5 Mart 2021 Cuma

Güzel Yaşamak

   Hayatın karşısında hüzünle karşılaşmış, birçok konuda afallamış ama bir noktada ayakları yere basmış bir insan olarak, hayatla ilgili bir takım konularda kendi kendime ahkam kesmek, zor günlerde okumak için birkaç şey karalamak istiyordum uzun zamandır. Bu işe ilk defa şimdi girişiyorum, uzun ve anlamlı bir metin olmasını dileyerek başlıyorum.

Hayat konusunda ne yapacağını bilemeyen insanlar olmamız aslında bir sorun değil, çünkü hepimiz, ne kadar klişe olarak gelse de, sistem kurbanlarıyız. Doğduktan hemen sonra kreşe, okullara gitmeye başlamamız bunun en önemli göstergesidir. Hiçbirimiz okula neden gittiğimizi anlayamadan okula gidiyorduk, birileri bize “okula gideceksin” dediği için gidiyorduk okula, başka bir sebep yoktu. Daha neler olduğunu anlayamadan bir oraya bir buraya savuruyorlardı bizi yani, ödevler, kitaplar, aile, arkadaşlıklar. Şöyle bir silkinip, “ne oluyor lan” bile diyemiyorduk, bunu demek aklımıza bile gelmiyordu. Süt üretim fabrikasında doğmuş bir inek gibiydik, herkes süt veriyordu, biz de süt verecektik. Tüm bunları yaşadıktan sonra, sonunda “ne oluyor lan” gibi bir soruyu sorabilecek akli yetiye kavuştuğumuzda ise, koca bir “hassiktir” çıkıyordu ağzımızdan. Bir anda olmuştu her şey, şimdiye kadar yaptığımız hiçbir şeyi kendimiz seçmemiştik. İşte şimdi, en azından bundan sonraki hayatımızda olacak şeyleri kendimiz yönlendirmek istiyoruz. Biz, şimdiye kadar hep bir nesne olmuştuk, bundan sonra özne olmak için çabalamamız gerekiyordu. Yıllarca köle olarak yaşayan bir insanın, aslında kölelik diye bir şey olmadığını öğrenmesi gibi bir şeydi yaşadığımız olay. Afallamamak elde değildi, alışmış olduğumuz şeye dönmek de her zaman daha rahat gelecekti. Ama artık bu yolun dönüşü yok, biz özne olmanın ne demek olduğunu öğrendiğimiz için, artık nesne olduğumuz zamanlarda bunun farkında oluyoruz. Kırmızı hapı almıştık yani bir kere, buradan dönmek istesek bile her şey eskisi gibi olamazdı.    

      Özne olmak, olaylarda, olayı yapanın, kişinin kendisi olmasıdır. Edilgen olmamasıdır. Kendi hayatının öznesi olmak da, kendi hayatındaki olaylarda belirleyici olanın, olayları yapan kişinin, insanın kendisi olması demektir. Kışın ortasında, canımız dondurma isterken, herkes sahlep içiyor diye bizim de sahlep içmemiz, hayatımızın öznesi olmadığımızı gösterir örneğin, basit bir olay gibi duruyor ama aslında devasa bir derinlik var bunda. Havalar soğuk diye, soğuk kahveyi sevdiğin halde sıcak kahve içmek de özne olmamaktır. Herkes BMW istiyor diye, canın Mercedes istediği halde, BMW alıyorsan, yine hayatının öznesi olamamışsın demektir. Hayatının öznesi olmak, hayatın en ufağından en büyüğüne kadar, her durumunda kendisini gösteren bir durumdur. Bizim, öncelikle kendi hayatımızın öznesi durumuna gelmemiz gerekiyor.

       Kendi hayatının öznesi olabilmek için gereken şartlardan bir tanesi, vazgeçmeyi öğrenmektir. En güzel oyuncaklardan, en güzel kadınlardan, dünyada var olan şeylerin en güzelinden bile vazgeçebilecek bir insan olmamız gerekir. İstediğimiz bir şey için, her zaman başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekir. Hayat böyledir, hep bir avantaj ve dezavantaj vardır. Örneğin, kendi istediğimiz konuya çalışırken, geriye kalan tüm konulardan vazgeçmiş oluruz. Soğuk kahve içiyorsak, geriye kalan tüm kahvelerden vazgeçmiş oluruz. Hayatımızda her an, ne yapıyorsak yapalım, o anda yaptığımız şey için, hayatta yapılabilecek diğer her şeyden vazgeçmemiz gerekir. Eğer vazgeçemezsek, bunu beceremezsek, elimizde olabilecek o tek şeyi de kaybederiz ve koca bir hiçle otururuz. Bir abimin bana verdiği örneği, ben de kullanmak istiyorum: farzı misal, kız arkadaşınla sinemaya gitmek istiyorsun ancak cebinde paran yok, o esnada da pek sevmediğin amcan size ziyarete gelmiş, elini öpüp biraz yalakalık yaparsan sana sinema parası vereceğini biliyorsun, sinemaya gitmeyi de çok istiyorsun, işte burada vazgeçmek, çok değerli bir durum olarak geliyor karşına. Bu durumda, yalakalık yaparak parayı almaktan değil, kız arkadaşınla gitmeyi çok istediğin o sinema biletinden vazgeçmen gerekir, hayatının öznesi olmak için, bu harika olaydan vazgeçmen gereklidir işte. Vazgeçmeyi öğrenmek, işte bu yüzden çok zor ancak çok da değerlidir. Burada sinemaya gitmemek, insanın sırtına bir yük gibi binebilir.

          İnsanın hayatında, sürekli olarak sırtına alması geren yükler çıkacaktır. İnsan olarak, bizim yapmamız gereken şey, bu yükleri sırtımıza alabilmeyi, çile de olsa bunları taşımayı öğrenmektir. Her türlü derdi çeken insan, ağırlıkları kaldıran insan için, tüm bu ağırlıklar gitgide daha hafif gelmeye başlayacaktır. İnsanın, tüm yükleri taşıyabilir hale gelmesi gerekmektedir, ama insan tüm yükleri taşıyabiliyor diye, hayatı boyunca yük taşıması gerekmez, ama yük taşımayı bilmesi gerekir. Karşımıza çıkan her sorun da bir yüktür, yüklerin altında ezilmemek için, bacaklarımızı güçlendirmemiz gerekir ve güçlü bacakların, insanın kendisine hiçbir zararı yoktur, bilakis faydası vardır.

     Güçlü bacaklara sahip olan insan, artık hayatla ilgili bir şeyler öğrenmeye başlamıştır. Hayatın, karşısına sorunlar çıkarabileceğini görmüş ve bu sorunları tatmıştır. İşte bu noktada insan, hayat karşısında ne yapacağını bilen bir insana dönüşmeye başlamıştır. Hayat karşısında ne yapacağını bilen bir insanın fark edeceği ilk şey, kendisi bir şeyleri biliyormuş gibi davrandığı her anda, diğer insanların da, o kişiye bir şeyleri biliyormuş gibi davrandığını görmesi olacaktır. Eğer ne yapacağını biliyormuş gibi davranırsan, diğer insanlar da senin ne yapacağını bildiğine emin olurlar.

Hatta öyle emin olurlar ki, sen ne yapacağını bilmesen bile, diğer insanlar, senin bildiğinden emin olurlar. Bunu keşfeden insan, derhal, hayat karşısında ne olursa olsun, hiç bilmediği bir durumla bile karşılaşsa, ne yapacağını bilmese bile, biliyormuş gibi davranması gerekir. Bu durumu, kendi düşünceleri için de kullanabilir. Bu durumun altında yatan düşünce şudur, insan kendi davranışlarından bile emin olmuyorsa, bir başkası ondan nasıl emin olabilir? İşte bunu tersine çevirerek, kendi davranışlarından eminmiş gibi davranarak, diğer insanların da, bizim davranışlarımızdan emin olmalarını sağlıyoruz.

    Ne yapacağını biliyormuş gibi davranmak, aslında bir hile de değildir. Ne yapacağını biliyormuş gibi davranması gerektiğini bilen insan, aslında nasıl davranması gerektiğini gerçekten biliyordur, yapması gereken tek şey, nasıl davranacağını biliyormuş gibi davranmaktır. İşte bu kadar. Yapması gereken şey, ne yapacağını biliyormuş gibi davranarak, bir şeyler yapmaktır. Hiçbir hile yok, hiçbir kandırmaca yok. Zaten insan, birazcık durup da, diğer insanları gözlemlediğinde, diğer insanların, etraftaki olayları hep abarttığını görecektir. Bunu gören insanın, diğer insanları ciddiye alması imkansızdır artır. Yaşadığı her şeyi abartan insanların hareketlerine güvenmek yerine, insanın kendi hareketlerine güvenmesi daha mantıklıdır. Kendisi, en azından güzel bir akıl süzgecinden geçirerek olayları tartmış ve kendine göre en iyi çözümü bulmuştur, bu noktadan sonra ne yapacağını bilmesi de çok doğaldır. Çıkardığı sonuç yanlış olsa bile, başkasının aklıyla zeki olacağına, kendi aklıyla deli olmayı da bilmesi gerekir insanın. İnsanın, deli veya aptal olması ayıp değildir, ayıp olan şey, insanın kendi aptallığını ve deliliğini saklamasıdır aslında. İnsanın kendi zekası ne kadarsa, olduğu gibi diğer insanlara göstermesi ve bundan da utanmaması gerekir, çünkü kimseyi kandırmıyordur böyle davranarak. Asıl kendi zekasını, olduğundan büyük göstermek için uğraşan insanların, kendilerinden utanması gerekir. İnsan, kendisi ne olursa olsun, üzerine kendi hırkasını geçirmelidir, bir başkasınınkini değil. Bir başkasının hırkasını üzerine geçirmekten utanmalıdır insan. Vazgeçmek demiştik; insan, kendisini zeki olarak göstermekten de vazgeçmeli, kendisini olduğu gibi göstermekten korkmamalı, utanmamalıdır.

   İnsan, kendisinin aptal olup olmadığını da umursamamalıdır dedik. Bunun sebebi, aptal olup olmamasının hiçbir şeyi değiştirmeyecek olmasıdır. İnsan aptal olsa da zeki olsa da, kendisinden başkası olamaz ve insanın değeri, sadece ve sadece kendisi olabilmesinden geçer. Aptal veya zeki olmasının hiçbir değeri yoktur. Ayrıca bir başkasının, insana aptal demesi, insanı ilgilendiremez. İnsanların her şeyi ne kadar abarttığını, her durumdan nasıl yanlış sonuçlar çıkardığını biliyoruz. Tüm bunları bilmemize rağmen, diğer insanların, bizim üzerimizdeki fikirlerine mi değer vereceğiz?

   Bizi ne kadar tanıyorlar ki, yani öylesine bir insandan bahsetmiyorum, en yakınınız olan birisi bile, bizi ne kadar tanıyor, ben söyleyeyim, neredeyse hiç tanımıyor. Çok iyi bilse bile bizi, kendi hayatımızın iplerini onun ellerine bırakamayız. Biz kendi hayatımızın öznesi olmayı öğrenmiş insanlarız. Bir başkasına, kendi hayatımızı teslim edemeyiz. Bir başkasının size aptal olduğunu söylemesi sizi gerçekten neden ilgilendirsin ki. Aslında ilgilendirmez, ama insan savaşmaktan, mücadele etmektense rahatlık içinde olmayı tercih etme eğilimindedir. Savaş meydanından kaçmak için sürekli olarak bahane arar insanlar. “Birisi benim aptal olduğumu söylesin de, ben de bu savaşı vermekten kurtulayım” diye düşünür. Amaç aslında, yazının başlarında bahsettiğimiz kırmızı haptan kurtulmaktır. O hapı yuttuğuna pişman olmuştur ama kaçabileceği bir bahanesi de yoktur. Bir bahane, en ufağından en büyüğüne kadar bir bahane arar durur insan. Bahane aradığını bilmeyen insan, bir bahane bulduğunda, bunun bir bahane olduğunu bilmez, ona bir başka mavi hap olarak sarılır. Ancak insanın bahane aradığını bilen bir insan, bunu yapamaz artık, kırmızı hapın ikinci dozunu da almıştır artık. Bunu okuduysak, artık biz de bu bahanelere sığınamayız. Bir başkası bizi kurgulayamaz, başından beri söylediğimiz, savaştığımız şey budur aslında bizim, özne olmak. Özne olmak için savaşırken, özne olmaktan da kaçarız aslında, çünkü çok zordur özne olmak. Birisinin sizin yerinize karar vermesi çok daha basittir. Ama yaşamaya değer olan hangisidir, gerçekten yaşamağa değer olan, özne olmaktır.

      Özne olmak için ciddi bir savaş vermemiz gerekiyor, ancak şunu çok iyi biliyoruz ki, ne kadar acı olursa olsun, sonucuna değecek bir savaş vereceğiz. İnsan, doğal olarak iyi bir savaş vermeyi ve hatta belki de savaş vermeyi bile bilmeyebilir, bu önemli değildir. Savaş vermeyi de öğrenmek gerekir. Savaşmayı öğrenmenin en güzel yolu da savaşmaktır, sürekli savaşmak. Savaşmayı, savaştan kaçarak asla öğrenemeyiz. Yapmamız gereken şey, savaşmayı öğrenmek için, savaşabilmek için savaşmaktır. Savaştan kaçmak bize sadece bir sonraki savaşta yenilmeyi katacaktır; savaşmak ise, en sonunda bize savaşmayı, güzel savaşmayı öğretecektir, şunu da söyleyerek neden savaşmamız gerektiğini daha da katmerlendirelim, verdiğimiz hiçbir savaş, son savaşımız olmayacaktır, bu yüzden savaşmayı en erken bir şekilde öğrenmemiz gerekir, bunun en hızlı yolu da savaşmaktır. Verdiğimiz savaşları hiçbir zaman yenmek ve yenilmek olarak değerlendirmemeliyiz, verdiğimiz her savaş, bizi bir sonraki savaş için daha güçlü hale getirecektir, biz savaşmayı öğrenmeliyiz ilk etapta, daha sonra yenmeye de bakarız.

      

 

    Yenmek veya yenilmek önemli değil dedik diye de, yine bir savaştan kaçma yöntemi olarak, bilerek yenilmek tuzağına düşmemeliyiz, her zaman yenmek için savaşmalıyız, ancak her zaman yenemeyiz, güzel bir savaş verdikten sonra, yenilmek önemli değildir diyorum. Önemli olan, savaşmaktır, savaş da yenmek için yapılır. Savaşmak, savaşmayı öğrenmek bizim görevimizdir. Tüm bunları yaparken de, neyi neden yaptığımızı bilmeli ve bundan dolayı da kendi düşüncelerimize dayandığımız için hiçbir hareketimizden utanmamalıyız.

       Kendi hareketlerinden utananlar, henüz bizden değildir. Hiçbir davranışımızdan utanmadığımız gibi, verdiğimiz savaştan da utanmamalıyız. Şöyle ya da böyle, kendinden utanıyorsan eğer, bizden değilsin henüz. Özgürleşmenin mührü nedir? İnsanın artık kendi kendinden utanmaması. Bir başkası ile olan fikir ayrılıklarımızda veya savaşımızda, “O x ise, ben de Hakan’ım” şiarını edinmeliyiz, zaten bunların altyapılarını sağlamayı öğrendik, artık ihtiyacımız olan tek şey, kendinden utanmamak ve kendinden emin olmaktır. Bu noktada artık yüreklilikle “O x ise, ben de Hakan’ım” diyebiliriz. Bunu sadece savaşırken de değil, hayatımızın her anında söyleyebilmeliyiz. Bunu söyleyemememizin nedenlerinden birisi, istemeyi bilmememizdir. Yani istememeyi bilmemek derken, bir şeyi gerçekten istemekten bahsediyorum, yoksa herkes, “şunu istiyorum” diyebilir. Gerçekten istemek ise tüm bunlardan farklıdır, gerçekten istemek, isteyebilmek de zordur. Örneğin, birisinin bize ne vereceğine bakıp, verdiği şeyle yetinecek miyiz yoksa yetinemeyecek miyiz diye bakmak ile, vermesini istediğimiz şeyi söylemek farklı şeylerdir. “Yapmalısın” ile “İstiyorum” kelimeleri arasında bile çok büyük farklar vardır. İstemeyi öğrenmek aslında, “Yapmalısın” kelimesine karşı, “İstiyorum” cevabını vermek, verebilmektir. “İstiyorum” diyebilmek için de, insanın kendi işlerini kendisinin yapması gerekir.

    Kurda sormuşlar: “Boynun neden kalın”, kurt cevap vermiş: “Kendi işimi kendim yaparım da ondan” demiş. Bizler de her zaman, kendi işimizi kendimiz yapmalıyız, bunları bir başkasının arkasına saklanarak halletmeye çalışmamalıyız. Her zaman söylerim, bir işin doğru yapılmasını istiyorsan, o işi kendin yapacaksın. Bu her şeyde böyledir, en ufağından en büyüğüne kadar tüm işlerde böyledir bu. Her ne olursa olsun, kendi işini kendin yapmak, hem boynunu kalınlaştırır, hem de iş yapmayı öğretir insana. İş yapmayı öğrenen insan, kendi işini yapmaktan daha az korkar hale gelir. Kendi işini kendisi yapmayan ise, o işi yapacak başka birisini bulamadığı durumda, işini yapmaktan kaçacaktır, yapmaya çalışsa bile bocalayacaktır. Kendi işini kendisi yapan insan, zamanla işleri yapmak konusunda hiçbir sıkıntı çekmeyecektir. İstemeyi ve kendi işini yapmayı öğrenmiş insanın, öğrenmesi gereken bir şey daha vardır: Çocuk olmak.

Bir devenin ve bir aslanın yapamayıp da, çocuğun yapabileceği ne vardır? Ciddiyet. Bir çocuğu gözlemlediğimizde, eylemlerinde gördüğümüz ciddiyet hemen dikkatimizi çeker. Oyun oynuyor da olsa, yemek yapıyor da olsa, çizgi film izliyor da olsa, bir çocuk kendi işini yaparken olması gerektiği kadar ciddidir aslında. Bu ciddiyeti, çocukça bir ciddiyet olarak aşağıda görmemiz yanlıştır. Aslında, zamanla kaybettiğimiz bir şeydir ciddiyet bizim. Bir çocuğun, oyun oynarken sahip olduğu ciddiyet, bizim de hayatımızdaki her işi yaparken sahip olmamamız gereken ciddiyettir aslında. Bir çocuğun oyun oynarken olduğu ciddiyete sahip olabilmeliyiz hayatta. Yaptığımız iş ne olursa olsun, en azından bir çocuğun oyun oynarken sahip olduğu ciddiyetle yapmalıyız onu.

   Tüm bu yukarıdakileri gerçekten anlamak, bize sağlam bir omurga ve çerçeve oluşturmak için güzel basamaklar olacaktır. Bir omurgaya sahip olduğumuzda ise, artık yaşamak bizim için daha anlamlı ve daha kolay olacaktır. Çünkü yaşamaya anlamını, bir başkası değil, biz kendimiz vermiş olacağız tüm bunlardan sonra. Kendi yarattığımız bu dünyada, oyun oynayan bir çocuğun ciddiyetiyle yaşamak, bizim için bir zevke dönüşecektir. Artık başkalarının “Yapmalısın” laflarına karşılık, gerçek bir “İstiyorum” cevabımız oluşmuştur. Kimsenin bize söylediği şekilde değil, kendi istediğimiz şekilde yaşamaya başlıyoruz demektir artık. Bu noktadan sonra ne olursa olsun artık sırtımız yere gelmeyecektir. Çok sağlam bir temelimiz var artık, bu temeli de bir başkası değil, kendimiz attık. İşte özne olmanın ve gerçekten yaşıyor olmanın ilk şartlarını ve temellerini konuştuk. Sırada ise artık kendimize verdiğimiz ödevler ve görevlerimiz var. İlerlememizi nasıl yöneteceğiz, nasıl ilerleyeceğiz, bunları konuşacağız.

     İlerlemek için öncelikle bir hedef seçmeliyiz kendimize. Evet, klişe, biliyorum. Ancak bir şeyin klişe olmasında, o şeyin gerçek olmasının da etkisi vardır. Bir hedefimiz olması gerekiyor, yani hayatınız boyunca onu istemeniz gerekmiyor, bu tarz bir hedefi bulmak zor olacaktır. Böyle bir hedefi nasıl belirleyebilirsiniz ki zaten, bu gerçekten klişedir. Bizim bahsettiğimiz hedef ise daha mütevazı bir hedef, örneğin, “Gitar çalmayı öğrenmek istiyorum” dersiniz ve gitar öğrenmek hedefiniz olur. Bu kadar basit aslında, ama mutlaka bir hedef olmalı. Bir hedef yoksa, ilerlemek için de hiçbir nedeni kalmıyor insanın. İlerlemek için bir tane asli hedef belirledikten sonra, onun yanına, “Bunlarda da gelişmek isterim” diyeceğiniz birtakım hedefler belirleyebilirsiniz. Bu hedefleri belirlemek, ilerlemeden öylece boş vakit geçirmekten alıkoyacaktır. Zaten daha önce istemeyi öğrenmemiz gerektiğinden bahsetmiştik, şimdi işte, ne konuda ilerlemek istediğimizi belirliyoruz. Bu hedeflerimizi seçerken de ilerlememiz konusunda gerçekten faydalı olacak şeyler seçmeliyiz.

Hedefimizi belirledik, bu hedefi neden yapacağız, ne elde etmek için yapacağız, gibi soruları da mantıklı bir şekilde cevaplayabilmeliyiz. Tüm bunlara başladıktan sonra da sorgumuzu, “Ne elde ettik” olarak güncelleyeceğiz. Bu sorumuzda da tatmin edici bir cevap verebilmemiz gerekiyor. Bu soruya tatmin edici bir cevap veremiyorsak eğer, hemen ilk sorgulara geri dönüp, ilerlememizi engelleyen şeyleri öğrenmemiz, gerekirse hedeflerimizi de değiştirmemiz gerekir. Ama şimdilik hedeflerimizi belirledikten sonra ne yapacağımıza dönelim. Öncelikle bir karar vermemiz gerekiyor, hedeflerimizi gerçekleştirmek için neler yapabileceğimizi adam akıllı düşünmemiz gerekiyor. Tüm bunları mantıklı bir zeminde düşündükten sonra ise, aldığımız kararları anında uygulamamız gerekiyor. Eğer kararlarımızı anında uygulamazsak, o kararları uygulamaya geçirmemiz sürekli olarak ertelenecektir. Bu erteleme süresince geçen zamanımızda da hiçbir şey yapamamış olarak kalacağız. Sonradan dönüp baktığımızda ise, “Daha erken başlasaydım, on gün önce şimdiki yaptığım şeyleri yapmış olacaktım” gibi bir düşünceye kapılacağız. İşte bu düşünceye kapılmamak için, aldığımız kararları gerçekten anında uygulamamız gerekir. Eğer verdiğimiz bir kararı, anında uygulayamıyorsak, yani gerçekten uygulamak için çabalıyor ama beceremiyorsak; bu bize, verdiğimiz kararın hatalı olduğunu gösterir. Hedeflerimizi belirlerken, gerçekleştirilebilir hedefler belirlemeye özen göstermeliyiz. Karar alma aşamasında, sadece düşünürken, kendimize koyduğumuz hedef bize basitmiş gibi görünebilir, ama uygulamaya geçildiğinde görürüz ki, aslında o kadar da kolay bir şekilde uygulanamıyormuş. Sadece düşünmek, yani hayal kurmak basittir, on saat boyunca çalışmayı düşünmek ile sadece bir saat çalışmayı düşünmek, aynı sürede gerçekleşir. Ama bunlar uygulamaya geçtiğinde, arada en az on katlık bir zorluk farkı vardır. İşte bu sebeple, ilk başta belirlediğimiz hedefleri, gerçekten uygulanabilir ve devam edilebilir olacak şekilde ayarlamamız gerekir.

   Kararlarımızı uygularken fark edeceğimiz birçok nokta olabilir, örneğin bu kadarı az geldi veya bu kadarı fazla geldi diyebiliriz. Çünkü yaptığımız şeyi daha yeni tecrübe ediyoruz. Tecrübe sahibi olmadığımız bir konuda, sadece tahmin yürüterek elbette bir hedef belirledik, ama bunları uygulamaya başladıktan sonra, tecrübe edinmeye de başlıyoruz. İşte bu noktada, tecrübe edinmenin en hızlı yolu, o işleri yapmak olacaktır. Her şey iyi olarak başlamaz, ama her şey git gide iyileştirilebilir. Bu tecrübe sayesinde olur. Bir şeylerin iyi gitmediğini düşündüğümüzde sadece iki seçeneğimiz vardır, ya vazgeçeriz ya da o şeyi daha iyi hale getirmeye çalışırız. Bunun tek yolu da, söylediğimiz gibi, o şeyi yapmak, yani tecrübe edinmektir. Tecrübe edinmenin bile en iyi yolu, o konuda bir şeyler yaparak, o konu hakkında  tecrübe edinmektir.

Tüm bunları belirledikten sonra, yalnız kaldığımızda yapacağımız şeyleri de belirlemiş oluyoruz aslında. İnsan yalnız başına kaldığında sıkılıyorsa eğer, hedefleri, görevleri yoktur. Bir hedefi olan insan, sıkılmaya vakit bulamaz. Aslında sıkılmak da, tam olarak bu anlama gelir, yapılacak bir işi olmamak anlamına gelir. İşte biz, kendi başımızayken neler yapacağımızı, neler yapmak istediğimizi, ne konuda ilerlemek istediğimizi ve ne konuda ilerlememiz gerektiğini de düşünerek, kendimize, “Yalnız kaldığımda yapacağımız işler” diye bir dosya oluşturmamız gerekir. Tüm bunlar, aslında yalnızlığa çare olarak görünse de, insanın yalnız kalmayı sevmesinin adımlarıdır. Bir müddet sonra, “Etrafımdaki insanlar gitse de, artık şu işlerimi halledebilsem” demeye başlarsınız. Bunu derken kendinize bile şaşırır halde bulursunuz kendinizi, çünkü daha önce böyle bir cümleyi size hiçbir güç kurduramazdı. Eskiden bir buluşma iptal olduğunda hemen üzülürdünüz ama şimdi bir buluşma iptal olduğunda işlerinizi halletmeniz için fazladan zamanınız olduğu için sevineceksiniz. İnsanlarla daha az görüşeceksiniz, ama bu, sizi üzmeyecek bilakis sevindirecek. Yalnızlığın tadına bir kere bakanlar için, yalnız kalamamak bir eziyettir çünkü. Çünkü en çok orada kendiniz olmayı öğrenebilirsiniz. Peki yalnız olmadığınız anlar, örneğin dışarıya çıkmanız gerekli, dışarıda olmanız gerekiyor, bu durumda ne yapacaksınız. Tabii ki, en iyi bildiğiniz şeyi yapacaksınız.

      Dışarıda olduğunuzda, yalnızken yaptığınız gibi, kendinize birtakım görevler vermeniz gerekir. Bu görevleri tamamlamak için çabalarken, “Ne arıyorum ben burada” diye düşünmeniz gerekmez, çünkü artık ne aradığınızı biliyorsunuz. İnsan dışarıya çıkıyorsa, ne yapacağını bilerek çıkmalıdır, bir amacı olarak çıkmalıdır. Bir amacı yoksa, onu yaratmalıdır da. Dışarıya çıkmak da, en az yalnız kalmak kadar önemli bir konudur. Hayatın farklı alanlarıdır bunlar ama ikisi de hayatın içindedir. Hayatla ilgili olan her şeyi ciddiye alabilmeliyiz. Nasıl ki dışarı çıkmak için sabırsızlanmamamız gerekiyorsa, eve gitmek ve yalnız kalmak için de sabırsızlanmamamız gerekir. İşte bunun için, içeride ve dışarıda hedeflerimiz olmalı. Bu hedefler sayesinde edineceğimiz bir kazanım da, ne yapacağını bilen adam olmaktır.

   En son olarak da, ilerlemek açısından en önemli olan konuya değinmek istiyorum. Düzenli olarak yapmaktır bu. Her ne konuda ilerlemek isteniyorsa istensin, bunu sağlayacak en önemli şey, her gün yapmaktır. Her gün yapmanın değeri, uzun edimde ortaya çıkar. Bunu anlayabilmek için yeteri kadar sabırlı olmak da gerekir. Örneğin bir kitabı bitirmek istiyoruz, günde elli sayfa yüz sayfa da okuyabiliriz. Ama bunu yaptığımız zaman, üç dört gün sonra okumak eyleminden istemsiz olarak sıkılabiliriz.

        Bunun yerine, günde on sayfa okuma hedefi koyarsak sadece. Düzenli olarak bunu yapabiliriz. Otuz gün sonra da, günde on sayfa okumaya devam edebiliriz. On sayfadan daha fazla da okuyabiliriz elbette, ama on sayfa okuduktan sonra, artık yapmamız gereken bir şey olmadığını biliriz ve eğer sıkılırsak, on sayfada bırakırız okumayı. Böylece aylarca hiç durmadan ilerleyebiliriz. Kendimize elli sayfalık bir görev verseydik eğer, ilk üç gün kendimizi zorlayarak yapabiliriz belki, ama daha sonrasında, elli sayfa okumak zorunda olmak, bize işkence gibi gelebilir ve bu işkenceyi çekmek istemiyorum diyerek okumayı tamamen bırakabiliriz. İşte bu noktaya savrulmamak için, ilerlemek istediğimiz işlerde, her gün yapmamız gereken ama yaparken de bizi zorlamayacak bir görev koymalıyız kendimize. Bu görevleri bitirmek oldukça basit olacağı için, eğer istiyorsak, o gün istediğimiz başka işlerde de bir şeyler yapabiliriz, çünkü bunları yapmak için de epey zamanımız olacaktır.

     Şimdi yalnızken neler yapacağımızı biliyoruz. Artık yalnız olmak bizim için bir sorun olmaktan çıktı. Çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimize de değinmenin vakti geldi. İlk olarak tekrardan, yalnız olmanın, maalesef, hayattaki tek gerçek olduğunu bilmek zorundayız. İnsan, yalnızlığı bir esas olarak kabul etmelidir. Yalnızlığının etrafına ise güzel bir çevre kurabilir. Yani esas olan şeyi unutmamamız gerekir asla. Yalnız olmanın insana sağladığı faydaları, etrafımızda insanlar varken kolayca unutabiliriz. Bunları unutup, bir müddet tamamen diğer insanlarla vakit geçirdiğimizde, sadece bir gün bile yalnız kalırsak, ne kadar büyük bir hata yaptığımızı anlarız ama her şey için çok geç olur, her şeye baştan başlamamız gerekebilir. Her şeye baştan başlamamak için, dışarıyla olan iletişimimizde de dikkatli olmalıyız. Diğer insanlarla, yalnızlığı unutmadan etkileşim kurmalıyız.

      İnsanlarla etkileşim kurarken dikkat etmemiz gereken bir şey vardır. İnsanlar, maalesef ne yapacakları belli olmayan yaratıklardır. Kendimizi asla onlara tamamen yaslamamalıyız. Akıllı insanlar, taşlara takılıp tökezlemedikleri gibi, insanlara da takılıp tökezlemezler. Nasıl ki taşlara takılıp yere düştüğümüzde, bunun suçunu taşlara atamıyorsak; insanlara takılıp düştüğümüzde de, bunun suçunu insanlara atamayız. Biz dikkatli bir şekilde yürümeliyiz. İnsanlara, bizi düşürebilecek olan konularda yaslanmamalıyız. Yaslanırsak eğer, düşmemiz bir başkasının değil, kendi suçumuz olur.

     İnsanları kendi yanımıza çekmeye de uğraşmamalıyız. Biz çıkarsız bir şekilde konuşuruz elbette, onlar isterlerse zaten yanımıza geleceklerdir. Bunun için ayrıca çabalamamıza lüzum yoktur. Mıknatıs olmalıyız, yeteri kadar çekemiyorsak, dahası için uğraşmamalıyız. Bir konuda fikrimizi söylerken de asla, insanları çekmek için uğraşmamalıyız. Yapmamız gereken şey, gerçekten ne düşündüğümüzü söylemektir.

    Ne düşündüğümüzü, bir demire söylersek bize doğru çekilecektir zaten, bunun için uğraşmış olmayacağız. Ama bir plastiğe söylersek, ne kadar çekmek için uğraşırsak uğraşalım çekemeyeceğiz, elimizle alıp yanımıza getirsek bile, asla bize yapışmayacaktır bir plastik. İşte bu yüzden, çekmek için asla uğraşmamalıyız. Düşüncelerimizi doğrudan söyleyerek, zaten mıknatıs oluyoruz, gerisi bizim işimiz değil. Önemli olan, ne düşündüğümüzü mantıklı bir şekilde açıklayarak söylemektir. Kendi zekamızla kattığımız yorum bizim mıknatısımızdır. Birisini çekmek için uğraşmayız böylece, ama yalan söyleseydik aslında birisini çekmek için uğraşmış olacaktır. Ve zorla çekilenler, asla gelmek istemezler çekildikleri yöne. Gerçek anlamada gelmeleri için, kendi ayaklarıyla gelmelidirler.

      Kendi ayaklarıyla gelmeleri için de anlatabilmemiz gerekir. Anlaşılmayı beklememiz değil. Eğer anlaşılmak istiyorsak, anlatmamız gerekir sadece. Mantıklı bir şekilde anlattığımız takdirde, anlaşılmayı beklememiz gerekmez. Zaten anlaşılırız, çünkü anlatmışızdır, kimsenin anlamasını beklememiz gerekmez artık. Bir konuyu bir kere anlattıktan sonra ise, daha fazla anlaşılmak için uğraşmamamız gerekir. Çünkü bizim üstümüze düşen şey, anlatmaktı. Biz üstümüze düşeni yaptık, şimdi onların anlaması gerekir. Bir de onların anlaması için uğraşmamalıyız, bu anlamsız olacaktır. Bir konuda asla ısrar etmemeliyiz, anlaşılmak konusunda da ısrarcı olmamalıyız. Anlatmak bizim görevimizdir, evet, ama anlaşılmak tek başına sağlanamaz, karşıdakilerin de anlamak için uğraşması gerekir. Uğraşmıyorlarsa, onları uğraşmaları için zorlayamayız, ısrar edemeyiz. Biz üstümüze düşeni yaptık diyerek, gururlu olmalıyız. Başkalarının yanlışları bizi ilgilendirmez.

    Bazı ortamlarda, özellikle de yeni tanışılan ortamlarda, herkes çok ince, çok kibar bir şekilde konuşur birbiriyle. Ancak o ortamdaki herkes, bu konuşma tarzının gerçek olmadığını da bilir. Buna rağmen, hiç kimse de çıkıp, “Ne yapıyoruz lan biz” diye sormaz. İşte bu soruyu sorması gereken kişi, bu saçmalığı fark eden kişi olmalıdır. Bu gerçek dışılığı fark ettiğimiz anda, “Bu gerçek değil” diyebilmeliyiz. Biz özneyiz çünkü, hiç kimseyle konuşmak istemediğimiz yapay bir tarzda konuşmak da istemeyiz. Hadi bitirelim şunu deyip, samimi bir şekilde konuşmaya doğru çekeriz karşımızdakileri. Bunu yapmanın güzel bir yolu da, karşımızdaki kişiye, sanki kırk yıllık dostumuzmuş gibi davranmaktır, bunu yaparken de bir takım kırmızı çizgilere de dikkat etmek gerekir. Kırk yıllık dostunuz gibi davranacaksınız elbette ama onların kırk yıllık dostunuz olmadığını da aklınızdan çıkarmayacaksınız. Örneğin, küfür etmeyeceksiniz, konuşmak istemiyor olabileceği konularda zorla konuşturmaya çalışmayacaksınız, belirli bir ahlak çerçevesinde, olabildiğince ince davranacaksınız. İşte bunu yaptığınızda, o yapaylıktan rahatça sıyrılacaksınız.

     Bir diğer yapaylık türü de, türkücü alçakgönüllülüğü göstermektir. Bir şeyi güzel yaptığını düşünüyorsan, bu konuda mütevazı olmana da gerek yoktur. Ne demiştik, yapaylık istemiyoruz. Biz özneyiz ve bir özne gibi davranmasını da biliriz, bir konuda iyi olduğunuzu söylediklerinde, “Estafirullah, üstatlar varken” gibi laflar kurmamıza gerek yoktur. Bir iltifat aldığınızda, teşekkür ederek o iltifatı karşılayabilirsiniz, “Yok ben öyle değilim, şöyle kötüyüm, böyle berbatım” demenize gerek yok. Bu da yapaylığın tillahıdır.

    Çevre konusunda belki de en önemli şey, sahnede olmaktır. Sahnede olmak demek, aslında özne de olmaktır. Bir noktada, sahneye çıkabilmeye cüret edebilmek gerekir. Sahneye çıkma vaktiniz geldiyse, o sahneye çıkacaksınız. O sahneye çıkmak, sizin dansınızın başlayacağının da bir işaretidir. Sahneye çıkmaktan çekinmememiz gerekir, ama her bulduğumuz sahneye de atlamamamız gerekir. Örneğin bilmediğimiz bir konuda konuşulurken, dur şimdi sahneye çıkayım derseniz, gereksiz bir davranışta bulunduğunuzu gösterirsiniz. Ancak konu, iyi bildiğiniz veya bir fikrinizin olduğu alana gelirse de, bu sahneye çıkmayı hak ediyorsunuzdur. O sahneye çıkmaktan korkmamanız, oraya çıkmaya cüret etmeniz gerekir. Sahnedeki adam olmak, olabilmek, değerlidir.

      Önemli bulduğum tüm noktalara değindiğim bir noktadayım şimdi. Bundan sonra söylemek istediğim son bir şeyler var elbette. Öncelikle, tüm yazılar bir bütündür, yani sonunu anlamak için başını, başını anlamak için de sonunu bilmek gerekir. Bu sebeple, bu yazıyı gerçekten anlamak için, derhal ikinci kere de okumanızı öneririm. Söylemek istediğim diğer nokta da şu, güzel bir hayat yaşamak da yazı yazmak gibidir, aslında çok kolaydır ama bir takım kurallara dikkat etmek gerekir, kurallara dikkat edeceğim diye ise, yazmaktan nasıl vazgeçmiyorsak, güzel yaşamaktan da vazgeçmemeliyiz. Güzel ve bütünlüklü bir yazı yazmak için nasıl ki o yazıyı kurgulayarak başlamamız gerekiyor, güzel bir hayat yaşamak için de öncelikle o hayatı kurgulamamız gerekiyor. Bu yazıyla aslında, güzel bir hayatı kurgulama işlemini yaptık. Güzel bir yazı yazmanın tek şartı, kurallara dikkat ederek, bir şekilde yazmaya başlamaktır. Güzel bir hayat yaşamanın tek şartı da, kurallara dikkat ederek, bir şekilde yaşamaya başlamaktır. Nasıl ki yazmaya başlamadan bir yazıyı tamamlayamıyorsak, yaşamaya başlamadan da güzel bir şekilde yaşayamayız. İşte bu yüzden, ne için olursa olsun, o işi oturup yapmak gerekiyor. Yazı yazmak için de oturup yapmamız gerekiyor, güzel yaşamak için de oturup yapmamız gerekiyor. Tüm kuralları bilsek de, oturup yapmazsak, bütünlüklü bir yazı yazamayız; aynı şey, yaşamak için de geçerlidir.