katlı bir bez olduğu için de başını sıcaktan korur. Bir sürü fonksiyonu var. Soğuktan da korur. Sabahleyin elli derecenin üstüne çıkıyor sıcaklık, akşam on dereceye düşüyor çölde. Büyük Sahra’da, Kufra vahasının güneydoğusunda, Çad/Mısır/Libya sınırlarının bitiştiği yerlerin yakınlarında jeolog olarak çalışırken sarık çölde neden gereklidir ve neden Türkiye’de gereksizdir diye ilk defa anlamıştım. Burada sarıkla dolaşmak, ama orada da sarıksız dolaşmak enayiliktir.
 
etnik unsurlar arasındaki görünüm farkı ortadan kaldırılıyor. Yunanlı, Yunanlı gibi giyinmiyor, Ermeni, Ermeni gibi giyinmiyor, Kürt, Kürt gibi giyinmiyor vs. Herkes bütün medeni dünya nasıl giyiniyorsa öyle giyiniyor. Yani kıyafet hususunda bir yeknesaklığa gidiliyor.
 
Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne milletlerarasıdır.” “O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu? Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? Ve ‘Bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz’ demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru temizlemek gerekli ve doğaldır. Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına hükmetmekte hâlâ tereddüt mü edeceğiz?
 
Şapkaya itiraz edenler vardır. Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamlarının özel kılığı olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”
 
Osmanlı için söylüyorum, sen bu insanlara kültür verememişsin, dilini verememişsin, âdetini verememişsin, teşkilatını verememişsin, hiçbir şey verememişsin. Adam seni istemiyor.
 
Atatürk’ün Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na söylediği meşhur bir söz vardır. “Bizim partinin doktrini yoktur” der. “Çünkü doktrin bir hareketi dondurur.” Atatürk şunu söylüyor; problem çıktığı zaman çözüm bulunur. Genel, evrensel, sonsuza kadar geçerli bir çözüm yok. Problemin karakteri, muhatapları, doğduğu ortam, koşullar her defasında farklı. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Önce problemi gör, sonra çözüm üzerine kafa yor. Bu da, ilk bölümde anlattığımız gibi Atatürk’ün olaylara bilimsel bakışıdır.
 
Bugün dahi Türk toplumunun hür olmayı öğrendiğini zannetmiyorum. Siyasi tercihler bunu gösteriyor. Lider arıyor, çoban arıyor kendine insanımız. Halbuki Atatürk, bundan kurtulun diyor. “Ben size hiçbir ayet, hiçbir doktrin bırakmıyorum, kafanızı kullanın. Probleminize göre çözüm getirin.”
 
Kendi fikirlerini “Ben böyle istiyorum” diye empoze etmiyor Atatürk. Ortaya atıyor, tartışıyor, tartışıyor, tartışıyor ve karşısındaki onu yıkamıyor. Sonunda onun fikri galip geliyor ve oy veriliyor. O oylarla alınıyor bütün kararlar. Ama mutlaka ve mutlaka oy isteniyor. Bu bir meşruiyet arayışı olduğu gibi, başka türlü alınacak ve tatbik edilecek başkaca her türlü karardan da çok daha uzun ömürlü neticeler alınmasını sağlıyor. Diyor ki, “Bunlar benim fikirlerim dahi olsa bunları millete anlatmam lazım, kabul ettirmem lazım, ancak milletce kabul edildikten sonra bunları tatbik edebiliriz. Her şeyin başı millettir.”
 
Atatürk bütün bu kurtuluşa, kuruluşa, devrimlere, her şeye bir savaş gözüyle bakıyor. Ekonomiye de savaş olarak bakıyor, eğitime de savaş olarak bakıyor, kültür devrimine de savaş olarak bakıyor, bu savaşları kazanacağız diyor. Kendisi de başkomutan. Bu bir komutanın hissedebileceği en büyük tatmindir. Para, pul, Atatürk’ü tatmin edemez, etmez de. Umurunda da değil zaten, hiçbir şeyi de yok. Üstünde bir sürü şey görünüyor, bir gün ona bağışlıyor, bir gün buna veriyor, üstüne hiçbir şey almıyor. Bunun yanında çok güzel giyiniyor. Niçin güzel giyiniyor? Onun da bir sebebi var. Mankenlik yapıyor, bu insan milletine resmen mankenlik yapıyor. Nerede ne giyilir, nasıl giyinilir, bunları öğretiyor.
 
Çok güzel kıyafetler giyerek Türkiye’yi dolaşıyor Atatürk. Değişik kıyafetlerle halkın içine giriyor ve bu değişik kıyafetler gittiği yere, bulunduğu mekana göre değişiyor. Halk öğrensin istiyor: Nerede, ne zaman, hangi halde, ne giyilir!
 
Türkiye’de modern jeofiziğin kurucusu rahmetli Kazım Ergin Hocamın bana söylediği ve hiç unutmadığım bir sözü vardır: “Bir işi yapmak istiyor musun? Kredisinden vazgeçmeye hazır ol. Yani o işin şanından, şöhretinden vazgeçmeye hazır ol.” Atatürk’te de bunu görüyoruz. Şan, şöhret, makam, mevki peşinde değil, iş yapalım, bütün derdi bu.
 
büyük bir devrimci olmasına karşın zannedilenin aksine ihtilal sevmeyen bir insan Atatürk. Biliyor ki ihtilaller kısa ömürlü oluyor. İhtilalden kastım şu: Bir değişikliği, yeniliği cebir ve şiddet uygulayarak yapmak. Hiçbir şeyi zorla yaptırmak istemiyor Atatürk. Onun için ısrar ediyor, Meclis olacak diye
 
İnönü, şöyle diyor Atatürk’e, “Gazeteciler dedikodu yapıyorlar. Bu memleketi daha ne kadar on bir sarhoş idare edecek” diyorlar. Atatürk şöyle cevap veriyor: “Pardon?” diyor, “On bir sarhoş mu? Halt etmişler. Bu memleketi sadece bir sarhoş idare ediyor” diyor. Orada, arkadaşlarının arasında gerçeği söylüyor, “Hiçbiriniz, hiçbir işi layıkıyla yapamıyorsunuz.” Doğru da. Atatürk, etrafındaki insanlardan çok bezgindi. Rahmetli dedem anlatırdı, “Herkes Atatürk içkiden öldü zanneder. Hayır. Kahrından öldü.” Derdini anlatacak adamı yoktu. Arkada bıraktıklarından hakikaten Atatürk’ün ne dediğini anlamış sadece bir kişi var, o da Hasan Âli Yücel’di. Tek bir adam. Onu da nihayetinde İnönü, Amerika’nın, Rusya’nın, ağaların baskısıyla harcamıştır.
 
Peki Atatürk hata yapmadı mı? Çok. Bir tane de değil, pek çoğundan döndü, kendi keşfettiklerinden döndü, belki dönemedikleri de vardır ama bu bir insanın kötü niyetini göstermez. Aksine, farkedip döndüğü hatalar onun iyi niyetinin en açık işaretidir. Hataları var dedik Atatürk’ün. Kendisinden sonra yerine kimin geçmesini istediğini sorduklarında “hiç kimseyi” demiş. Bu çok önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir cevap. Sonra, İzmir Suikastı teşebbüsünün ardından tasfiye edilen bazı arkadaşları var. Ayıcı Arif mesela. Gerekli miydi bu adamların katli, bilemiyorum. Yüz ellilikler mesela... Bir Adnan Adıvar’ı yurtdışına çıkarmak gerekli miydi? Her ne kadar kendi gittiyse de, kendini emniyette hissetmediği için gitti. Adnan Adıvar gibi bir adama bir emniyet hissi vermemek doğru muydu?
 
Bunlar o günkü şartların gereği mi, bilmiyoruz. Adnan Adıvar’la aralarında ne geçti bilmiyoruz. Atatürk bir tehdit olarak mı gördü Adıvar’ı, hiç zannetmiyorum zira öyle bir adam değildi. Zeki Velidi’nin gitmesi şart mıydı? Ahmet Refik Altınay’ın tarih profesörlüğünden kovulması şart mıydı? Bunlar küçük şeyler gibi görünüyor ama belki de göründüğü kadar da küçük değiller. Her ihtilal kendi çocuklarını yer ya, bu olaylara da böyle mi bakmalıyız, bilemiyorum. Ama tüm bu saydıklarımı ben Atatürk’ün hata defterine yazmışımdır. Bunları yapmasaydı iyi olurdu ama kendisi yok ki karşımızda neden yaptın diye soralım. Karşında muhteşem bir adam var, yakıştıramıyorsun yaptıklarını, fakat bu nihayet bir insan. Bertrand Russell’in bir sözü var: “Büyük bir adamın eserini incelediğiniz zaman, incelemenizin sebebi adamın zeki olmasıdır. Ama hiçbir zeki adam her şeyi bilemez. Eğer zeki bir adam yanlış bir iş yapmışsa mutlaka ‘o iş muhakkak doğru olmalıdır’ diye düşünmekten ziyade o anda, ona o niye doğru göründü, onun peşine düşmek lazım...”
 
Mesela, genç bir subayken Mısır’a gidiyor, manevralara... Orada bir tayyareye binmek istiyor, beraber gittiği komutanlardan biri elini tutuyor, “Kemal” diyor “Bilmediğin aş karın ağrıtır, otur oturduğun yerde.” Atatürk’ün binmek istediği tayyare düşüyor ve içindekiler ölüyor. Mesela Atatürk bu olaydan sonra hayatı boyunca hiç tayyareye binmemiştir. Hava Kuvvetleri’ne bu kadar önem veren adam hiç tayyareye binmemiştir. Sonra, Büyük Taarruz başlayacak, “Halide Edip’i getirin” diyor. Batıl inanç. Halide olursa garanti kazanırız harbi düşüncesinde. Sakarya’dan beri aklına işlemiş böyle bir şeyi. Bu kadar zeki, bu kadar akılcı bir adamın da bâtıl inançları olduğunu keşfediveriyorsun; ona yakıştıramıyorsun. Ama var işte, o da insan.
 
Erken ölümünün bir sebebi de yaramaz çocuk gibi davranmasıydı. “Kaç paket sigara içiyorsunuz ekselans?” diye soran Fransız doktora “Üç paket” diye cevap vermişti. Doktor da bunu tek pakete indirmesini söyleyip gittikten sonra Salih Bozok, “Ama Paşam siz zaten bir paket içiyorsunuz her gün” demekten kendini alamamıştı. Atatürk hınzır hınzır gülerek “Enayi miyim ben Salih?” diye cevap vermişti. “Bir paket içiyorum desem, herif üçte bir pakete indir diyecekti.” İşimiz Atatürk’ün yaptıklarını ezberlemek değil, onun akılcılığından öğrenmek, yaramazlıklarına da gülüp geçmektir, zira artık onları değiştirmek için çok geçtir.

18 Mart 2018 Pazar

Cemiyette Pişemedik


Okay, ilgi alanını öğrendin karakter analizini yaptın vs. şimdi sıra ortak bir bağ kurmakta. Karakterin analizini yaptığına göre, onun ilgilendiği şeylerden iletişime devam et. Birdenbire seni uzun zamandır tanıdığı izlenimine kapılacaktır ve bunları yaparken de asla mizahi bakış açını, eğlenceni
 
İyi olan hiçbirşey ayağınıza gelmez!
 
Erkeklerin en çok sıçtığı noktayı açıklayarak, bu büyük oranı oldukça azaltıyorum Hazır olun ve arkanıza yaslanın, uçuşa geçtiğimiz için kemerlerinizi de bağlayabilirsiniz © Bir erkek, bir kadına durup dururken ilgi gösterdiği ve durup dururken emek verdiği zaman sıçmaya başlamıştır.
 
Erkeklerin en çok sıçtığı noktayı açıklayarak, bu büyük oranı oldukça azaltıyorum Hazır olun ve arkanıza yaslanın, uçuşa geçtiğimiz için kemerlerinizi de bağlayabilirsiniz © Bir erkek, bir kadına durup dururken ilgi gösterdiği ve durup dururken emek verdiği zaman sıçmaya başlamıştır. Ve o ilgiye ve emeğe karşı ilgi ve emek görmez ise, olay sıçış ile sonlanmıştır. Gerisi teferuattır,
 
Karşındaki kadın - kız her neyse o sana ilgili olduğunu göstermeden, ilgi işareti vermeden; Gözlerine bakmak, Adını sormak, Adın ile hitap etmek, Gülümsemek, Temasta bulunmak, Senin hakkında sana sorular sormak, Ortada çok samimiyet yok iken o ortamdan ayrılırken vedalaşmak için yanına gelmek, Gibi İlgi işaretlerini verdiğinde senin de onunla ilgilenmeye başlaman ve onun gösterdiği ilgiden daha fazlasını vermemen lazım, ( JoKeR Notu: onun verdiğinden acıcuk miniminnacuk daha fazla ilgi vermen lazım)
 
Bakın erkekler biz biraz safız, kadınlar oyunu bizden çok daha iyi biliyor ve oynuyor, O nedenle bir kadın, aylarca, yıllarca sevse de aşkından ölse de, o erkeğin ona bakmayacağını hissettiğinden bunu ona yansıtmıyor, Ama biz ellerde çiçekler kapılarda sırılsıklam
 
Eğer sen kendini biraz tutarsan ve ilgiye karşı ilgi, emeğe karşı emek verirsen kazanan taraf sen olursun.
 
Diğer yandan sikmek değilse bile tek amacımız yanımızda öylesine güzel bir kadını gezdirerek egomuzu okşamak istiyoruz. Evet bir sorum daha var o halde sizlere. Adrina lima ile gizli bir ilişki mi? Yoksa çok güzel bir kızı kolunuza takıp gezmek mi? Sen Adriana limayı zikeceksin ama kimse bilemeyecek, ne dersin, yemedi mi :))))))))
 
Sadece parfüm gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Yeterlilik için bir çok gereklililğin birleştirilmesi gerekir. Temiz ve güzel saçlar gerekli iken yeterli değildir. Düzgün türkçe gerekli iken yeterli değildir.
 
Sadece parfüm gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Yeterlilik için bir çok gereklililğin birleştirilmesi gerekir. Temiz ve güzel saçlar gerekli iken yeterli değildir. Düzgün türkçe gerekli iken yeterli değildir. Birleştirin. Gereklilikleri birleştirin.. Taaa ki yeterlilik seviyesi ulaşana kadar...
 
Büyük usta Hayyam'ın da dediği gibi; Geçmiş günü beyhude yere yâd etme Bir gelmemiş an için feryâd etme Yaşadığın gün , bugün Bak keyfine bugünü de berbat etme.
 
Kadınlar kıskanç yaratıklardır. Anasını, danasını, kocasını, babasını, komşunu , arkadaşını patronunu kıskanırlar. Kıskançlık kuvvetli bir duygudur onlar için. Zararınıza da olabilir , Faydanıza da Bu duyguyu kullanmayı öğrenin..
 
"Taktik Stratejiden farklıdır.strateji bir planı, taktik ise bunun daha küçük parçalarını ifade eder"... Kadınlar hakkında genekl olarak bir strateji belirlemeli ve bunu taktiklerle günden güne güçlendirmeliyiz.
 
Kendini hiç geliştirmediysen eğer, zihinsel ve ruhsal olarak terbiye etmediysen tabiki karınla konuşmak istemezsin. Çünkü erkek kadını etkilemek için konuşur © Ee ben seninle evlenmişim 5 senedir sevişiyoruz o zaman sana neyi ispatlıııcam. Seni kaç kere tavlıcam. Bu sebepten kendini beğenenerkekler ortamda kadın sayısı arttıkça daha çok konuşurlar. Farkındalar ya da değiller. Ama mesele budur.
 
toplamından daha fazla bir anlam ifade eder". İşte
 
Ancak insanlara, keyif doygunluğuna ulaşmak için beyindeki MFB noktasına elektrik gönderecek şalter (henüz) takdim edilmedi. Dolayısıyla başka bir uyarıcı, 'para'yı kullanmaktalar. Bu durumda parası olanın 'neye' yatırım yaptığı saptamasından yola çıkarak, kimin 'neden' zevk aldığını anlamak mümkün. Biraz düşünelim arkadaşlar. Karşıdakine çeşitli şekillerde zevk yaşatmayı öğrenirsek. Gariban fareler gibi bize bağlanırlar
 
Kadınlarınıza sarolın.. Sarılmak kadın için çok önemlidir.. Haaa tavlama aşamasında gerekli yakınlığı kurmadan sarılmaya kalkmayın. Bu oksitosin değil siktirotosin hormonu
 
Kadınlarınıza sarolın.. Sarılmak kadın için çok önemlidir.. Haaa tavlama aşamasında gerekli yakınlığı kurmadan sarılmaya kalkmayın. Bu oksitosin değil siktirotosin hormonu salgılatır.
 
Hedef koymayın dememin amacı, odağınızı sizi başarıya götürecek bir sistem kurmaya çevirmeniz. Hedeflere değil, sizi onlara ulaştırabilecek alışkanlıklar ve yaşam düzenine odaklanın
 
Maddi ve manevi kimseye muhtaç olmayacağınız bir hayat sürecini kovalayın. Zorlukları dahi sevin çünkü sizi değiştirecek olan şey bu zorluklar aslında. Bu süreci başlatıp disiplinli bir şekilde severek uyabiliyorsanız zaten
 
Maddi ve manevi kimseye muhtaç olmayacağınız bir hayat sürecini kovalayın. Zorlukları dahi sevin çünkü sizi değiştirecek olan şey bu zorluklar aslında. Bu süreci başlatıp disiplinli bir şekilde severek uyabiliyorsanız zaten kazandınız, tebrikler. Başarıya değil, başarı fabrikası kurmaya odaklanın.
 
Yani alışmadığın durumdan farklı bir durumla karşılaştığında yeniden gerilmeye başlar insan. Bunun için korkularının üstüne gitmelisin. Anthony Robbins'in bir lafı vardır: "Eğer yapamıyorsan, yapmalısın."
 
İyi insan ilişkilerinde yine aynı şekilde, yanındaki insanın mutluluğu vardır, sen insanları mutlu edersen, onları eleştirmezsen üstüne onların faydasına olacak önerilerde bulunup, ona yeni şeyler gösterebilirsen veya güzel organizasyonların içine onu da sokabilirsen karşılığını görürsün, ama insan ilişkileri öyle bir şeydir ki, bir çok karakterle hayatı paylaşırken, karşına nankör olanları denk gelirse onlara dur diyebilmeyi, düzenbaz tipler gelirse onların düzenbazlığını fark edip, onlarla ilişkiyi aralamayı ama kopartmamayı gerektirir, çünkü hayatta her zaman her şey değişebilir ve yarın bu düzenbaz ya da nankör insan da değişip yanına gelecektir, hem de senin haklı olduğunu bilerek hem de senin gibi olmayı öğrenebilmek için seninle bir şeyler paylaşmaya gelecektir. Kısacası süreç içinde doğru olanı yapıp çevrendeki insanların da deneyim ve tecrübe kazanmasını beklemelisin, insanlarla küsmek yerine onlarla ilişkini aralamayı seçmek ileride senin avantajına olacaktır, yine aynı cümleyi kuruyorum; tecrübeleriniz bu söylediklerimi ya haklı çıkartmıştır ya da gün geldiğinde haklı çıkartacaktır.
 
buradaki yazılanları denediğinde mutsuz olmuş olabilirsin, bunun sonucunda senin neyi mutsuz ettiğini görmüşsündür, bunun tam tersi mutlu da olabilirsin bu da senin kendini tanımanla ilgili bir durumdur
 
buradaki yazılanları denediğinde mutsuz olmuş olabilirsin, bunun sonucunda senin neyi mutsuz ettiğini görmüşsündür, bunun tam tersi mutlu da olabilirsin bu da senin kendini tanımanla ilgili bir durumdur ve yararlıdır,
 
Anlık hedef belirlediğinizde ya da yanınızda kanadınız olduğunda işler kolaydır görece. Atağını yaparsın, olur ya da olmaz. Oysa sosyal ortamda bir hedefiniz varsa ve bunu dillendirirseniz patlar sevgili arkadaşım.
 
Şikayet eden insanları ne kızlar sever ne de herhangi bir insan sever. Kimse sevmez! Şikayet ederek bir yere gelinmez! Eğer Atatürk "Elimde yeterince asker yok, uçak yok, top yok, tüfek yok, askere verecek ayakkabı yok, askere verecek don yok, yemek yok, koskoca padişah var o savaşsın gavurlarla, İstanbul'da hain basın var ne yapayım ben vs" diye şikayet etseydi biz şimdi yunan askerlerinin Türk erkeklerini öldürüp, kadınlarımıza tecavüz etmesi sonucu doğmuş olan çocukların çocukları olacaktık.
 
Paslaşmayı iyi düşünün, paslaşacağınız adamları iyi seçin, paslaşma için seçilecek adam olmaya özen gösterin.
 
İşte bu noktada sosyalleşmenin ikinci aşaması olan arkadaş grupları oluşur. Kaliteli , bilgili, kültürlü, akıllı arkadaşlarınız olması kızın gözünüzde değerinizi yükseltecektir ama salak saçma arkadaşlarınız varsa kız nereden bulmuş bu salakları diye düşünecektir.
 
Bu bakımdan sadece kız kovalamak yetmez full şarj ile kendinize düzgün arkadaşlar edinmeniz de önemlidir.
 
İşte bu noktada sosyalleşmenin ikinci aşaması olan arkadaş grupları oluşur. Kaliteli , bilgili, kültürlü, akıllı arkadaşlarınız olması kızın gözünüzde değerinizi yükseltecektir ama salak saçma arkadaşlarınız varsa kız nereden bulmuş bu salakları diye düşünecektir. "Off ,senin Ekrem'i hiç çekemiyorum" diye sızlanabilir. Bu bakımdan sadece kız kovalamak yetmez full şarj ile kendinize düzgün arkadaşlar edinmeniz de önemlidir.
 
Ne konuşacağınız bilirseniz tıkanıp kalmazsınız. Beraberken sessizlik çok sorun olmaz ama telefonda 5-6 saniyelik bir sessizlik bile boğucu olur. Bazıları telefonda pek konuşamazlar bu sizde olabilirsiniz karşınızdaki de olabilir. Eğer bu konuda zorluk çekiyorsanız size tavsiyem iyi bir radyocunun programını dinlemeniz, saatlerce tek başına nasıl konuşuyor konuyu nasıl bağlıyor ders çıkarmaya bakın.
 
*full şarj ile mekanlardaki garsonlara kadar tavla diyorum. O mekanlara gitmeye çalış. Garsonun sana itibar etmesi , rakip için kötüdür. *bilgili ol, 2 şiir, 3 rubai, 4 dhv hikayesi bil, bilgili olmak iyidir. *adamla direk zıtlaşma, adama dost ol, sarıl, omzuna elini koy, dokunmak alfalık göstergesidir.
 
Kadına çok fazla seçenek sunmayacaksınız. Arkadaş olabiliri, sevgili olabiliriz, bu şu, yok kardeş. Diiiceksin seçenek şu. Ya sevgiliyiz ya yokum. Sadece 2 seçenek.
 
bu aşk dedikleri şey her nedense SADECE VE SADECE ÇOK GÜZEL KIZLARA karşı hissedilir ÇOOOK güzel.. sıradan bir kıza kimse aşık olmaz bu aşk değildir. bu gelişmemiş testestoron erkekliğinden başka bir şey değildir. işte bütün bunları bir arada düşündüğüünce insanlığa kişiliğe bakmadan sadece güzeliiğe odaklanan biri o güzelliği elde edemedi diye bir tutuku yaşıyor ve bunu kendince aşk sanıyor uzaktan o bedeni arzu edi,yorsa o kişi benim yakın arkadaşım bile olsa asla acımam ve o kızla olaya girerim...
 
benim prensiplerimde de arkadaşın aşık olduğu kıza yanaşmak yoktur... ama aşk olmayan şeyi bana aşk diye kakalamaya çalışmayın diyorum sadece.
 
Kız olaylarında da işleri bu şekilde yürütmeniz faydanıza olur. Önce face,sonra msn, sonra telefon, sonra birkaç randevu, sonra şöyle böyşe derken deve misali yavaş yavaş ilerlersiniz ilişki içerisinde.. Birden sert girerseniz, tepki alırsınız. Full Şarj Olayında da aynısı geçerlidir. Herkesi tavlayacaksın ama yavaş yavaş. Kadın erkek fark etmez. Samimileşmenin bir hızı vardır.
 
AYAKKABI ÇIKMADAN DOSTLUK BAŞLAMAZ
 
Ee, üüü, anlatsana, daha daha gibi konuşmanın tıkandığına dair emareler varsa derhal bir bahane ile teli kapatınız.
 
Mystery angutla tavus kuşu arasındaki farkı çok güzel bir örnekle açıklıyor ; "Büyük bir şapkası ve boynunda şalı(Türkiye için çok fazla) olan bir adam çevresinde onu dinleyen,gülen insanlarla çevriliyse bütün kızlar onunla tanışmak isteyecektir. Aynı herif barın bir ucunda tek başına ya da dallama arkadaşlarıyla sesiz sakin oturuyorsa bu onu sosyal olarak onaylanmamış gibi gösterir"
 
"psikolog kendinden yardım istemeye gelen hastanın sözlerinden çok, bedeninin ilettiği mesajlara ağırlık verir" vay vaay demekki bu beden dili önemli bişeydi..
 
"Çapkın erkekler, kadınların sözlerine değil, davranışlarına göre hareket edeceklerini bilirler"
 
Neyin eksik olduğunu bulun ve onu sunmaya çalışın. Küçük yada büyük, kutuda olmayan bir parçayı sunduğunuz anda kazanmaya başlarsınız.
 
Siz ne kadar çok kişi tarafından beğenilirseniz. Sosyal satın alma dereceniz de o kadar artacaktır.
 
kankinin hal hareket ve umumi vaziyeti tavlama hadisesinin seyri hakkında yüksek rasat imkanı tanır. Kanki bizim için bi nevi kandilli rasathanesidir. Depremleri önceden haber verir. Kankinin yüzündeki minik "sıçtın oğlum sen boşa tırmalıyorsun" ifadesi yakalanarak çok teknik hamleler yapılabildiği gibi. " efferim olum memet, sana da prefo" bakışlarının yakalanması ile alır eline sazı başlarsın döktürmeye.
 
-Seni fazla dışarı çıkarmıyorlar galiba Ve herkes güler. Bu ikili oyunda gayet işe yarayabilir ama grup içinde hatun diğer kızların gülmesinin hıncını da sizden çıkarır. Ama siz gruba dönüp derseniz ki: -Siz bunu fazla dışarı çıkarmıyorsunuz galiba(farka dikkat) Gruptan 'ya evet aslında sorma' tarzında cümleler gelir tam bu anda hedef grubun ona gülmesiyle gruptan dışlandığını fark eder. Bunu o an bilinç düzeyinde kimse düşünmez olaylar bilinçaltında şekillenir
 
KAZANMAKTAN KORKUYORSUN Çünkü içinde bir yerde büyük bir mekanizma diyor ki bu söylenenler işe yarar. Ve ben 6 lık bir adam 9 luk bir kızla birlikte olabilirim. İşte korktuğunuz şey bu !
 
Kadın erkek ilişkileri, kızları tavlama, kadınları etkileme sanatı ya da çekici erkek olma sürecinde bir takım teknikler öğrenebilirsin ama bu teknikler asla kalıcı teknikler değildir. Yani teknik taktik kısa vadede işe yarayan şeyler. Kadınların hoşlanacağı adama doğru evrilmek ve gelişmek gerekir. Bu önce dış görünüşle başlar, sonra temizlik, derken konuşma ve beden dilinin düzeltilmesi, kültür sahibi olma derken davranışları değiştirirsin ve iyiye doğru ilerlersin. Tüm bunlar olurken bazı kişilerde tıkanmalar olur.
 
Yapmakta zorlandığın bir takım şeyler olabilir. İşine gelmediği için de olabilir. Bazen en kolay bahanedir yetiştirme tarzımdan kaynaklanıyor demek. Gelişim değişim gerektirir ve değişim genellikle ürkütücüdür. Bildiğin bok çukurunda oturmak bilmediğin bir yerden iyi gelir sıklıkla insana, bilinmezlik korkutur zira.
 
"Eski sevgilimin çükü senden büyüktü, uzun süre boşalmıyordu. Çok güzel sevişiyordu. Sen seks de pek iyi değilsin ama ben seni çok seviyorum " diyen bir sevgili ile pek mutlu olabileceğinizi sanmıyorum. © Bunun için yalanın bir çok çeşidi olduğunu ve bunların bir çoğunun iyi olduğunu öğrenerek başlayın önce.


Kısaca ve öz olarak söyleyecek olursak. Platonik aşk aşk değildir. Platoniklik elde edemeyeceğini bilmektir. Elde edemeyeceğine takıntı yapmaktır Platoniklik salaklıktır.

Onu tutup kendinize çekmeye çalışmak yerine kendinizden uzaklaştırın, ittirin! Uzaklaştırın! Yavru bir kediyi seversiniz, hoşuna gider, sonra tutup kucağınıza alırsınız. Kedi ne yapar genelde? Ya hemen ya da kısa bir süre sonra kucağınızdan inmek ister, yere atlamak ister. Hala tutmaya devam ederseniz, kucağınıza oturtmaya çalışırsanız, iyice debelenmeye başlar, inmek ister! Ama kedi yerdeyken iyice sevip, okşayıp sonra ilgiyi keserseniz genelde kendiliğinden kucağınıza atlamak ister. Kucağınıza çıkar. Tutup yere koyarsınız. Yine kucağınıza atlamak ister. Ve kendi atladığında da emin olun orada uzun süre kalmak isteyecektir.


Sözün özü dostlar. Hepimiz zaman zaman bu soysuz köpeklerle uğraşmak zorunda kalırız. İki temel kuralımızı hatırlayalım.. 1-Ne adama efeleneceksin.. 2-Ne de kendini ezdireceksin..

Korkmadan söyledim sevgimi kalabalık bir ortamda. Dalga geçmeye başladılar benimle. "durun" dedim " dinleyin..dalga geçiyorsunuz ama size bir soru. Ben sevdim, kalbim onun için attı. Gece yatağımda onu düşündüm. Sevdim ulan sevdim. Karşılık almak başka sevmek başka şimdi size soruyorum sevmekle mi dalga geçiyosunuz" Way beee.. belki de açtığım en eski serilerden biri idi ama ortamdaki kızların bana bakışları değişmişti. Bir anda haklı demeye başladılar. O gün bugündür korkmadan söyledim sevgimi karşılık alsam da almasam da. Kötü bir şey yapmıyorum ki, suç işlemiyorum ki , neden korkayım..


Eğer doğru bir şey yapıyorsanız korkmanız için bir neden yok. Bir kadına gidip taciz etmeden her şeyi yapmak caizdir. Yeter ki meselenin içinde taciz olmasın.


İlk ve en basit mantığı ile insan bildiğini değil bilmediğini sorar. Çok soru sormak demek çok bilgisizlik demektir. Hadi biliyorsan da başka şeyleri soruyorsan çok soru sormak çok meraklı olmak demektir. Kimse etrafında çok meraklı her boku merak

İlk ve en basit mantığı ile insan bildiğini değil bilmediğini sorar. Çok soru sormak demek çok bilgisizlik demektir. Hadi biliyorsan da başka şeyleri soruyorsan çok soru sormak çok meraklı olmak demektir. Kimse etrafında çok meraklı her boku merak edip didikleyen adam istemez.


Duruma müdahale etme zamanı gelmiştir elbet ama incelik çok önemli. Birçoğunuz erkeğe müdahale eder oysaki erkeğin hası diğer erkekler muhatap olmaz. Hesabı kadına sormalı, cezayı kadına çektirmelisiniz. O adam da sizin benim gibi bir erkektir ve şansını deneyecektir. Senin kız arkadaşın amiyane tabiri ile o adama verirse o da tereddüt etmeden alacaktır.

Ama işin özü. Erkek dediğin diğer adamlarla dalaşmaz. En azından ben dalaşmam. Diğer adamlarla durması gereken mesafeyi ayarlayamıyorsa zaten o kadın benim yanımda durmamalı. İsterse fiziksel olarak 11 numara olsun anlamı yok.
 
Size sorum şu. Son 6 ay içinde kaç kadınla ilişkiniz oldu ? bunun cevabı, hiç olabilir. Hatta benim hiç sevgilim olmadı da olabilir buna hiçbir şey demiyorum ama arkadan esas ve 2. Sorum gelir. Madem öyle son 6 ayda kaç kadın tarafından reddedildin? Eğer bunun cevabı da "0" ise, hiç ise. Sen de bir "hiç" olarak kalmakta ısrarcısın ben kardeşim.
 
Kadınlar ARAF severler. Cennetle, cehennemi aynı anda isterler. Küçük bir jesti ile gözlerini parıldatacak, bir kızması ile göz yaşları içinde bırakan adama delicesine bağlanırlar. Bazen merhametlice , şefkatle sarılmalı bağrına basmalıdır erkek, bazen ise, "defol git" diye itmelidir kadını. Ayarını bilebilen bir erkek karşısında darmadağın olur kadın. Arafta kaldıkça aşk demeye başlar adına. Kalakalmak, ortada kalmak, sikilmiş sıpaya dönmektir bu. Ne yapacağını bilememek. Bütün silahlarının elinden alındığını hissetmektir.
 
Kadınlar sahnedekine çekim duyarlar. Kendi sosyal ortamınızın da görünmeyen bir sahnesi vardır. O sahneye çıkın. Bu sendromu lehinize çevirin.
 
"Kadınlar tam bir dikkat,tahrik,sıkı bir disiplin ve trilyonyonlarca şeye ihtiyaç duyar. tam anlamıyla tatmin olmazlar.." ( ASLA )
 
"herkim ki bi hatun kişinin son erkeği olaa, en güzel çük onundur" kuralı dibine kadar geçerlidir ve hatun kişi tarafından en ikircikli oyunlarla beyninize sokulur.
 
Gördüğünüz ne kadar dikkat çekici olsa da gözlerinize hakim olun. Rakibin açık bıraktığı kapı sadece onun istediği yere çıkar. İstediğiniz yere girebilmek/gidebilmek için tuzaklara takılmayın.
 
Peki değer katmak ne demek? Karşılıksız değerli şeyler vermek demek. Bu değerli şeyler şunlar olabilir: 1. Harika duygular (Dikkat et ilk yazdığım şey duygular!) 2. Karşıdaki insana faydalı olacak bilgiler. 3. İyi bildiğin bir konuda destek olmak.
 
İlk tanışmada nasıl değer katarsın peki? 1. Kıza direk eğlenceli hikayeler anlatırsın. 2. Kızı güldürürsün. 3. Hedefin olmayan kızlara iltifat edersin. Baltalara iltifat edersin, adamın t-shirtüne iltifat edersin. Çoğu erkek vasat ya da vasatın altında giyinir. Bu yüzden de kimseden iltifat almazlar. Sen adama iltifat ettiğinde adamın yüzünde içten bir gülümseme olur, çok hoşuna gider çünkü belki bu son 2 sene içinde altığı tek iltifattır. (Bu engel teşkil edebilecek erkekleri etkisiz hale getirme yöntemidir aslında ama değer katarak.) 4. Kıza ilginç bir şeyler öğretmek. Bunlar hep değer katma davranışlarıdır. Genelde erkekler kızlar böyle yaklaşmazlar. Değer sömürerek yaklaşırlar.
 
1. Daha tanışır tanışmaz "Adın nedir?", "Nerede oturuyorsun?", "Nerede okuyorsun?", "Bölümün nedir?", "Ne iş yapıyorsun?" gibi sorular sorarlar. 2. Arkadaşlık sitelerinde daha ilk gönderdikleri mesajın sonuna msn adreslerini yazarlar! Dur daha sen kızı tanımıyorsun ne msni??? Kızların en iğrendikleri davranış bence. (Nette) Ayrıca bence bu sadece kızlarla değil bütün insanlarla olan iletişim de de yapılmaması gereken bir şey. Sen önce değer katacaksın karşılıksız, ondan sonra msn adresini paylaş. 3. Kızlara içki ısmarlayıp karşılığında onların numarasını sömürebileceklerini düşünürler! Yeni tanıştığın kızlara ısmarlanan içkilerin kızların gözünde hiçbir değeri yoktur. 4. Kıza güzel duygular vermediğin halde kızla dışarıda vakit geçirmek istemek. Değer sömürmektir. Zaten kız gelmeyecektir. Kıza güzel duygular yaşattığın sürece kız seninle gelebildiği her yere gelir, görüşebildiği her saatte görüşür. Evli kadınların aldatma sebeplerinden biri de budur bence. Ama konumuz bu değil tabi.
 
SAHTE MSN AÇILIŞI
 
KADINLAR VE BALON MUCİZESİ
 
Oyun ortası testi, evet beyler çok ileri gittik kızla hani teklif etsem kabul eder mi acaba noktasında kafamız durmuş peki ne yapabiliriz, kadınların kaltak testi varda erkeklerin hiç mi testi yok, Ben her durumda değil de kafamda soru işareti olduğunda şunu yaparım; Güzel kızsın, iyisin gerçekten güzel muhabbet ettik senle, Umarım "Allah seni sevdiğine kavuşturur" Bunu söyledikten sonra karşımıza İki şık çıkar, A ) Kız havalara bakar "inşallah" der kafasında başka biri vardır (Bu durumda arkadaş olarak görmüş bizi kafasındaki erkekten daha fazla bir etki uyandıramamışız, yanlış oyun kurmuşuz) B ) "Ne diyosun sen ya bakışı yapar" gönlüm sendeydi yoksa sen bana ilgi duymuyor musun (Kolay lokma değiliz beyler demek ki iki muhabbetle de şıpsevdi olacak adam da değiliz, ama karşı taraf iyi oltaya geldi:)))
 
Bir kızla halvet haline geldiğinizde, işlerin daha kolay gitmesi bakımından , kendi üstünüz giyinikken kızın bodysini , sutyenini çıkarmaya çalışmanız kızımızı gerecektir. Bu sebepten önce kendi tshirt veya gömleğinizi çıkarmanız, yani kadından bir adım önde soyunmanızın faydanıza olacağı ve kızın SDM yapma ihtimalini azaltacağı netice ve kanaatine varılmıştır.
 
İsim hafızası ve insanlara isimleri ile hitap etmek önemlidir. Hem de çok önemlidir. Tarihte "Abraham Lincoln" bu işin önderlerindendir. 13 sene önce bir gezide tanıştığı çiftçiyi bile görünce adı ile seslenme yeteneğinden bahsedilir. Süleyman Demirel'inde isim hafızasının çok iyi olduğu söylenir.
 
böle değer katıcı. İnsanların "ulen ne güzel hayatı var adamın yaa" diyecekleri şeyler yazın. Full Şarj ilkelerindendir. Zamanla meyvesini yersiniz. Belli aralıklarla milleti dürtün. Milletin fotolarına yorum yapın ki ..insanlarda size yorum yapsın. Cillop gibi kızların sizin fotolarınıza yorum yapmasını sağlamaya çalışın.
 
Özledim kelimesi nedense kadınlar için acaip anlamlı bir kelime. Özlemek , özlenmek bayıldıkları hadiselerden. Kalibrasyon bana öğretmiştir ki "özledim" sihirli bir kelimedir. Bi kadına seni özledim dediğin zaman coşuyor.
 
süre görüşmemeniz yeterli . ara, açsın teli.."naber kız, özledim seni" deyiverin. Merak etmeyin " yaaa ne zaman ne olduk ta neyi kimi niye özledin " gibi bi sorgulama gelmez. Biri kadına "özledim seni" demiştir.
 
Bi süre görüşmemeniz yeterli . ara, açsın teli.."naber kız, özledim seni" deyiverin. Merak etmeyin " yaaa ne zaman ne olduk ta neyi kimi niye özledin " gibi bi sorgulama gelmez. Biri kadına "özledim seni" demiştir.
 
Bir adamın kalitesini,elinin tersiyle itebileceği şeyler belirler.


Kadınların ilgiyle erkeklerin gazla çalıştığını bir çok defa söyledim dostlarım.


Edi - Büdü ilişki eninde sonunda insanın götünde patlar"


işin komik yanı ilgi bedavadır © Şimdi makalenin havada kalmaması için açın bir kadına telefon, sorun sınavı nasıl geçmiş, hasta ise nasıl olduğunu sorun, iş yerinde yükseldiyse ona biraz takılın ve işin sırrını sorun © sadece sormakla kalmayın tabi gerektiğinde yardım, gerektiğinde tebrik edin.. Eğer hoşlandığınız bir kadın var ise ilgi göstermekten korkmayın; çünkü siz iyi bir ürün iseniz zaten o yanınızda olacaktır, Son kertede ilginizi "samimi" bir şekilde göstermenizi insanlara "içten" olmanızı öneririm ki, insan ilişkileri bir aynadır ne şekilde olursanız karşılığında aynısını bulacaksınız,


Bazen ortamda otururken bir adamın telefonu çalar, arayan sevgilisidir. Eleman telefonu alır masadan kalkar ve uzaklaşmaya başlar. Oy oy oy gider de gider yürür de yürür. Dedim


Bazen ortamda otururken bir adamın telefonu çalar, arayan sevgilisidir. Eleman telefonu alır masadan kalkar ve uzaklaşmaya başlar. Oy oy oy gider de gider yürür de yürür. Dedim ya sevgili aradığında ortamdan uzaklaşma olimpiyatlarına hoş geldiniz.


İnsanlara bir şeyler verdikçe hatırlanırsın. İnsanlara bie şeyler vermek içinde verecek bir şeylerin olması lazım..
 
Kadınlar asla ama asla etkilemek istedikleri , kendini beğendirmek istedikleri adamın yanında makyaj yapmazlar. Basit bir şey bu, tuvalete gider tazeler makyajını. Dolayısıyla sevgiliniz olmayan bir kız sizin yanınızda makyaj yapmaya kalkıyorsa "Arkadaşlık Alanı"na girmek üzeresinizdir. Gerekli tepkiyi göstermelisiniz.
 
Yıllar sonra Mecnun artık aynı değildi.Değişmişti ve Dandik dizi oyuncularına benziyordu.Gözlerinin rengi ilk defa çıkmıştı ortaya.Bir omzunun altına da bir kadın,diğer omuzunun altında bir kadın.Mutlu ve sevişiyordu.Ama ne zaman aşık olsa eski Mecnun oluyordu.O yüzden Mecnuna antiaşk ilaçları yazdırdık bilge bir derviş doktordan.

12 Mart 2018 Pazartesi

Oyunun Kuralları Görevler

1- Hoşbeş başlatmak. 5 kez.

* Tanıyormuş gibi davran.
* İli almadan ili verme.

2- Gözlere bakmak. 5 hoşbeş daha ama bu kez göz renklerini öğren ve yaz.

3- Telefonda sinema tavsiyesi.

* Çünkü kelimesi.
* Ses egzersizleri(kısık, hızlı, pırt, monoton, soru)
* Her zaman son derece mantıklı konuşuyormuş gibi davranın.(öyle olmadığını düşünseniz bile)

4- 3 kadından mağaza tavsiyesi almak.

*Dik durun.(Alexander)

5- Dünkü mağazalara gidip baştan aşağı tarz tavsiyesi ve uygun kıyafet isteyin.

* Bakım(saç, gözlük, ten, tırnak, sakal, kıl, kulak, diş, nefes, cilt, aksesuar, spor, diyet, kıyafet)

6- 4 kadına spontane iltifat etmek(2si tanıdık olabilir).

* Klişe iltifatlardan sakın.
* Dünkü detaylardan iltifat et.(ayakkabı, çanta vs)

7- Dolaylı açıcını yarat. 3 kadına dolaylı açılış yap.

* Rastgele gözükmeli. Merakla sorulmalı. Gayretsiz gözükmelisin.
* İpi kesin yola devam edin.

8- 3 kadına dolaylı açılış yap ama bu kez kök ve zaman kısıtlaması kullan.

* kök neden sorduğundur.
* zaman kısıtlaması vücut diliyle de ifade edilmeli.

9- Erkeklerin de bulunduğu 2 gruba açılış yap.

* Erkekleri de sohbete kat.

10- 3 kadın veya gruba açılış yap ve neg at.

* ilgilenmiyormuş gibi davran
* kaba ve onur kırıcı meg atma
* it çek, ödül ceza.
* tepki beklemeden yap.

11- 3 gruba açılış yap gitmek üzereyken birbirinizi nerden tanıyorsunuz diye sor.

* Kendi kimliğinizi oluşturun

12- Hikayeler yaratın ve 4 kere hikaye anlatın.

* Sonlarını hazırlayın
* İlk defa anlatıyormuş gibi anlatın

13- Haftalık gecelerinizi planlayın. 3 kadına yaklaş.

14- 3 kadını açıp yüzük rutini uygula.

* Değer katma.

15- Soğuk okuma öğren(fal vs)

16- Günde 3 kez bir insana kendini iyi hissettir.

* Rastgele değil, neye ihtiyaçları olduğunu tahmin edip yapın.
* Başarının anahtarı: başarısız erkek kendini iyi hissettirmek için oynar; başarılı erkek karşısındakini iyi hissettirir.

17- 2 kadına soğuk okuma ve yüzük rutini yap.

* Klişe sorular sorma.

18- 2 gruba yaklaşıp sohbet örmek.

* İp incelince kes başka konuya geç.

19- Haftalık takvimi doldurun ve 3 kadını tohumlayın ve telefonunu isteyin.

* İlk sen ver numarayı.

20- 5 kadına yaklaşıp tohumla.

* Tel num aldıktan sonra hemen gitme. Biraz daha sohbet et.

21- Hile kağıdınızı oluşturun. 1 kadına tüm maddeleri uygulayın.

* açıcı, kök, zaman kısıtla, ara nokta, neg, değer gösterme, soğuk okuma, kimlik ifadesi, hikaye, tohumla, numara al.

* 5 check point: açılış, değer, duygusal bağ, eylem planı, fiziksel bağ.

22- Olumsuz düşünceyi olumluya dönüştürmeyi öğrenin. Telefon num için 4 yaklaşım daha yapın.

23- Kişisel analiz

24-  Parti hazırlayın. 5 kere partinizi tohumlayın.

25- Ektiğiniz tohumları arayın partiye davet ederek biçin.

26- 3 kadına silahsız yaklaşın, kuralları yıkın. O gitmenizi istediğini açıkça gösterene kadar devam edin.

27- Bağ kurmayı öğrenin. En sevdiği film, dizi, müzik aynı olan insanla otomatik bağ kurmuş olursun.

* Yakınlık kurmak için çabalamak ile yakınlık kurmak aynı değildir.
* Zamanlama önemlidir. Kancadan sonra yakınlık kurun.

28- 3 grup hakkında tahmin yapıp gidip sormak. 5 açılış yapıp ili al.

29- En iyi on film açılışı yap partiyi tohumla.

*  kendini geliştir.(dış görünüş, görev, güç, değer, duygusal bağ, hedef, özgünlük, özdeğer)

30- Çıkıp max açılışla patiyi tohumlayın. Partiyi yapın.

* Gelişime devam edin.

7 Mart 2018 Çarşamba

Kendini Kanıtlamaya Çabalayan Adam Ezikliği

Hayatta görebileceğiniz en sinsi ezikliktir kendini kanıtlamaya çabalamak. Yapan kişiye ezik olduğunu hissettirmeden ezer geçer adamı.

Bir şeyi biliyorsundur; bir ortamda o bildiğin konu açılır ve başlarsın bildiğini kanıtlamaya çalışmaya. İşte sıçmaya başladığın nokta da bu olur. Sussaydın kimse hakkında yanlış yargılara kapılmayacaktı ama sen gösteriş yapmak için konuştun ve sıçtın. Artık herkes bir mal olduğunu biliyor. Evet malsın da.

Bunu en çok beden dili çalışan insanlarda görürüz. Beden dilini kullanmayı bilir bu adam evet. Okumuştur bir şeyler anlamıştır biraz. Ama uygulayınca öyle bir eğreti durur ki üstüne bu beden dili. Bu adamda bir gariplik var dersin. O gariplik ''kendini kanıtlamaya çabalayan beden dili''dir. Kendini kanıtlamış beden dili ile karıştırmayın. Bunda bir çabalama, öyle gibi olma ısrarı vardır. Bunu yapan adam maldır. Eziktir. Farkında bile değildir.

Bu her alanda böyledir hayatta. Bir şeyi bildiğini göstermeye çalışan adam zaten o şeyi bilmiyordur. Bir şeyi bilen adam o şeyi göstermeye çabalamaz zaten biliyordur onu oturur yerine yeri geldiği zaman bülbül gibi şakır bilmediği yerlerde bilmiyorum der susar.

Bir çaba içinde olma hali ezikliğin göstergesidir biraz da. Burada bahsettiğim çaba çalışma anında olan çabalama deildir. Bir şeyi öğrenirken tabi ki çabalamak şarttır. Ama öğrenirken bile yapmayı biliyorum zaten der gibi çabalamak komik ve ezikçedir.

Bilmediğini kabullenip öğrenmeye çalışıyor imajı ve mentalitesiyle yapılan, öğrenilen şey ise en hakiki duygulara sahiptir ve o görüntüde en ufak bir eziklik kırıntısına bile rastlanmaz.

Ezik olmamak bilip bilmemekle alakalı değildir. Kendini dışarıya yansıtmaya çalışmak bir ezikliktir. Bakın burası da önemli. Kendini dışarıya yanlış yansıtmak demiyorum. Kendini dışarıya herhangi bir şekilde(doğru-yanlış farketmez) yansıtmak bir ezikliktir.

Bir şeyler kanıtlamaya çalışan o zavallılardan olmayın dostlarım...