Ben cezaevi sırrını Dostoyevski'de çözdüm; gardiyanlık insan
iradesini kırma mesleğidir, diyordu. Tek kelimeyle dâhiyane; dâhi, çok hızlı
görebilendir ve bu nedenle bazen görünmeyeni görendir. Hapsetmenin bir tek
fonksiyonu var: bireyde istemeyi ortadan kaldırmak. Dün ve bugün, cezaevinin
esansı budur ve bu da insanlık dışıdır (...)
Devlet, İslam'a duyduğu ilgiden de olabilir, benim bir yerde
bir Hıristiyan felsefesine sahip olduğumu bilmiyor. Bu felsefe şudur: Eğer
mücadele gücün az ya da zayıf ise, yenmek için kırılmak gerekiyor, ilk
Hıristiyanların, zayıflıkları içinde, kırılarak ve kırılmaktan korkmayarak
kazandıklarını düşünüyorum.
Yazdıkça yeni davalar açılıyor. Yüz bin yıl hapis yatma
hesap ve ihtimallerinden bahsediyorlar. Bunun beni korkutması bir yana
önemsediğim de yok. Benim buradan çıkmam yetmez; tek başına anlamsızdır. Biz
çıkış kapısı olmalıyız. Önemli olan budur.
Öğrenme sevinci olmasa, bu mezarda yaşanır mı? Öğrenme
sevinci olmasa, hapislik çekilir mi? Öğrenme sevinci olmasa, mezarda ölüm
yenilir mi?
Kimseyle görüştürülmüyorduk, işte bu sırada İç Asyalı
atalarımı hatırladım. Cansız bütün gereçlerim vardı, yaşıyordum; ancak mezarda yaşıyordum.
Peki ben burada "yaşıyorsam" yakınlarının "öldü" dedikleri,
İç Asyalı atalarımız, üstelik sevdiği kadınları ve en güzel atlarıyla birlikte
gömüldükleri muhteşem mezar-evlerde yaşamıyorlar mıydı? Atalarım en sevdikleri
atlarla gömüldülerse, benim de en sevdiğim kitaplarım var; dışardan
gözlendiğinde atalarımız kadar mezardayız.
Kurtuluşumuz, sosyalistlerin, Kürt emekçi eğiliminin ve
Kemalistlerin güç birliğinde ve birbirine yaklaşmasındadır. Fakat sadece
aklımızın değil kalbimizin kurtuluşa götüreceğine inanıyorum. Bu nedenle
birbirimizi eleştirmeyi ancak birbirimizi mahkum etmememizi öneriyorum.
Birbirimizden uzak kalabilmeliyiz; ancak birbirimizi itmemeyi salık
veriyorum(...) Bütün tarihlerin gerisine düştük. Fakat kökümüz her yerde derine
inmiştir. Derinde kökümüz birliğe doğru yürümektedir. Kurtuluş, hep umulmadık
zamandadır.
Felsefe, kuşku; politika, red ile başlar. Serüvenci
yürüyüşün ilk sözü "la ilahe" olmak durumundadır. Tanrı yoktur
anlamına geliyor. Politikada ilk adım reddir. ikinci adım "illallah"
olmak zorundadır. Allah'tan başka, anlamına geliyor. Politikada, ilk ve ikinci
söz, "la ilahe illal-lah"oluyor. Allah'tan başka tanrı yoktur
anlamını veriyor. Bu benim bulduğum, benim yarattığım tanrıdan başka tanrı
olmayacaktır, anlamına geliyor; politika varolan bütün tanrıları red ile kendi
tanrını yaratıp bulma serüveni olarak ortaya çıkıyor. Politika red ile
başlıyor.
Feodal mülkiyet ilişkilerine karşı savaş, aynı zamanda laik
savaştır.
Aydınlanma ise bir akıl düzenini red ile bir yeni¬sine
geçiştir. Tüm aydınlanmaların başlangıcında red var. Gerçekleştirilmesi mutlaka
şiddet ile oluyor. Şiddet sadece süreyi kısaltmıyor; aklın frenlerini de
kırıyor. Marx ve Engels, daha çok Alman Felsefesinden besleniyorlar. Alman
Felsefesini en iyi kodifiye eden Kant, tam bir aydınlanmacıdır; Aydınlanma,
sonsuz eleştiriye dayanıyor. Kant'ırı bütün önemli çalışmaları
"eleştiri" başlığını taşıyor ve Marx'ın en önemli çalışmalarının ya
başlığında ya da alt başlığında eleştiri yer alıyor. Eleştiri, küçük bir
isyandır. Kant, akıl düzlemin¬de, bir isyan başlangıcıdır. Hegel Kant'ın
isyanını mutlaklaştırarak söndüren Almandır.
Bilim yolunda, tarik-i ilm, olgunlaşma ile iradenin
zayıflaması arasında bir ilişki kurmak gerektiğini düşünüyorum. En uçtan ifade
edilecek olursa, bilimadamının anlamada mükemmelleşen aklının, anlamın objesine
müdahale iradesini zayıflattığını ileri sürebiliyorum. Bu, her büyük bilimadamı
için geçerlidir. Politika, güç toplayıp iktidar yapma eylemi ve sanatı olarak
tanımlandığında, büyük bilimadamlarmm pek çoğunun politika dışı kalışlarını bu
ilişki ile açıklamanın mümkün olacağını sanıyorum. Büyük bilimadamları
eylemsizliğe doğru yol alıyorlar; Einstein ve çevresinin atom bombasının
kullanılmasını önlemek için anlamlı bir eylemlilik göstermemeleri de bunu
kanıtlıyor.
Düşünmek şaşırmayla başlıyor; şaşıramayanların
düşünebileceğine inanmıyorum.
Erasmus'un Deliliğe Methiye'de çok güzel söylediği üzere,
başkalarının aklıyla bilge olmaktansa kendi hükmümüzle deli olmayı tercih etmek
durumundayız.
Evlilik, en gizli özel mülkiyettir. İster imam nikahı olsun,
ister kilisede tamamlansın ve ister laik yerel yöneticiler tarafından
imzalansın, nikah, bir borçlar hukuku sözleşmesidir. Temelinde birlikteliği
başlatmak değil, sürekliliğini güvence altına almak var. Nikah, sevginin
tükeneceği korkusudur. Bu nedenle sevgiyi tüketmektir. İki cinsin bir olması
ancak yaklaşımda sonsuzluk varsa insana layıktır. Birlikte yaşamak, bir
serüvendir. Her an birbirini yeniden keşfetme yürekliliğidir. Her an yeni ise,
birlikte olmak, sonsuzdur. Sevgi, ancak yüreklilikle mümkündür. Aşk, ancak
sevdiğine gökleri zaptedebilenin hakkıdır.
Saygı sevgi'nin düşmanıdır.
Güncel olmayan, tarihçi ve kalıcı sevgi için, aşk için,
yalnız arada bir uzaklaşmayı sağlayacak ölçüde saygı gerekiyor; saygı'nın çok
azı kalıcı yapıyor ve fazlası her türlü sevgiyi öldürüyor.
Güven, bunalım dönemlerinde saflığı koruyarak çıkabilmenin;
güven, bunalımı aşabilmenin güvencesi oluyor. Hiçbir nesnel kanıt yokken,
"ben bunu atlatabilirim" diyebilmektir. En büyük olumsuzluklar
karşısında, "ben ayakta kalabilirim" diyebilmektir. Güven, kesinlikle
kendine güven'dir. Güven; başkasına güvenmemektir. Güven, kendi gücünü saf
tutabilmek oluyor. Güven, en çok, işsizlik ve ölüm sağanaklarıyla gelen bunalım
dönemlerinde, bir eter türünden her yere sinmiş korku zamanlarında, gerekli
oluyor ve eksikliği duyuluyor. Eksikliği, en çok kendi gücüne inançsızlık
olarak ortaya çıkıyor.
"Tek başıma kendimi ne kadar geliştiririm?'' değil,
"Kendi başıma başkasını nasıl geliştiririm?" ilke budur.
"Özeleştiri" sistemine karşıyım, özeleştirinin
özünde Hıristiyanlığın günah çıkarma pratiği var; bunu Bolşevikler, değiştirip
geliştirerek yaydılar. Bana göre çok kötü yaptılar. İnsanların büyük
kalabalıklar önünde, hatalarını kabul etme adı altında aşağılanması ve giderek
kendisinde kusur bulma ayinine kaymasını, arkasından da bütün görevlerinden
ayrılmasını çok onur kırıcı buluyorum.
A- 1 Tembellik, inançsızlıktır. B- 1 Tembellik, yeni düzene
inanmamaktır. C- 1 Tembellik, eski düzene bağlılıktır. D- 1 Az çalışan, ufku
dar ve sınırlı çalışan, güvensiz olandır. Kartlar ile çalışıyorum, okuduğum
kaynaklardan önemli bilgileri paragraflar olarak kartlara alıyorum. Ayrıca
kendi düşüncelerimi de kartlara geçiriyorum. 24 Eylül 1992 ve 17 Eylül 1992
tarihli bir kart: "A- 1- İnsan, başkasını beğenirken başkasında olanı
beğenir. 66 B- 1- Umudu olanların, korkusu olmaz. C-1- Korku, aklın durmasıdır.
D- 1- Umut, aklın zorlanmasıdır."
İnsan başı, insana güzelliğini veren yanıdır. Ancak ne yerde
sürünen insan ne ezilen insan başı güzeldir. Güzelliği yükselişindedir. insan
başı yüksekte güzeldir. Hep yüksekte; bunun anlamı hep yükseğe kalktığı ölçüde
güzel olmasıdır. Başını kaldıran insan ve insan başı güzeldir.
Önemli olan başka dünyayı kurabilmektir, insan, dünya
kurmaya yatkındır. Devrimci kurduğu dünyada yaşayabilmelidir. Bütün
hücreleriyle kurduğu dünyaların "yeni" adamı olmalıdır. 72
Şizofrenler hep yeni dünya kuruyorlar ve kurdukları dünyada yaşıyorlar. Ancak
dünyalarının akılları yok ve sık sık yeni dünya kuruyorlar. Şizofrenler tutarlı
değiller ve ısrarlı olamıyorlar; toplum, fırsat buldukça şizofrenleri akıl
hastanelerine kapatıyor. *** Toplum; devrimcilere, akıllı ve inatçı şizofrenler
olarak bakıyor. Hep hapse kapatıyor ve fırsat buldukça başlarını vücutlarından
ayırıyor.
Popülizm artı Ampirizm eşittir köylü kurnazlığı.
Siyaset ise kütleyi bir yere götürmektir. Atları bir yerden
bir yere götüren seyisten geliyor.
Anti-semitizm kötüdür. Ancak semitizm daha kötüdür.
Türkiye'de anti-semitizm yoktur ve semitizm var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder