16 Nisan 2022 Cumartesi

Parerga ve Paralipomena (s.380- 5)

 Hayat bilgeliğinin bir diğer önemli noktası, şimdiki zaman ve gelecek ilişkisini doğru kurgulamaktan geçer. Zira aksi takdirde bunlardan biri, diğerinin mahvolmasına neden olabilir. Vurdumduymaz kişiler, olması gerekenden daha fazla şimdiki zamanı yaşar. Korkak ve ürkek olanlar ise çok fazla gelecekte yaşar. Hatta bir insanın doğru ölçüyü tutturduğunu görmek daha ziyade istisnai bir durumdur. Ümitleriyle sadece gelecekte yaşayan ve sürekli olarak sadece önüne bakanlar, sabırsızca bekledikleri olayın gerçekleşmesini bekleyenler ve bunun onlara mutluluk getireceğini varsayanlar, şimdiki zamanın tadını çıkarmadan ve hazzına varmadan akıp gitmesine müsaade eder. Bu türden insanlar bütün o bilmiş hallerine rağmen İtalyan eşeğine benzer. Çünkü İtalya'da eşekleri harekete geçirmek için kafalarının önlerine bir tutam saman asarlar ve eşek bu samana ulaşmak için hiç durmadan ilerler. Çünkü bunlar ölene kadar sadece iki arada bir derede yaşadıkları için gerçekte varlıklarıyla kendilerini aldatırlar. Gelecek için yapılan planlarla meşgul olmak veya geçmişi değerlendirmek bir yana sadece şimdiki zamanın reel ve hakiki olduğunu hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Üstelik gelecek belki de her zaman, bizim onu kurguladığımızdan farklı şekillenir. Hatta geçmiş bile bizim düşündüğümüzden farklıdır. Sonuçta her ikisi bize daima farklı yansır. Zira uzakta duran cisimler küçük görünür, ama bu cisimler bunun yerine zihnin içerisinde büyür. Sadece şimdiki zaman hakiki ve doğrudur. Bu reel anlamda dolu olan tek zamandır ve bizim varlığımız, yalnızca bu zamanda bulunur. Bu yüzden yaşadığımız zamanın kıymetini daha iyi bilmeliyiz ve içinde bulunduğumuz anı idrak etmeliyiz. Doğrudan anın hazzına varmalı ve bu anı daima neşeyle karşılamalıyız. Ayrıca bu anın güzelliğini, geçmiş ve gelecek düşünceleriyle karatmamamız ve anın hazzına vararak yaşamamız esastır. Aksi durumda zaten herkesin kabul edeceği üzere ziyadesiyle budalaca davranmış oluruz. Hayatın güzel bir anını, geçmişte yaşananlar veya gelecek endişesiyle mahvetmek, gerçekte o anı hiç yaşamamaktır. Ayrıca gelecek kaygısına ve geçmişin üzüntülerine bir zaman dilimi ayrılmıştır ve işte bu zaman diliminde gelecek planları yapılmalı ve geçmişin muhasebesine gidilmelidir. Fakat buna karşın şimdiki zamanı, olabildiğince değerlendirmek durumundayız. Seneca her bir günü münferit bir yaşam kabul etmelidir, der. Çünkü sadece şimdiki zaman reel olduğu için bunu olabildiğince keyifli hale getirmek ve o anı yaşmak gerekir. Gelecekte bizi rahatsız etmesi beklenen fenalıkların, o anın huzurunu kaçırması için ancak kesin olarak gerçekleşecekleri biliniyor olmalı ve ayrıca bunların ne zaman gerçekleşecekleri tespit edilmelidir. Ama kanaatimce insanın başına gelebilecek fenalıkların çok azı, bu şekilde tespit edilebilir ve bu yüzden en iyimser yorumla, muhtemel olarak değerlendirilmeleri gerekir. Her durumda eğer bu varsayım sürekli düşünülürse o zaman insanın bütün huzuru kaçar ve her dakikası diken üstünde geçer. Öyleyse huzurumuzun belirsiz birtakım fenalıklar tarafından kaçırılmasını istemiyorsak bu fenalıkların bize hiçbir zaman uğramayacaklarını veya en azından kısa bir zaman içerisinde uğramayacaklarını düşünmeliyiz. Fakat diğer yandan korkular ne kadar azalırsa istekler, arzular ve talepler o oranda artar. Goethe'nin sevilen şarkısı olan ben hayatımı hiçbir şey üzerine kurdum, esasında insanın sadece tüm isteklerinden kurtulduğu ve çıplak varlığına geri döndüğü anda insani mutluluğu oluşturan manevi huzura kavuşabileceğini anlatır. Goethe'ye göre hayat ancak bunun ardından dayanılır bir hale gelir. İşte tam bu yüzden bugünü sadece bir kez yaşayabileceğimizi ve bu günün bir daha asla geri gelmeyeceğini kavramamız gerekir. Eğer yarın yine geri geleceğini düşünürsek yanlış düşünürüz, zira yarın başka bir gün gelecektir. Üstelik yarın gelecek olan gün bile sadece bir kez gelecektir. Bu noktada her gelen yeni günün, hayatın asla yerine konulamaz bir parçası olduğunu ve parçaların bütünde bir araya geldiğini asla unutmamalıyız. Aynı şekilde şimdiki zamanın değerini hastalandığımızda veya sıkıntıya düştüğümüzde, yaşadığımız rahatsızlıkları ve acıları anımsayarak daha iyi tayin edebilir ve bunun neticesinde o günün hazzını daha bilinçli bir şekilde almaya çalışırız. Ama çoğu zaman bu güzel günlerimizi, ne olup bittiğini bile anlamadan heba ediyoruz ve ancak kötü günler geldiğinde yaşadığımız o güzel günlerin kıymetini anlayabiliyoruz. Yüzlerce günü ve binlerce saati, asık suratlı bir şekilde karşılıyor ve uğurluyoruz. Kötü günler geldiğinde ise hazzına varamadığımız bu günlerimizin ardından ağlıyoruz. Hatta fazla sıkıntıyla karşılaşmadığımız şimdiki zamanın yani içerisinde yaşadığımız zaman diliminin, arkadan iterek ve bir nevi süratlendirerek bir an önce gitmesini ve bitmesini sağlamak için didiniyoruz. Acelemiz varmış gibi içinde yaşadığımız şu anın, hemen geçmiş zaman olması için elimizden geleni yapıyoruz. Çünkü şimdiki zamanın, geçmiş zaman olduğunda sonsuzluğun ışığı altında hafızamıza kazınacağını biliyoruz. İşte bu hafıza, tüm bu anılarımızı bizim için saklar ve beklediğimiz o kötü gün geldiğinde sonsuzluğun perdesini aralayarak bizim içsel hasretimizin nesnelliği olmasını sağlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder