Tarihin Yaşam İçin Yararı
ve Sakıncası
Metnin amacı açık bir
şekilde: etkinliği gevşeten bilgiden, işe yaramayan bilgiden, yaşamın önünde
duran bilgiden, neden nefret etmememiz gerektiğini kanıtlamak. Uzak durmak,
temkinli yaklaşmak, kaçınmak değil; nefret etmek gerekliliği. Bu amaç
bilinmeden kitabın devamını okumak bir işe yaramaz. Bunu belirttikten sonra
devam edelim.
Modern insanın, hem insan
olmaktan büyük bir gurur duyduğunu hem de otlayan hayvanların mutlu olduğunu
görünce hayvanları kıskandığını görüyoruz. Burada çelişki içinde kıvranan
insanı betimliyor Nietzsche bize. Aciz bir hayvan olmaktansa insan olmayı çok
seviyoruz ama yine de keşke şu hayvan gibi olsak. Ha ha.
Bir eylemin
gerçekleşebilmesi için, insanın, o eyleme layığından daha fazla değer vermesi
gerekir. Bunun dışında, eylem anlamsız olacaktır ve insan, o eylemi
gerçekleştirmeyi reddedecektir. Bunu da şu örnekle açıklamış: bir kadına
tutkuyla bağlanan erkek. Bu erkeğin gözleri kördür. Sevdiği kadını, olduğu
halinden çok daha güzel görür ve layığından daha fazla sevgi gösterir. Dünyadaki
tüm başarılarda da elde edilen şey için verilen uğraş, elde edilen şeyin
ederinden daha fazladır. Yani her eylemde kişi, eyleme, layığından daha fazla
sevgi gösterir. Aksi halde, eyleme geçirmenin anlamsız olacağını bilirdi ve
eyleme geçirmezdi. Burada tarih-dışılığa övgü yağdırırken aynı zamanda
nihilizmin de nüvelerini serpiyor aslında Nietzsche.
Antikacı tarih, yaşamı
mumyalar ve bu yüzden onu koflaştırır, öldürür. Amacı, yaşamı muhafaza
etmektir. Henüz ölmemiş bir insanı mumyalamak gibi. Bu, insanı öldürecektir.
Tarih de aynı şekilde, yaşamı öldürüyor. Yeni olana değer vermiyor ve bu yüzden
de yaşama ve yaşamı üretmeye değer vermiyor. Tarihte, zehirli bir şeylerin
olduğu gerçeği şimdi gözlerimizin önüne serildi.
Tarihçiler, bilimciler,
katıksız düşünürler yaşamı amaçlamıyorlar, onu sadece seyrediyorlar. Modern
insan da şimdi bu haldedir. Kendilerine ait bir şeye sahip değiller. Sadece ve
sadece bilgi yüklüyorlar kendilerine. Bir ansiklopediden farklı değiller.
Onlar, ayaklı ansiklopediler sadece.
İçsellik tehlikelidir
çünkü içerideki her şey, buharlaşma riskiyle karşı karşıyadır ve eğer
buharlaşırsa, öncesinde içerisinde herhangi bir şey olup olmadığı anlaşılamaz.
Salt bilgi ile olmaz. Buharlaşır. Buharlaşmasa bile sadece içsel için çalışmış
bir insanın değerini görmek için çok derinlere bakmak gerekecektir.
Fazla tarihin
zararlarından en önemlisi, kişileri, olayları, eylemleri değersizleştirmesidir.
Bu değersizleştirmeyi de geç kalmışlık, taklitçilik hissiyle, kişilerin önemini
yitirtmesine sebep olarak yapar. Kişi, kendisini değersiz, taklitçi ve geç
kalmış hissediyor ve bunun sonucunda kendisini ve insanı hafife almaya başlıyor
ve kendisiyle dalga geçiyor ve hatta kinizme kapılıyor. Bu da otomatik olarak
yaşam enerjisini düşürüp yok ediyor. Kurnazca ve egoistçe bir yaklaşımla,
kurnazlığı ve egoyu yükselterek yapıyor hem de bunu.
Modern insan, sadece bir
seyircidir yaşamda. Eğer bir eylem yapıyorsa, bunu, bir darbe şeklinde
gerçekleştirir ve hemen söner. Ardından da Orkhus’a geri döner. Ancak,
eylemlerin darbe şeklinde değil, artarda gelen gök gürlemeleri şeklinde
gerçekleşmeleri gerekir eğer gerçek bir yaşamdan bahsediyorsak.
Modern insan, kendisi
olamadığı için; kendisini, olmadığı birisiymiş gibi yansıtıyor. Olmadığı birisi
ama değerli olduğu kabul edilen, kendisinin de değerli kabul ettiği birisi gibi
yansıtıyor kendisini. Kültürlü, bilgin, şair, politikacı vs gibi. Ancak bunları
da ancak ve ancak taklit ettiği için bu özelliklerine bir el atıldığında hemen
parçalanıyorlar. Elle tutulur bir yanları kalmıyor ‘’-mış gibi’’ yaptıkları
noktalarda. Bu insanlarda, et ve kemikten başka bir şeyin varlığından söz
edilebilir mi?
İşte bu yüzden şunu
söylüyor Nietzsche: Tarihe yalnızca güçlü kişiler dayanabilir, zayıfları ise
tarih tamamen siler.’’ Bu noktada, tarihe maruz kalmanın açıkça insanı kinizme
yönelttiğini ve bu maruziyetin yine insanı, insan olmayı, istemeyi ortadan
kaldırdığını anlatıyor. Sadece güçlü bir insan bununla başa çıkabilir ve insan
kalabilir diyor.
Modern insan, insan
olamadığı için insan rolünü oynuyor ve bunu maskeler aracılığıyla
gerçekleştiriyor. İlgilendiği(!) herhangi bir şeye bakarken, incelerken; bir
hadımın, kadınlara baktığı gibi bakıyor, ilgileniyor onunla. Bir hadım için
kadın nedir peki? Pek de bir şey değildir aslında. Bir kadın işte, yaklaşılamayacak
olan.
Bir insanın, insan
olabilme şartı nedir? Kendi kendine egemen olabilmek. Modern insan kendine egemen
olamıyor.
Tarih, aslında teoridir.
Olayları birbiriyle ilişkilendirmek esasına dayanır. Ancak binlerce olayın
içinden birkaç tanesini seçip, bunları diğer binlerce olayın birkaç tanesiyle
ilişkilendirir. Yüce bir seçme yetkisi vardır. Yetkisi yücedir ancak doğru
olması için bu işi yapacak kişinin de yüce olması gerekir. Yani tarih,
tanrısaldır. Açıklanması imkansız olanı açıklar. Bu yüzden de
yanılır.
Geçmişin bir anını
serimleme işinin, o anla alakası olmayan birine verilmesidir tarihçilik. Yani tarihçi,
herkesten daha üstün bir şey yaşamamış kişidir. Bu yüzden büyük ve yüce şeyleri
yorumlama haddine sahip değildir. Ve tarihçi, yargılıyor. Yargılamaya
zorlanıyor. Tarihçi, yargılama haddine de sahip değildir.
Sanat, düz kafalılık ve
bilgi aynı kişide bulunamaz. Ancak düz kafalılık ve bilgi aynı şapkaya rahatça
sığar.
Kapitalizm vurgusu da
yapılmış bazı yerlerde. Tabi ki buna kapitalizm değdirmesi demek daha doğru
olur. Çünkü bir solcu gibi değil bir filozof gibi ele almış olayı Nietzsche.
Bilim-egemen yaşamda, insanlara, daha olgunlaşmadan meyve vermeleri gerektiği
aşılanıyor. Bu yüzden insanlar, olmamış meyveler veriyorlar. Yaşam,
değersizleşiyor. Ve bu yapılan yaşam değersizleştirmesinin, kasıtlı olarak
yapıldığına da değiniyor Nietzsche.
Tarih kültüründe insan,
şaşırma yeteneğini kaybeder, yabancılaşması azalır, tahammül düzeyi ise artar.
Bu tarih kültürü beraberinde kalın kafalılığı ve yaşama karşı tiksinti
duygusunu getirir.
Yaşam değersizleştiği
için eylem de değersizleşiyor. Ve eylemin gerçekleşmesi için tarih kültürünün
unutulması gerekiyor. Bu bir anlık unutmada, eylemler ortaya çıkıyor. Tarih
kültürü geri hatırlandığında ise ortaya çıkan eylemin üzerine toprak atılıyor.
Tarih kültürü bir bilime, bilim de bir dine dönüşüyor.
Peki, bilim yüce midir?
Bilimin yüce olduğu modern insanın iddiasıdır. İnsan bilgisinin yüksekliğine
bakarak bunu söylüyor ancak insanın yapma kudretinin derinliğinden hiç söz
edilmiyor.
Yaşamın amacını bilemeyiz
ve bu konuda tartışmak da saçmadır. Yaşamın amacına a-posteriori demek
durumundayız. Hayvan ve insanın birbirinden farklı olmaması: doğru ama ölümcül.
Düşünüyorum öyleyse varım
denilebilir. Ancak yaşıyorum o halde düşünüyorum denilemez.
İnsanlara dolu ve yeşil
bir yaşam vaat edilmiyor. Sadece boş varlık vaat ediliyor. Bu noktada ‘’hani
benim yeşil vadim’’ deme hakkına sahip değiliz. Önce yaşamayı öğrenmek
durumundayız. Önce bir karaya tutunalım: daha sonra iyi limanları da buluruz.
Peki, yaşamayı nasıl öğrenecek insan? Bunu, insanlardan hatta tanrıdan bile
beklememesi gerekir. Öncelikle zincirlerinden(tarih) kurtulması gerekir. Tarih
zehrinin panzehiri ise tarih-dışı ve tarih-üstüdür. Tarih dışı, dar ufuk ve
unutabilmektir. Tarih-üstü ise sanat ve dindir. Bu panzehirler de acıdır. Ve
hatta zarar da verirler insana. Ancak tedavi edicidir de. Kemoterapinin vücuda zararlı
olması ancak kanserin de tedavisi olması gibi.
Tanrı, ‘’kendini tanı’’
der. Tanrı, hiçbir şey gizlemez ve aynı zamanda hiçbir şey göstermez de(Nietzsche
burada tanrı derken Apollon’dan bahsediyor). Peki, kendini tanı ne demek? Kendi
gereksinimlerini düşünmek, gereksinim diye dayatılanları yok etmek ve kaosu
organize etmek. Gereksinim diye yaratılanları yok etmek derken kültürü yok
etmekten bahsediyor. Kaosu organize etmek derken ise bir kültür yaratmaktan
bahsediyor, isteme kültürü. Süs, süsleneni gizler. Kültür, bir süstür. İsteme
kültürü de bir süstür. Hem kaosu organize etmek hem de gereksinim diye
dayatılanları yok etmek. İşte tam burada Nietzsche, bir tragedyayı tutuyor,
gösteriyor sonra da okuyucunun üzerine fırlatıyor ve ardından perdeyi
kapatıyor. Bunları yaptıktan sonra ise kapanın perdenin arkasında kahkalarla
güldüğüne eminim. Ha ha.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder