- Tüm aldatmacaları açığa vurmak ve tüm önyargıları yıkmak isteyen Nietzsche, 1881’de Tan Kızıllığı’nı (Morgenröte), 1881-1887’de Şen Bilim’i (Die fröhliche Wissenschaft), 1883’te Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün (Also sprach Zarathustra) ilk bölümünü yayımladı. 1885’e kadar bu sonuncu yapıtını yazmaya devam etti. 1886’da İyinin ve Kötünün Ötesinde (Jenseits von Gut und Böse) 1887’de de Ahlakın Soykütüğü Üstüne’yi (Zur Genaologie der Moral) yazdı ve yayımladı. 1888’de Putların Alacakaranlığı’nı (Götzen - Daemmerung), yayımcıya gönderdi (kitap ertesi yıl basıldı). Wagner Olayı (Der Fall Wagner) Eylül 1888’de basıldı ve Deccal’i (Der Antichrist), aynı yıl yayımcıya gönderdi. 1889’da, Torino’nun bir sokağında aniden yere yıkıldı. Jena’da hastaneye yatırıldı. Önce annesi onu yanına aldı, sonra kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, kardeşini Weimar’daki evine götürdü. Nietzsche, yaşamının sonuna kadar hiç konuşmadı. Yalnız zaman zaman zekâ belirtileri gösterdi. 1888’de Nietzsche Wagner’e Karşı (Nietzsche Contra Wagner); 1888’de Ecce Homo adlı yapıtları yayımlandı. 1886’dan beri yazmakta olduğunu arkadaşlarına söylediği Güç İstenci (Der Wille zur Macht) adlı yapıtından taslaklar, aforizmalar ve parçalar kalmıştır.
-1874’ten itibaren Nietzsche, sürekli baş ağrılarından yakınmaya başladı. Aynı yıl, iki yıllığına çalıştığı fakültenin dekanlığına atandı. Mayıs 1879’da sağlık nedenleriyle istifa etmek zorunda kaldı. Bundan böyle, on yıllık öğretim görevinden dolayı kendisine bağlanan emekli aylığı ile kanton yönetiminin bağışları biricik geçim kaynağını oluşturdu. İnsanca, Pek İnsanca (Menschliches, Allzumenschliches) adlı yapıtının ilk iki cildini tamamladı. 1873-1876 arasında Çağa Aykırı Düşünceler (Unzeitgemaesse Betrachtungen) adlı dört ciltlik yapıtını yayımladı. Daha sonra yaşamı, bir kentten öbürüne göçmekle geçti; Marienbad, Rapallo, Roma, Nice, Venedik, Torino, Sils-Maria. Yapıtlarını bu göçebeliği sırasında yazdı. Wagner’le olan dostluğu bestecinin Menschliches, Allzumenschliches’in ilk cildini, filozofun da Parsifal’i yermesi üzerine son buldu (1878). Tüm aldatmacaları açığa vurmak ve tüm önyargıları yıkmak isteyen Nietzsche, 1881’de Tan Kızıllığı’nı (Morgenröte), 1881-1887’de Şen Bilim’i (Die fröhliche Wissenschaft), 1883’te Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün (Also sprach Zarathustra) ilk bölümünü yayımladı. 1885’e kadar bu sonuncu yapıtını yazmaya devam etti. 1886’da İyinin ve Kötünün Ötesinde (Jenseits von Gut und Böse) 1887’de de Ahlakın Soykütüğü Üstüne’yi (Zur Genaologie der Moral) yazdı ve yayımladı. 1888’de Putların Alacakaranlığı’nı (Götzen - Daemmerung), yayımcıya gönderdi (kitap ertesi yıl basıldı). Wagner Olayı (Der Fall Wagner) Eylül 1888’de basıldı ve Deccal’i (Der Antichrist), aynı yıl yayımcıya gönderdi. 1889’da, Torino’nun bir sokağında aniden yere yıkıldı. Jena’da hastaneye yatırıldı. Önce annesi onu yanına aldı, sonra kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, kardeşini Weimar’daki evine götürdü. Nietzsche, yaşamının sonuna kadar hiç konuşmadı. Yalnız zaman zaman zekâ belirtileri gösterdi. 1888’de Nietzsche Wagner’e Karşı (Nietzsche Contra Wagner); 1888’de Ecce Homo adlı yapıtları yayımlandı. 1886’dan beri yazmakta olduğunu arkadaşlarına söylediği Güç İstenci (Der Wille zur Macht) adlı yapıtından taslaklar, aforizmalar ve parçalar kalmıştır.
-Nietzsche, bilimsel hakikat de dahil olmak üzere, her türlü hakikatin içyüzünü ortaya çıkardı; insanın ayırt edici özelliği olan icat gücünü ve aynı zamanda yeniliğe karşı direnişini (yabancısı olduğu şeyi “barbarca”, kendi aklına uyduramadığı şeyi “akıldışı” diye niteleyen o değil midir?) göstermeye çalıştı.
-Doğada, kendi dehasını ortaya koymaktan kaçınmış olan ve sonra da sağına, soluna, önüne ve her tarafına kaçamak bakışlar yönelten insandan daha yalnız ve iğrenç bir yaratık (Geschöpf) yoktur. En
-Bu dünyada sadece senin üzerinde yürüyebileceğin tek bir yol vardır. Nereye gider bu yol? Bunu sorma, sadece o yoldan git. Şu sözü söyleyen kimdi: “gittiği yolun kendisini nereye götüreceğini bilmeyen biri kadar yücelen hiç kimse yoktur.”
-Gerçek dostları olan hiç kimse, tüm dünya düşman olarak karşısına dikilse bile, gerçek yalnızlığın ne olduğunu bilmez.
-Schopenhauer tamamen münzevi bir kişiydi; kendisine teselli verebilecek tek benzer görüşlü arkadaşı yoktu – ve bir ile hiç arasındaki sonsuzluk işte burada yatmaktadır,
-Bu yeryüzünde, böylesine moda bir yaşamın ötesinde, keşfedilmeyi ve başarılmayı bekleyen daha üstün ve daha saf şeyler olduğunu ve varoluşu yalnızca bu çirkin kılık içinde bilen ve değerlendiren herkesin varoluşa büyük bir haksızlık yaptığını gayet iyi biliyordu.
-Ve eğer ormanlar giderek seyrekleşirse, kütüphanelerin odun, saman ve tutuşturucu malzeme olarak değerlendirilmelerinin zamanı gelmiş olmayacak mıdır?
-Siyasal bir yenilik, insanların ebediyen bu yeryüzünün mutlu sakinlerine dönüştürmek için nasıl yeterli olabilir? Ama
-“Canın sıkkın ve kötüsün, bu iyi ve yerinde bir durum; ama eğer bir kerecik olsa bile gerçekten kızabilseydin, çok daha iyi olurdun.”
-O nedenle, son derece dürüst olmak gerekirse, işlerin daha iyi yürümesi için hepimizin bir kerecik bile olsa gerçekten kızması gerek.
-“Mutlu bir yaşam imkânsızdır: bir insanın erişebileceği en üstün şey kahramanca bir yaşamdır. Böyle bir yaşam hangi tarzda ve hangi nedenle olursa olsun, ezici tuhaflıklar karşısında bir şekilde herkese faydası dokunacak bir şey için mücadele eden, sonunda galip gelen ve galibiyeti için küçük bir ödül alan ya da hiçbir ödül almayan kişi tarafından yaşanır. Böylece o sonunda, tıpkı Gozzi’nin Re Corvo’sundaki gibi,[34] kendisinin bir taşa dönüştüğünü görecektir, fakat soylu bir duruşla ve yüzünde bir cömertlik ifadesiyle.
-“Olduğum gibi kalmak istiyorum!” Korkunç bir karar bu; o bunu ancak yavaş yavaş kavrar. Çünkü o şimdi dudaklarında bir dizi alışılmadık soruyla varoluşun derinliklerine inmelidir: “Ben niçin canlıyım? Hayatın bana vereceği ders nedir? Olduğum şey haline nasıl geldim ve olduğum şeyden dolayı niçin acı çekiyorum?
-Bir hayvan gibi yaşamak, açlığın ve arzuların kulu olmak ve buna rağmen bu yaşamın doğasına ilişkin hiçbir kavrayışa varamamak gerçekten de ağır bir cezadır ve içini kemiren bir eziyet tarafından çöllerde sürüklenen, nadiren tatmin olan ve üstelik de bunun, diğer hayvanlarla girişeceği leş parçalama mücadelesi boyunca ya da mide bulandırıcı bir açgözlülük veya tıka basa doymaktan ötürü şiddetli acıya dönüşen bir tatmin olduğu bir av hayvanının kaderinden daha kötü bir kader düşünemeyiz. Daha üstün bir ödül olmaksızın, yaşama böylesine körce ve çılgınca yapışmak, kişinin cezalandırıldığını ve niçin bu şekilde cezalandırıldığını hiç bilmemek, bunun yerine sanki bir mutlulukmuş gibi korkunç bir arzunun anlamsızlığıyla tam da bu cezalandırmaya susamak –işte hayvan olmanın anlamı budur.
-Ama şu hususu dikkatlice değerlendirin: Hayvan nerede biter, insan nerede başlar! Doğanın tek kaygısı olan o insan! Biri mutluluğu arzuladığı kadar yaşamı arzuladığı sürece, henüz bakışlarını hayvanın ufkunun üzerine çıkaramamıştır, tek fark, hayvanın kör bir içgüdüyle peşinde koştuğu şeyi, onun daha fazla bilinçle arzuluyor olmasıdır. Fakat yaşamlarımızın en büyük bölümü boyunca hepimizin önündeki yol budur: Çoğu zaman hayvanlığı aşmayız, bizler anlamsızca acı çekiyor gibi görünen o varlıkların ta kendisiyiz.
-Bir şeyi kabul etmek kimi zaman onu anlamaktan daha zordur ve şu önerme üzerinde düşündüklerinde çoğu insanın yaşayacağı deneyim tam da budur: “insanlık durup dinlenmeden tekil büyük insanı (einzelne grosse Menschen) yaratma doğrultusunda çalışmalıdır – görevi yalnızca ve yalnızca bu olmalıdır.”
-Sekizincisi, can sıkıntısından kaçış. Gerçek düşünür boş zamandan başka bir şeyi özlemezken, sıradan bilgin boş zamandan kaçar çünkü onunla ne yapacağını bilmez. Sıradan bilgin aradığı rahatlığı kitaplarda bulur: Bu, onun düşünmekte olan diğer insanları dinlediği ve böylelikle uzun bir gün boyunca kendisini eğlendirdiği anlamına gelir.
-Tümüyle mutlu olan çağlar, bilgini ne tanıyor ne de ona ihtiyaç duyuyordu; tümüyle hasta ve kasvetli çağlar ise bilgine üstün ve en onurlu insan olarak değer vermiş ve ona en yüksek payeyi vermiştir.
-Schopenhauer devletin tek amacının iç düşmanlara, dış düşmanlara ve koruyuculara karşı koruma sağlamak olduğuna ve devlete koruma dışında başka bir amaç atfetmenin, onun gerçek amacını kolayca tehlikeye atabileceğine inanıyordu.
-Politikacılar dışındaki insanların politika ile ilgilenmek zorunda kaldıkları tüm devletler kötü bir şekilde kurulmuştur ve bu politikacı bolluğundan dolayı yok olmayı hak eder.
-Filozof yalnızca büyük bir düşünür değil, ama aynı zamanda gerçek bir insandır. Peki, bilginin gerçek bir insan olduğu görülmüş müdür? Kavramların, fikirlerin, geçmişteki olayların veya kitapların kendisi ile şeyler arasına girmelerine izin veren herhangi biri –başka bir deyişle, kelimenin en geniş anlamında tarihe yazgılı olan herhangi biri– asla şeyleri ilk defa görmeyecek ve kendisi de asla ilk defa görülen bir şey olmayacaktır. Ama bu iki özellik filozofta iç içe geçmelidir, çünkü filozof kendi eğitiminin önemli bir kısmını kendisinden almalıdır ve çünkü filozof kendi kendisine tüm dünyanın bir benzeri ve özeti olarak hizmet eder. Eğer biri kendisini diğer insanların görüşleri doğrultusunda değerlendirirse, o zaman o kişinin kendisinde asla başka insanların görüşlerinden başka bir şey keşfedemeyeceği hiç de şaşırtıcı olmasa gerek! İşte bilginler tam da böyledirler, böyle yaşarlar, böyle görürler.
-Bunları yazmakla, zararlı karşı güçlere rağmen, felsefi dehanın günümüzde ortaya çıkabileceği bazı koşulları ortaya koymuş oldum: Özgür kişilik yiğitliği; erken yaşta insan doğası hakkında bilgilenme; hiçbir bilginlik eğitimi almama; yurtseverliğin getirdiği darlaşmadan bağımsız olma; geçimini sağlama zorunluluğundan muaf olma; devletle hiçbir bağlantısı olmama – kısacası, sadece ve sadece özgürlük, Yunanlı filozofların içinde geliştikleri o harika ve tehlikeli öğenin ta kendisi.
-Devlet hiçbir zaman gerçek ile ilgilenmez, tam tersine her zaman yalnızca kendisi için yararlı olan gerçek ile, daha doğrusu, ister gerçek ister yarı gerçek isterse de hata olsun, kendisi için yararlı olan her şey ile ilgilenir. Bundan dolayı, felsefe ile devlet arasındaki bir ittifak ancak felsefe devlet için tamamen yararlı olacağına, yani devletin çıkarlarını gerçeğin üzerinde tutacağına söz verirse anlamlı olur. Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer devlet, gerçeği hem kendi hizmetine alabilse hem de ücret bordrosuna dahil edebilseydi, bu mükemmel olurdu; ne var ki, hiç hizmet etmemenin ve hiçbir ödeme almamanın gerçeğin temel doğasının bir parçası olduğunu devletin kendisi de çok iyi bilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder