21 Ağustos 2018 Salı

Türkiye Büyülü Hapishanem


Ben cezaevi sırrını Dostoyevski'de çözdüm; gardiyanlık insan iradesini kırma mesleğidir, diyordu. Tek kelimeyle dâhiyane; dâhi, çok hızlı görebilendir ve bu nedenle bazen görünmeyeni görendir. Hapsetmenin bir tek fonksiyonu var: bireyde istemeyi ortadan kaldırmak. Dün ve bugün, cezaevinin esansı budur ve bu da insanlık dışıdır (...)

Devlet, İslam'a duyduğu ilgiden de olabilir, benim bir yerde bir Hıristiyan felsefesine sahip olduğumu bilmiyor. Bu felsefe şudur: Eğer mücadele gücün az ya da zayıf ise, yenmek için kırılmak gerekiyor, ilk Hıristiyanların, zayıflıkları içinde, kırılarak ve kırılmaktan korkmayarak kazandıklarını düşünüyorum.

Yazdıkça yeni davalar açılıyor. Yüz bin yıl hapis yatma hesap ve ihtimallerinden bahsediyorlar. Bunun beni korkutması bir yana önemsediğim de yok. Benim buradan çıkmam yetmez; tek başına anlamsızdır. Biz çıkış kapısı olmalıyız. Önemli olan budur.

Öğrenme sevinci olmasa, bu mezarda yaşanır mı? Öğrenme sevinci olmasa, hapislik çekilir mi? Öğrenme sevinci olmasa, mezarda ölüm yenilir mi?

Kimseyle görüştürülmüyorduk, işte bu sırada İç Asyalı atalarımı hatırladım. Cansız bütün gereçlerim vardı, yaşıyordum; ancak mezarda yaşıyordum. Peki ben burada "yaşıyorsam" yakınlarının "öldü" dedikleri, İç Asyalı atalarımız, üstelik sevdiği kadınları ve en güzel atlarıyla birlikte gömüldükleri muhteşem mezar-evlerde yaşamıyorlar mıydı? Atalarım en sevdikleri atlarla gömüldülerse, benim de en sevdiğim kitaplarım var; dışardan gözlendiğinde atalarımız kadar mezardayız.

Kurtuluşumuz, sosyalistlerin, Kürt emekçi eğiliminin ve Kemalistlerin güç birliğinde ve birbirine yaklaşmasındadır. Fakat sadece aklımızın değil kalbimizin kurtuluşa götüreceğine inanıyorum. Bu nedenle birbirimizi eleştirmeyi ancak birbirimizi mahkum etmememizi öneriyorum. Birbirimizden uzak kalabilmeliyiz; ancak birbirimizi itmemeyi salık veriyorum(...) Bütün tarihlerin gerisine düştük. Fakat kökümüz her yerde derine inmiştir. Derinde kökümüz birliğe doğru yürümektedir. Kurtuluş, hep umulmadık zamandadır.

Felsefe, kuşku; politika, red ile başlar. Serüvenci yürüyüşün ilk sözü "la ilahe" olmak durumundadır. Tanrı yoktur anlamına geliyor. Politikada ilk adım reddir. ikinci adım "illallah" olmak zorundadır. Allah'tan başka, anlamına geliyor. Politikada, ilk ve ikinci söz, "la ilahe illal-lah"oluyor. Allah'tan başka tanrı yoktur anlamını veriyor. Bu benim bulduğum, benim yarattığım tanrıdan başka tanrı olmayacaktır, anlamına geliyor; politika varolan bütün tanrıları red ile kendi tanrını yaratıp bulma serüveni olarak ortaya çıkıyor. Politika red ile başlıyor.

Feodal mülkiyet ilişkilerine karşı savaş, aynı zamanda laik savaştır.

Aydınlanma ise bir akıl düzenini red ile bir yeni¬sine geçiştir. Tüm aydınlanmaların başlangıcında red var. Gerçekleştirilmesi mutlaka şiddet ile oluyor. Şiddet sadece süreyi kısaltmıyor; aklın frenlerini de kırıyor. Marx ve Engels, daha çok Alman Felsefesinden besleniyorlar. Alman Felsefesini en iyi kodifiye eden Kant, tam bir aydınlanmacıdır; Aydınlanma, sonsuz eleştiriye dayanıyor. Kant'ırı bütün önemli çalışmaları "eleştiri" başlığını taşıyor ve Marx'ın en önemli çalışmalarının ya başlığında ya da alt başlığında eleştiri yer alıyor. Eleştiri, küçük bir isyandır. Kant, akıl düzlemin¬de, bir isyan başlangıcıdır. Hegel Kant'ın isyanını mutlaklaştırarak söndüren Almandır.

Bilim yolunda, tarik-i ilm, olgunlaşma ile iradenin zayıflaması arasında bir ilişki kurmak gerektiğini düşünüyorum. En uçtan ifade edilecek olursa, bilimadamının anlamada mükemmelleşen aklının, anlamın objesine müdahale iradesini zayıflattığını ileri sürebiliyorum. Bu, her büyük bilimadamı için geçerlidir. Politika, güç toplayıp iktidar yapma eylemi ve sanatı olarak tanımlandığında, büyük bilimadamlarmm pek çoğunun politika dışı kalışlarını bu ilişki ile açıklamanın mümkün olacağını sanıyorum. Büyük bilimadamları eylemsizliğe doğru yol alıyorlar; Einstein ve çevresinin atom bombasının kullanılmasını önlemek için anlamlı bir eylemlilik göstermemeleri de bunu kanıtlıyor.

Düşünmek şaşırmayla başlıyor; şaşıramayanların düşünebileceğine inanmıyorum.

Erasmus'un Deliliğe Methiye'de çok güzel söylediği üzere, başkalarının aklıyla bilge olmaktansa kendi hükmümüzle deli olmayı tercih etmek durumundayız.

Evlilik, en gizli özel mülkiyettir. İster imam nikahı olsun, ister kilisede tamamlansın ve ister laik yerel yöneticiler tarafından imzalansın, nikah, bir borçlar hukuku sözleşmesidir. Temelinde birlikteliği başlatmak değil, sürekliliğini güvence altına almak var. Nikah, sevginin tükeneceği korkusudur. Bu nedenle sevgiyi tüketmektir. İki cinsin bir olması ancak yaklaşımda sonsuzluk varsa insana layıktır. Birlikte yaşamak, bir serüvendir. Her an birbirini yeniden keşfetme yürekliliğidir. Her an yeni ise, birlikte olmak, sonsuzdur. Sevgi, ancak yüreklilikle mümkündür. Aşk, ancak sevdiğine gökleri zaptedebilenin hakkıdır.

Saygı sevgi'nin düşmanıdır.

Güncel olmayan, tarihçi ve kalıcı sevgi için, aşk için, yalnız arada bir uzaklaşmayı sağlayacak ölçüde saygı gerekiyor; saygı'nın çok azı kalıcı yapıyor ve fazlası her türlü sevgiyi öldürüyor.

Güven, bunalım dönemlerinde saflığı koruyarak çıkabilmenin; güven, bunalımı aşabilmenin güvencesi oluyor. Hiçbir nesnel kanıt yokken, "ben bunu atlatabilirim" diyebilmektir. En büyük olumsuzluklar karşısında, "ben ayakta kalabilirim" diyebilmektir. Güven, kesinlikle kendine güven'dir. Güven; başkasına güvenmemektir. Güven, kendi gücünü saf tutabilmek oluyor. Güven, en çok, işsizlik ve ölüm sağanaklarıyla gelen bunalım dönemlerinde, bir eter türünden her yere sinmiş korku zamanlarında, gerekli oluyor ve eksikliği duyuluyor. Eksikliği, en çok kendi gücüne inançsızlık olarak ortaya çıkıyor.

"Tek başıma kendimi ne kadar geliştiririm?'' değil, "Kendi başıma başkasını nasıl geliştiririm?" ilke budur.

"Özeleştiri" sistemine karşıyım, özeleştirinin özünde Hıristiyanlığın günah çıkarma pratiği var; bunu Bolşevikler, değiştirip geliştirerek yaydılar. Bana göre çok kötü yaptılar. İnsanların büyük kalabalıklar önünde, hatalarını kabul etme adı altında aşağılanması ve giderek kendisinde kusur bulma ayinine kaymasını, arkasından da bütün görevlerinden ayrılmasını çok onur kırıcı buluyorum.

A- 1 Tembellik, inançsızlıktır. B- 1 Tembellik, yeni düzene inanmamaktır. C- 1 Tembellik, eski düzene bağlılıktır. D- 1 Az çalışan, ufku dar ve sınırlı çalışan, güvensiz olandır. Kartlar ile çalışıyorum, okuduğum kaynaklardan önemli bilgileri paragraflar olarak kartlara alıyorum. Ayrıca kendi düşüncelerimi de kartlara geçiriyorum. 24 Eylül 1992 ve 17 Eylül 1992 tarihli bir kart: "A- 1- İnsan, başkasını beğenirken başkasında olanı beğenir. 66 B- 1- Umudu olanların, korkusu olmaz. C-1- Korku, aklın durmasıdır. D- 1- Umut, aklın zorlanmasıdır."

İnsan başı, insana güzelliğini veren yanıdır. Ancak ne yerde sürünen insan ne ezilen insan başı güzeldir. Güzelliği yükselişindedir. insan başı yüksekte güzeldir. Hep yüksekte; bunun anlamı hep yükseğe kalktığı ölçüde güzel olmasıdır. Başını kaldıran insan ve insan başı güzeldir.

Önemli olan başka dünyayı kurabilmektir, insan, dünya kurmaya yatkındır. Devrimci kurduğu dünyada yaşayabilmelidir. Bütün hücreleriyle kurduğu dünyaların "yeni" adamı olmalıdır. 72 Şizofrenler hep yeni dünya kuruyorlar ve kurdukları dünyada yaşıyorlar. Ancak dünyalarının akılları yok ve sık sık yeni dünya kuruyorlar. Şizofrenler tutarlı değiller ve ısrarlı olamıyorlar; toplum, fırsat buldukça şizofrenleri akıl hastanelerine kapatıyor. *** Toplum; devrimcilere, akıllı ve inatçı şizofrenler olarak bakıyor. Hep hapse kapatıyor ve fırsat buldukça başlarını vücutlarından ayırıyor.

Popülizm artı Ampirizm eşittir köylü kurnazlığı.

Siyaset ise kütleyi bir yere götürmektir. Atları bir yerden bir yere götüren seyisten geliyor.

Anti-semitizm kötüdür. Ancak semitizm daha kötüdür. Türkiye'de anti-semitizm yoktur ve semitizm var.

Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek

Ailesi onu gerçekten severdi. Bunu onunla konuşma tarzlarından anlayabiliyordum. Annem, benim varlığıma ancak tahammül ederdi. Beni alabilirdi de bırakabilirdi de. Arada bir, bana karşı kısa aşırı şefkat dönemlerinden geçerdi. Bu beni oldukça tedirgin ederdi, sadece varlığıma tahammül edebildiği haline dönünce mutlu olurdum.