6 Temmuz 2019 Cumartesi

Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası


Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası

 

Metnin amacı açık bir şekilde: etkinliği gevşeten bilgiden, işe yaramayan bilgiden, yaşamın önünde duran bilgiden, neden nefret etmememiz gerektiğini kanıtlamak. Uzak durmak, temkinli yaklaşmak, kaçınmak değil; nefret etmek gerekliliği. Bu amaç bilinmeden kitabın devamını okumak bir işe yaramaz. Bunu belirttikten sonra devam edelim.

 

Modern insanın, hem insan olmaktan büyük bir gurur duyduğunu hem de otlayan hayvanların mutlu olduğunu görünce hayvanları kıskandığını görüyoruz. Burada çelişki içinde kıvranan insanı betimliyor Nietzsche bize. Aciz bir hayvan olmaktansa insan olmayı çok seviyoruz ama yine de keşke şu hayvan gibi olsak. Ha ha.

 

Bir eylemin gerçekleşebilmesi için, insanın, o eyleme layığından daha fazla değer vermesi gerekir. Bunun dışında, eylem anlamsız olacaktır ve insan, o eylemi gerçekleştirmeyi reddedecektir. Bunu da şu örnekle açıklamış: bir kadına tutkuyla bağlanan erkek. Bu erkeğin gözleri kördür. Sevdiği kadını, olduğu halinden çok daha güzel görür ve layığından daha fazla sevgi gösterir. Dünyadaki tüm başarılarda da elde edilen şey için verilen uğraş, elde edilen şeyin ederinden daha fazladır. Yani her eylemde kişi, eyleme, layığından daha fazla sevgi gösterir. Aksi halde, eyleme geçirmenin anlamsız olacağını bilirdi ve eyleme geçirmezdi. Burada tarih-dışılığa övgü yağdırırken aynı zamanda nihilizmin de nüvelerini serpiyor aslında Nietzsche.

 

Antikacı tarih, yaşamı mumyalar ve bu yüzden onu koflaştırır, öldürür. Amacı, yaşamı muhafaza etmektir. Henüz ölmemiş bir insanı mumyalamak gibi. Bu, insanı öldürecektir. Tarih de aynı şekilde, yaşamı öldürüyor. Yeni olana değer vermiyor ve bu yüzden de yaşama ve yaşamı üretmeye değer vermiyor. Tarihte, zehirli bir şeylerin olduğu gerçeği şimdi gözlerimizin önüne serildi.

 

Tarihçiler, bilimciler, katıksız düşünürler yaşamı amaçlamıyorlar, onu sadece seyrediyorlar. Modern insan da şimdi bu haldedir. Kendilerine ait bir şeye sahip değiller. Sadece ve sadece bilgi yüklüyorlar kendilerine. Bir ansiklopediden farklı değiller. Onlar, ayaklı ansiklopediler sadece.

 

İçsellik tehlikelidir çünkü içerideki her şey, buharlaşma riskiyle karşı karşıyadır ve eğer buharlaşırsa, öncesinde içerisinde herhangi bir şey olup olmadığı anlaşılamaz. Salt bilgi ile olmaz. Buharlaşır. Buharlaşmasa bile sadece içsel için çalışmış bir insanın değerini görmek için çok derinlere bakmak gerekecektir.

 

Fazla tarihin zararlarından en önemlisi, kişileri, olayları, eylemleri değersizleştirmesidir. Bu değersizleştirmeyi de geç kalmışlık, taklitçilik hissiyle, kişilerin önemini yitirtmesine sebep olarak yapar. Kişi, kendisini değersiz, taklitçi ve geç kalmış hissediyor ve bunun sonucunda kendisini ve insanı hafife almaya başlıyor ve kendisiyle dalga geçiyor ve hatta kinizme kapılıyor. Bu da otomatik olarak yaşam enerjisini düşürüp yok ediyor. Kurnazca ve egoistçe bir yaklaşımla, kurnazlığı ve egoyu yükselterek yapıyor hem de bunu.

 

Modern insan, sadece bir seyircidir yaşamda. Eğer bir eylem yapıyorsa, bunu, bir darbe şeklinde gerçekleştirir ve hemen söner. Ardından da Orkhus’a geri döner. Ancak, eylemlerin darbe şeklinde değil, artarda gelen gök gürlemeleri şeklinde gerçekleşmeleri gerekir eğer gerçek bir yaşamdan bahsediyorsak.

 

Modern insan, kendisi olamadığı için; kendisini, olmadığı birisiymiş gibi yansıtıyor. Olmadığı birisi ama değerli olduğu kabul edilen, kendisinin de değerli kabul ettiği birisi gibi yansıtıyor kendisini. Kültürlü, bilgin, şair, politikacı vs gibi. Ancak bunları da ancak ve ancak taklit ettiği için bu özelliklerine bir el atıldığında hemen parçalanıyorlar. Elle tutulur bir yanları kalmıyor ‘’-mış gibi’’ yaptıkları noktalarda. Bu insanlarda, et ve kemikten başka bir şeyin varlığından söz edilebilir mi?

 

İşte bu yüzden şunu söylüyor Nietzsche: Tarihe yalnızca güçlü kişiler dayanabilir, zayıfları ise tarih tamamen siler.’’ Bu noktada, tarihe maruz kalmanın açıkça insanı kinizme yönelttiğini ve bu maruziyetin yine insanı, insan olmayı, istemeyi ortadan kaldırdığını anlatıyor. Sadece güçlü bir insan bununla başa çıkabilir ve insan kalabilir diyor.

 

Modern insan, insan olamadığı için insan rolünü oynuyor ve bunu maskeler aracılığıyla gerçekleştiriyor. İlgilendiği(!) herhangi bir şeye bakarken, incelerken; bir hadımın, kadınlara baktığı gibi bakıyor, ilgileniyor onunla. Bir hadım için kadın nedir peki? Pek de bir şey değildir aslında. Bir kadın işte, yaklaşılamayacak olan.

 

Bir insanın, insan olabilme şartı nedir? Kendi kendine egemen olabilmek. Modern insan kendine egemen olamıyor.

 

Tarih, aslında teoridir. Olayları birbiriyle ilişkilendirmek esasına dayanır. Ancak binlerce olayın içinden birkaç tanesini seçip, bunları diğer binlerce olayın birkaç tanesiyle ilişkilendirir. Yüce bir seçme yetkisi vardır. Yetkisi yücedir ancak doğru olması için bu işi yapacak kişinin de yüce olması gerekir. Yani tarih, tanrısaldır. Açıklanması imkansız olanı açıklar. Bu yüzden de yanılır.

 

Geçmişin bir anını serimleme işinin, o anla alakası olmayan birine verilmesidir tarihçilik. Yani tarihçi, herkesten daha üstün bir şey yaşamamış kişidir. Bu yüzden büyük ve yüce şeyleri yorumlama haddine sahip değildir. Ve tarihçi, yargılıyor. Yargılamaya zorlanıyor. Tarihçi, yargılama haddine de sahip değildir.

 

Sanat, düz kafalılık ve bilgi aynı kişide bulunamaz. Ancak düz kafalılık ve bilgi aynı şapkaya rahatça sığar.

 

Kapitalizm vurgusu da yapılmış bazı yerlerde. Tabi ki buna kapitalizm değdirmesi demek daha doğru olur. Çünkü bir solcu gibi değil bir filozof gibi ele almış olayı Nietzsche. Bilim-egemen yaşamda, insanlara, daha olgunlaşmadan meyve vermeleri gerektiği aşılanıyor. Bu yüzden insanlar, olmamış meyveler veriyorlar. Yaşam, değersizleşiyor. Ve bu yapılan yaşam değersizleştirmesinin, kasıtlı olarak yapıldığına da değiniyor Nietzsche.

 

Tarih kültüründe insan, şaşırma yeteneğini kaybeder, yabancılaşması azalır, tahammül düzeyi ise artar. Bu tarih kültürü beraberinde kalın kafalılığı ve yaşama karşı tiksinti duygusunu getirir.

 

Yaşam değersizleştiği için eylem de değersizleşiyor. Ve eylemin gerçekleşmesi için tarih kültürünün unutulması gerekiyor. Bu bir anlık unutmada, eylemler ortaya çıkıyor. Tarih kültürü geri hatırlandığında ise ortaya çıkan eylemin üzerine toprak atılıyor. Tarih kültürü bir bilime, bilim de bir dine dönüşüyor.

 

Peki, bilim yüce midir? Bilimin yüce olduğu modern insanın iddiasıdır. İnsan bilgisinin yüksekliğine bakarak bunu söylüyor ancak insanın yapma kudretinin derinliğinden hiç söz edilmiyor.

 

Yaşamın amacını bilemeyiz ve bu konuda tartışmak da saçmadır. Yaşamın amacına a-posteriori demek durumundayız. Hayvan ve insanın birbirinden farklı olmaması: doğru ama ölümcül.

 

Düşünüyorum öyleyse varım denilebilir. Ancak yaşıyorum o halde düşünüyorum denilemez.

 

İnsanlara dolu ve yeşil bir yaşam vaat edilmiyor. Sadece boş varlık vaat ediliyor. Bu noktada ‘’hani benim yeşil vadim’’ deme hakkına sahip değiliz. Önce yaşamayı öğrenmek durumundayız. Önce bir karaya tutunalım: daha sonra iyi limanları da buluruz. Peki, yaşamayı nasıl öğrenecek insan? Bunu, insanlardan hatta tanrıdan bile beklememesi gerekir. Öncelikle zincirlerinden(tarih) kurtulması gerekir. Tarih zehrinin panzehiri ise tarih-dışı ve tarih-üstüdür. Tarih dışı, dar ufuk ve unutabilmektir. Tarih-üstü ise sanat ve dindir. Bu panzehirler de acıdır. Ve hatta zarar da verirler insana. Ancak tedavi edicidir de. Kemoterapinin vücuda zararlı olması ancak kanserin de tedavisi olması gibi.

 

Tanrı, ‘’kendini tanı’’ der. Tanrı, hiçbir şey gizlemez ve aynı zamanda hiçbir şey göstermez de(Nietzsche burada tanrı derken Apollon’dan bahsediyor). Peki, kendini tanı ne demek? Kendi gereksinimlerini düşünmek, gereksinim diye dayatılanları yok etmek ve kaosu organize etmek. Gereksinim diye yaratılanları yok etmek derken kültürü yok etmekten bahsediyor. Kaosu organize etmek derken ise bir kültür yaratmaktan bahsediyor, isteme kültürü. Süs, süsleneni gizler. Kültür, bir süstür. İsteme kültürü de bir süstür. Hem kaosu organize etmek hem de gereksinim diye dayatılanları yok etmek. İşte tam burada Nietzsche, bir tragedyayı tutuyor, gösteriyor sonra da okuyucunun üzerine fırlatıyor ve ardından perdeyi kapatıyor. Bunları yaptıktan sonra ise kapanın perdenin arkasında kahkalarla güldüğüne eminim. Ha ha.