Hayat üzerine bir deneme.
Bir şans sonucu elde ettiğimiz bir hayattan bahsediyoruz öncelikle. Bu noktada
şu genel yargıyı kıralım: ‘’Hayat çok değerli bir şeydir, onu kaybetmememiz
gerekir.’’ Ha ha. Hayır. Hayat bize şans eseri gelmiştir. Çocukken izlediğim
bir bilgi yarışmasında büyük ödülü kaybettikten sonra aşırı üzülen adama,
sunucunun söylediği laf aklımda yer etmiştir her zaman: ‘hâlihazırda sizin olan
bir şeyi kaybetmediniz’’. Hayat da böyledir. Hiçbir zaman bizim olmamıştır ki.
Bir anda bize verilmiştir. Onu elde etmek hiçbir çaba sarf etmemişizdir ve o
yine de bizimdir. Eğer hayata gelmek için birkaç çuval taş taşısaydık, onu
kaybettiğimiz için üzülebilirdik. Ancak hiçbirimiz bunu yapmadık. Birisi gelip
elimize 1000 altın verdi ve gitti. Bu altınları kaybettiği için yıkılan,
perişan olan bir adamı gözümüzün önüne getirelim. En iyi ihtimalle ona bir
ahmak deriz. Evet, hayatın benim gözümdeki pozisyonu işte bu şekildedir. Hiçbir
zaman aşırı önemli değil.
Oturup hiçbir şey
yapmayacağım demek. Bunu söyleyebilmek bir güçtür. Hayat uğruna bir şeyler
verildiği zaman değerli olur. Hiçbir değeri olmayan bir şeye kendin değer
yüklediğin zaman hayatı anlamlandırmaya başladığın zamandır. Bu noktada
koleksiyoncu örneği çok güzel bir örnek oluşturuyor. Bir pul koleksiyonu olan
adamın elindeki pulların değeri ne kadardır? Toplam fiyatı 100 tl olan
pullarının değeri ne kadar diye sorduğumuzda aldığımız cevap asla 100tl
değildir. Çünkü bu para birimi ve diğer hiçbir para biriminin satın almayacağı
bir değeri vardır o pulların. O pullar aslında farkında olsun veya olmasın
koleksiyoncunun kendi dünyasını kurmağa başladığının bir göstergesidir. Hayatın
öznesi olma çabasıdır. Bir ‘’öyle yaşanmaz asıl böyle yaşanır’’ çığlığıdır. Bu
pullara sahip olmak için tüm her şeyini vermeye hazır olan binlerce insan var
dünyada ama aradıkları şeyin bu pullarda gizli olduklarının farkında değiller.
Bir minimalizm savunucusu
gibi veya bir stoacı bir kinik gibi gözükmek istemem. Pullarla sınırlı bahsettiğim
dediğim şey. Pullar sadece bir örnek. Değerli taş koleksiyonu da aynı şeydir, tek
bir araba da. Burada önemli olan şey, diğer hiçbir insanda anlamlı olmayan bir
nesnenin sizin için anlamlı olmasıdır. Diğer hiçbir para birimiyle bu anlamın
kıyaslanamamasıdır. Farklı bir dünyada yaşadığımızın bir belirteci olarak
sunuyorum bunu. GORA gezegeninde doların değersiz olması gibi. Maden suyu
kapaklarıyla alışveriş yapılan bir abi kardeş dünyası gibi. Ha ha.
Yaşam ne zaman anlamlı
olur insan için. Belki de hiçbir zaman olmaz. Ancak ben şunu söylüyorum. Neden
anlamlı olması gereksin ki? Bu ön kabulü kim koydu buraya. Birileri bir kuyuya
bir taş atmış ve tüm insanlık bunun peşinden dolanıp gidiyor. Hayat şu zaman
anlamlı bu zaman anlamlı. Bir tane cesur yürek de çıkıp diyemiyor ki yaşam
anlamlı olmak zorunda değil. Yaşam üzerinde bir anlam bulamıyorum ve ama yine
de yaşayacağım. Ben anlamlı olduğu için yaşamıyorum. Bunları söyleyebilen
birisi yok ortada. Burada çıkıp yaşam anlamsızdır diyemem, bu büyük bir
cesarettir ve aptal cesaretidir. Anlam göremediğimiz şeylere anlamsız
diyemeyiz. Bu ahmaklıktır. Ancak şunu söylüyoruz biz: anlam olsun veya olmasın
benim için pek de önemi yok bunun. Bir oyun vardır bir de onun amacı ama hiç
kimse o amacı gerçekleştirip bölüm geçmek zorunda değildir. Belki bir önceki
bölümü oynamak zevk veriyordur bize. Buna kim karışabilir ki. Birisi gelip bize
‘’diğer bölümü oynasana, bu bölümü zaten
geçmişsin’’ diye dayatabilir mi? Eğer bunu derse dedikten sonra küfür yemeden
gidebilir mi?
Oyunu kurallarına göre
oynamaktan bahsediliyor sürekli. Peki. Biz ne demiştik. Cevapları olanlar için
soru işaretleri. Oyunun kurallarını kim koydu. Kim hangi yetkiyle oyunun
kurallarını koydu. Bu oyunu oynayacağımız ön kabulü de nereden geliyor. Playstation
açılır ve bir kumanda elimize tutuşturulur. Bir iki el oynadıktan sonra bir de
bakılır ki bu lanet olası cihazı oynamak hiç mi hiç eğlenceli değil. Bu noktada
her kim dışarda o kumanda için bekleyen gözleri farkettiği için kumandayı
bırakmazsa bu kişinin kendine ait bir dünyası olmadığını net bir şekilde ortaya
koyabiliriz. Biz elimize tutuşturulan ps kumandasını yere bırakabilen
insanlarız.
Kitaplar müzikler
kadınlar. Zevk aldığım üç şey. Sadece bunlar değil elbet ama ilk aklıma
gelenler. Saniyenin onda biri süresinde aklıma gelenler. Bunların bizde bir
karşılığı var. Okuduğum her kitap benim için mutluluk kaynağı, yazdığım her
yazı, bestelediğim her şarkı benim çocuğum. Birlikte olduğum her kadın benim
çizdiğim bir resim.
Bir kanıt yoluna
gidilmedikçe yazı yazmak oldukça zorlaşıyor bu yüzden söylemiştim o kutlu sözü:
‘’düşünmenin temelinde doğru soruları sormak vardır’’. Sorular için gereken
şeyler ise sadece cevaplardır. Cevapları olanlar için soru işaretleri. Bu
kadını seviyorum dedikten sonra bir soru işareti oluşturmak basittir.
Düşünmenin de bir metodu vardır. Ayakları yere basarak düşünmenin yolu cümleler
kurmaktan geçer. Düşünmek bir kez öğrenildikten ve deneyimlendikten sonra ondan
daha zevkli hiçbir şey yoktur. İnsanların %99’u hayatların boyunca sadece bir
kere bile düşünmemişlerdir. Tamamen kendine ait fikirler oluşturmaktan bahsediyorum.
Yoksa düşünüyorum demeyen tek bir insana da rastlanamaz.
Düşünmek doğurmaktır.
Doğumda en büyük acılar çekilir. Ancak doğum yine de her zaman kutsaldır. Bir
düşüncenin oluşmasının en kolay yolu acı çekmektir. Acı kutsaldır. Bazı
kafalarda acı, düşünmeyi durdururken bazı kafalarda da düşünmeyi başlatır.
Düşünme bir kere başladıktan sonra acıyı keser. Eğer kesemezse acı, düşünmeyi
bitirir.
Düşünmekten alınan zevk
de yine düşünceyi bitirir. Düşünürken zevk aldığını anlayan insanın düşünceleri
durur. Düşünmekten bu denli zevk aldığını hissettiği için ise şaşırır. Ve
şaşırmak düşünmeyi başlatır. Şaşkınlık arttıkça düşünce de artar. Şaşırmak
negatif feedback oluşturmayan bir düşünce üretim anahtarıdır. Bu yüzden
söylüyoruz: şaşırmak iyidir.
Yalnızlığına dönen insan.
Düşünen insandır. Bir düşünürün gününün en az 1/3ünü insanlardan, tutkularından
ve kitaplardan uzakta geçirmesi gerekir. Bunun haricinde nasıl düşünebilir ki.
Düşünmek hiç de basit bir eylem değildir. Dünyada en çok çaba gerektiren ve en
çok zevk veren eylemdir. Bir kere başladıktan sonra bırakması zor olandır. En
büyük bağımlılıktır. Ancak bir kere başlayabilmek hiç de kolay değildir. İnsan
düşünmek için mesai harcamalıdır. Öyle oturduğu yerden haybeye düşündüğünü
iddia eden insan, düşünmediğini beyan ediyordur. Düşünmek çocuk oyuncağı
değildir. Stres çarkı çevirmeye benzemez. Düşünmek ile bir başkasının
düşüncesini dile getirmek sık sık karıştırılır. Karşı çıkmak bir düşünce
yaratmak değildir. Yaratmak tanrılara mahsustur. Tanrıları yaratmak ise insana
mahsustur.
Şiir ve müzik tanrıların dili midir yoksa
tanrılarla konuşmaya çabalayan insanların dili mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder