Hasta olmaya ve güvensizlik duymaya günahkârlık gözüyle
bakar son insanlar: temkinli olurlar. Hâlâ taşlara ya da insanlara takılıp
tökezleyen, budaladır!
==========
Ruhun bedeninden önce ölmüş olacak, hiç korkma artık!”
==========
Bu arada akşam oldu ve pazaryeri karanlığa gömüldü; bunun
üzerine halk dağıldı, çünkü merak ve korku bile yorgun düşer eninde sonunda.
==========
Yeni değerler yaratmak – aslanın da gücü yetmez henüz buna.
Ama yeni bir yaratım için özgürlük yaratmak – buna yeter aslanın gücü. Kendine
özgürlük yaratmak, ödevini bile kutlu bir Hayır’la yanıtlamak: işte,
kardeşlerim, bunun için gerek var aslana. Yeni değerler yaratma hakkını ele
geçirmek – dayanıklı ve saygılı bir tin için, en korkunç adım budur. Gerçekten,
bir yağmacılıktır ve yırtıcı bir hayvanın işidir bu onun gözünde.
==========
aslana. Ama söyleyin kardeşlerim, aslanın gücünün yetmediği,
ama çocuğun yapabileceği ne var ki? Neden yırtıcı aslanın bir de çocuk olması
gerekiyor ki? Masumiyettir çocuk ve unutuş, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendi
kendine dönen bir çarktır, bir ilk hareket, kutlu bir Evet deyiştir. Evet,
kutlu bir Evet-deyiş gerekir yaratma oyununa, kardeşlerim: şimdi kendi istemini
ister ruh, kendi dünyasını kazanır dünyayı kaybeden.
==========
Onun bilgeliği şu: iyi uyumak için uyanık olmak. Yaşamın bir
anlamı olmasaydı da anlamsızlığı seçmek zorunda kalsaydım eğer,
anlamsızlıkların arasında en iyi seçenek bu olurdu doğrusu. İnsanlar bir
zamanlar erdem öğretmenleri ararken, aslında aradıkları neydi, şimdi anlıyorum
açıkça. İyi bir uyku ve üstüne afyonlu erdemlermiş aradıkları!
==========
İyi ve kötü, haz ve acı, Ben ve Sen – renkli buhur gibi
görünüyordu bana, yaratıcı gözlerin önündeki. Kendisini görmek istemiyordu
yaratan – bunun üzerine dünyayı yarattı. Kendi acılarını görmemek ve kendinden
geçmek, mest edici bir haz gibidir acı çekene. Mest edici bir haz ve kendini
kaybetmek gibi görünüyordu bir zamanlar dünya bana.
==========
İyi ve kötü, haz ve acı, Ben ve Sen – renkli buhur gibi
görünüyordu bana, yaratıcı gözlerin önündeki. Kendisini görmek istemiyordu
yaratan – bunun üzerine dünyayı yarattı. Kendi acılarını görmemek ve kendinden
geçmek, mest edici bir haz gibidir acı çekene. Mest edici bir haz ve kendini
kaybetmek gibi görünüyordu bir zamanlar dünya bana. Bu dünya ezelden beri
eksik, bengi bir çelişkinin sureti ve kusurlu bir sureti, – kusurlu yaratıcısı
için mest edici bir haz: – böyle görün bir zamanlar dünya bana.
==========
Bir zamanlar Zerdüşt de insan ötesinin hayaline kapılmıştı,
tüm ötedünyacılar[4] gibi. O zaman dünya acı çeken ve işkence gören bir
tanrının eseriymiş gibi görünüyordu bana.
==========
Sahiden, güçtür tüm varlığı kanıtlamak ve güçtür onu
konuşturmak. Söyleyin bana kardeşlerim, tüm şeylerin en harikası zaten en iyi
kanıtlanmış olan değil midir? Evet, kendi içindeki çelişkisi ve karışıklığıyla
da bu Ben’dir, kendi varlığından hâlâ en dürüst söz eden; yaratan, isteyen,
değer biçen Ben, tüm şeylerin ölçütü ve değeri olan Ben. Ve bu en dürüst
varlık, Ben – bu konuşur bedenden ve hâlâ bedeni ister, şiir yazdığında, hayal
kurduğunda ve kırık kanatlarını çırptığında bile. Hep daha dürüstçe konuşmayı öğrenir
bu Ben: ve öğrendikçe daha çok sözcük bulup saygı duyar bedene ve yeryüzüne.
Yeni bir gurur öğretti bana Ben’im, onu öğretiyorum insanlara: kafasını göksel
şeylerin kumuna artık gömmemeyi, aksine, yeryüzüne anlam veren bu
yeryüzü-kafasını özgürce taşımayı!
==========
Yeni bir istem öğretiyorum insanlara: insanın körlemesine
yürüdüğü bu yolu istemeyi, onu uygun görmeyi, hastalar ve ölüm döşeğindekiler
gibi ondan kaçmaya çalışmamayı!
==========
Sefilliklerinden kaçmak istiyorlardı ve yıldızlar onlara çok
uzaktı. İç çektiler bu yüzden: “Ah, göksel yollar olsa da, usulca yaklaşsak
başka bir varlığa ve mutluluğa!” – Bunun üzerine icat ettiler hilelerini ve
kanlı içkiciklerini! Böylece kendi bedenlerinden ve yeryüzünden
uzaklaştıklarını zannediyorlardı, bu nankörler. Peki kime borçluydular başka
âlemlere gitmelerinin acısını ve sevincini? Bedenlerine ve bu yeryüzüne.
==========
Bedeni Aşağılayanlar Üzerine Bir çift sözüm var bedeni
aşağılayanlara. Ne yeni bir şey öğrensinler, ne de yeni bir şey öğretsinler,
sadece kendi bedenlerine hoşça kal desinler – ve böylece sussunlar. “Bedenim
ben, hem de ruh” – böyle konuşur çocuk. Neden çocuklar gibi konuşmayalım ki?
Ama uyanmış, bilen kişi der ki: Bütünüyle bedenim ben, başka hiçbir şey değilim
onun dışında; ruh da bedendeki bir şeye verilen addır sadece. Beden büyük bir
akıldır, tek bir duygusu olan bir çoğulluktur, bir savaş ve bir barıştır, bir
sürü ve bir çobandır. Senin küçük aklın da bedeninin aletidir, kardeşim, şu
senin “tin” dediğin, senin büyük aklının küçük bir aleti ve oyuncağıdır. “Ben,”
diyorsun ve gurur duyuyorsun bu sözcükten, inanmak istemeyeceksin ama – senin
bedenin ve onun büyük aklı daha da büyüktür oysa; o Ben demez, ama Ben’i
oluşturur. Duyunun hissettiğinin ve tinin idrak ettiğinin kendi içinde bir sonu
yoktur asla. Ama duyu ve tin, her şeyin onlarda sona erdiğine ikna etmek
isterler seni: bu kadar kibirlidir onlar. Duyu ve tin alettir, oyuncaktır:
onların ardındaysa benlik vardır. Benlik bilincin gözleriyle de arar, tinin
kulaklarıyla da duyar. Benlik hep kulak kesilir ve arar: karşılaştırır, zapt
eder, fetheder, yıkar. Egemen olur ve Ben’e de egemendir. Düşüncelerinin ve
duygularının ardında güçlü bir buyurgan, bilinmeyen bir bilge vardır kardeşim –
benlik denir ona. Senin bedeninde yaşar o, senin bedenindir o. Bedeninde senin
en büyük bilgeliğinden daha çok akıl vardır. Kim bilebilir ki, en büyük
bilgeliğin niçin gerektiğini bedenine? Benliğin gülüp geçer Ben’ine ve onun
gururlu sıçrayışlarına. “Ne önemi var ki düşüncenin sıçrayışlarının ve
uçuşlarının benim için?” der kendi kendine. “Amacıma giden birer dolambaçlı yol
bunlar. Ben’in dizginlerini tutan ve onun kavramlarını kulağına fısıldayan
benim.” Benlik der ki Ben’e: “Burada acı duy!” Bunun üzerine Ben acı çeker ve
acıdan nasıl kurtulacağını düşünür – ve tam da bu nedenle düşünmesi gereklidir.
Benlik der ki Ben’e: “Burada haz duy!” Bunun üzerine Ben sevinir ve nasıl sık
sık sevinebileceğini düşünür – ve tam da bu nedenle düşünmesi gereklidir. Bir
çift sözüm var bedeni aşağılayanlara. Aşağılamaları saygılarındandır. Saygıyı
ve aşağılamayı ve değeri ve istemi yaratan nedir? Yaratıcı benlik saygıyı ve
aşağılamayı yarattı kendisi için, hazzı ve acıyı yarattı. Yaratıcı beden,
istemine bir el olarak ruhu yarattı kendisine. Budalalığınızla ve
aşağılamalarınızla bile kendi benliğinize hizmet ediyorsunuz, siz bedeni
aşağılayanlar. Diyorum ki size: Benliğiniz ölmek istiyor ve yaşama sırt
çeviriyor. En çok istediği şeyi yapabilecek halde değil artık: – Kendinden öte
bir şey yaratmak. En çok bunu istiyor, budur onun tüm tutkusu. Oysa çok geç
kaldı artık bunun için: – bu yüzden benliğiniz yok olmak istiyor sizin, ey
bedeni aşağılayanlar. Yok olmak istiyor benliğiniz ve bu yüzden bedeni
aşağılıyorsunuz siz! Çünkü artık kendinizden öte bir şey yaratacak halde
değilsiniz. İşte bu yüzden yaşama ve yeryüzüne öfkeleniyorsunuz şimdi. Haset
dolu, bilinçdışı bir kıskançlık var aşağılamanızın şaşı bakışlarında. Ben sizin
yolunuzdan yürümüyorum, ey bedeni aşağılayanlar! Siz benim için Üstinsana giden
köprü değilsiniz! – Böyle söyledi Zerdüşt.
==========
Kardeşim, bir erdemin varsa ve o senin erdeminse, hiç kimseyle
paylaşmazsın bu erdemi. Gerçekten, ona adıyla hitap etmek ve okşamak istersin;
onun kulaklarını çekmek ve onunla oyalanmak istersin. Bak hele! Şimdi onun
adını halkla paylaşıyorsun ve erdeminle halk ve sürü oldun sen de! Daha iyi
yapmış olurdun: “Dile getirilemezdir ve adsızdır, ruhuma acı ve hoşluk veren,
üstelik yüreğimin açlığını çektiği şey,” deseydin. Erdemin, adların
mahremiyetinden daha yüce olsun; ondan söz etmen gerektiğinde dilinin
dolaşmasından utanma. Böylece ağzında şunları gevele: “Bu benim iyim, bunu
seviyorum, bu tam da böyle benim hoşuma gidiyor, sadece böyle istiyorum iyiyi.
==========
Eskiden tutkuların vardı ve kötü dedin onlara. Ama şimdi
sadece erdemlerin var: onlar senin tutkularından doğdu.
==========
Ve ister ansızın öfkelenenlerden ol, ister şehvetlilerden,
istersen de bağnazlardan ya da intikam düşkünlerinden ol: Sonunda tüm
tutkuların erdemlere dönüşecek, tüm şeytanların da meleklere.
==========
Ve artık bundan böyle kötü bir şey doğmayacak senden, senin
erdemlerinin çatışmasından doğan kötüden öte.
==========
Her bir erdem bir diğerini kıskanır ve kıskançlık korkunç
bir şeydir. Erdemler de mahvolabilir kıskançlık yüzünden. Kıskançlık ateşinin
ortasında kalan, sonunda kendine yöneltir zehirli iğnesini, tıpkı bir akrep
gibi. Ah, kardeşim, hiç görmedin mi şimdiye kadar bir erdemin kendi kendine
iftira edip, iğnesini kendine batırdığını? İnsan aşılması gereken bir şeydir:
işte bu yüzden erdemlerini sevmelisin – çünkü onlarda yok olacaksın.
==========
Demek hayvan başını eğmeden önce öldürmek istemiyorsunuz
onu, siz yargıçlar ve kurban edenler! Bakın, solgun suçlu başını eğdi, büyük
aşağılama konuşuyor gözlerinde. “Aşılması gereken bir şeydir Ben’im: İnsanın en
büyük aşağılanışıdır Ben’im”: böyle konuşuyor bu gözler. Kendi hükmünü vermesi
yaşamının doruk noktasıydı: yücelmiş olanın yeniden alçalmasına izin vermeyin!
Kendi kendinden böyle acı çekene tez bir ölümden başka kurtuluş yoktur.
==========
“Düşman” demelisiniz, “kötü” değil; “hasta” demelisiniz,
“alçak” değil; “budala” demelisiniz, “günahkâr” değil.
==========
Nedir bu insan? Bir aradayken nadiren barış içinde yaşayan
yabani yılanlardan oluşan bir yumak – kendi başlarına giderler uzaklara ve av
ararlar yeryüzünde.
==========
Ancak, bu kulaklarınıza girmez ki: sizin iyilerinize zararının
dokunduğunu söylüyorsunuz bana. Ama sizin iyileriniz benim ne umurumda!
Sahiden, sizin kötüleriniz değil, iyilerinizdeki pek çok şey tiksindiriyor
beni. İsterdim ki, sizi yok edecek bir cinnete kapılasınız, tıpkı bu solgun
suçlu gibi! Sahiden, cinnetinizin adı hakikat ya da sadakat ya da adalet olsun
isterdim; ama erdemleriniz var sizin, uzun bir yaşam ve sefil bir huzur için.
Bir korkuluğum ben ırmak kenarında, tutunabilen tutunsun bana! Sizin koltuk
değneğiniz değilim ama.
==========
Tüm yazılanların içinde insanın kendi kanıyla yazdığını
severim sadece. Kanınla yaz: göreceksin ki kan tindir. Yabancı kanı anlamak pek
de kolay değildir: okuyan aylaklardan nefret ederim. Okuru tanıyan, artık okur
için hiçbir şey yapmaz. Bir yüzyıl daha okurlar olursa – tin bile kokuşacaktır.
Herkesin okumayı öğrenme hakkının olması, zamanla sadece yazmayı değil,
düşünmeyi de mahveder. Bir zamanlar tanrıydı tin, sonra insan oldu ve şimdi
hatta ayaktakımından birisi olacak. Kanla ve özdeyişlerle yazan, okunmak değil
ezbere bilinmek ister. Dağlarda en kısa yol doruktan doruğadır: ama bunun için
uzun bacakların olmalı. Özdeyişler doruk olmalı; kendisine hitap edilen de
irikıyım ve uzun boylu.
==========
Yükselmek istediğiniz zaman yukarıya bakıyorsunuz. Oysa ben,
yükselmiş olduğumdan aşağıya bakıyorum. Var mı içinizde hem gülebilen ve hem de
yükselmiş birisi? En yüksek dağlara çıkan, güler tüm yas-oyunlarına[7] ve yas
ciddiyetlerine.
==========
Cesur, tasasız, alaycı, zorba – böyle olmamızı ister
bilgelik: bir dişidir o ve her zaman yalnızca savaşçıyı sever. Diyorsunuz ki,
“Taşımak zor yaşamı.” Yoksa neye yarardı sabahları gururlu olup da akşamları
teslim oluşunuz? Taşımak zordur yaşamı: ama bu kadar çıtkırıldım olmayın siz
de! Hepimiz şirin, dayanıklı eşekleriz, erkeğiyle dişisiyle. Nedir ortak
yanımız, üzerinde bir çiy tanesi durduğu için titreyen bir gül goncasıyla?
Doğrudur: severiz yaşamı, yaşama değil de, sevmeye alışkın olduğumuz için. Her
zaman biraz çılgınlık vardır aşkta. Ama her zaman biraz da akıl vardır
çılgınlıkta.
==========
İnanacak olsaydım, dans etmesini bilen bir tanrıya
inanırdım. Ve şeytanımı gördüğümde, onu ciddi, sağlam, derin, vakur buldum:
ağırlığın ruhuydu o – onun sayesinde düşer tüm şeyler. Öfkeyle değil, gülmeyle
öldürür insan. Hadi, öldürelim ağırlığın ruhunu! Yürümeyi öğrendim: o zamandan
beri koşturuveriyorum. Uçmayı öğrendim: o zamandan beri kimse itmeden
havalanıveriyorum. Hafifim şimdi, uçuyorum şimdi, kendimle baş başa görüyorum
kendimi, şimdi bir tanrı dans ediyor bende.
==========
Zerdüşt’ün gözleri bir delikanlının kendisinden kaçındığını
görmüştü. Ve bir akşam, “Alaca İnek” denilen şehri çevreleyen dağlarda bir
başına gezmeye çıktığında: o da ne, gezinirken bu delikanlıyı bir ağaca
yaslanıp oturmuş ve yorgun bakışlarla vadiyi seyrederken görmesin mi? Zerdüşt
delikanlının yaslandığı ağacı tuttu ve şunları söyledi: “Bu ağacı ellerimle
sallamak isteseydim, gücüm yetmezdi buna. Oysa gözümüzle göremediğimiz rüzgâr
ona istediği gibi eziyet ediyor, onu eğip büküyor. Görünmez ellerdir bize en
kötü eziyetleri çektirenler, bizi eğip bükenler.” Bunun üzerine delikanlı
şaşkınlık içinde ayağa kalktı ve “Zerdüşt’ün sesini duyuyorum, tam da onu
düşündüğüm sırada,” dedi. Zerdüşt delikanlıya şöyle yanıt verdi: “Bu yüzden
niye dehşete kapılıyorsun ki? – Oysa insanlar da ağaç gibidir. Ne kadar yükseğe
ve aydınlığa çıkmak isterse, o kadar kuvvetle toprağın altına inmek ister
kökleri, karanlığa, derinliğe – kötülüğe.” “Evet, kötülüğe!” diye bağırdı
delikanlı. “Nasıl oluyor da ruhumu keşfedebiliyorsun?” Zerdüşt gülümsedi ve
dedi ki: “Kimi ruhlar asla keşfedilemez. Meğerki yeni icat edilmiş olsunlar.”
“Evet, kötülüğe!” diye bağırdı delikanlı bir kez daha. “Sen hakikati dile
getirdin, Zerdüşt. Yükseğe çıkmak istediğimden beri, ben bile güvenmiyorum
artık kendime, hiç kimse güvenmiyor artık bana – peki, nasıl oluyor bu? Hızla
değişiyorum: bugünüm dünümle çelişiyor. Yukarı çıkarken sık sık basamakları
atlıyorum – hiçbir basamak bağışlamıyor beni. Yukarı vardığımda, hep yalnız
buluyorum kendimi. Hiç kimse konuşmuyor benimle, yalnızlığın ayazı titretiyor
beni. Ne arıyorum ki yükseklerde? Aşağılamam ve özlemim birlikte gelişiyor; ne
denli yükseğe çıkarsam, o denli aşağılıyorum yukarı çıkanı. Ne arıyor ki
yükseklerde? Ne kadar utanıyorum, yukarı çıkarkenki halimden ve
sendeleyişimden! Nasıl da alay ediyorum, nefes nefese kalışımla! Nasıl da
nefret ediyorum uçanlardan! Ne kadar yorgun oluyorum yükseklerde!” Delikanlı
burada sustu. Zerdüşt yanlarındaki ağaca bakıp şöyle söyledi: “Bu ağaç bir
başına duruyor bu dağda; insanlardan ve hayvanlardan daha yükseğe uzanmış.
Konuşmak isteseydi, kendisini anlayan hiç kimseyi bulamayacaktı: o kadar
yükselmiş. Şimdi bekliyor da bekliyor – neyi bekliyor ki? Bulutların yatağına
yakın oturuyor: belli ki ilk yıldırımı bekliyor.” Zerdüşt bunu söylediğinde
delikanlı heyecanlı el kol hareketleri yaparak bağırdı: “Evet, Zerdüşt,
hakikati söylüyorsun. Yükseğe çıkmak istediğimde, batışımdı arzuladığım, ve
sensin beklediğim yıldırım! Bak, ne hale geldim senin bize görünmenden beri?
Sana duyduğum hasettir mahveden beni!” – Böyle konuştu delikanlı ve acı acı
ağlamaya başladı. Ama Zerdüşt kolunu onun boynuna doladı ve onu yanına aldı.
Bir süre birlikte yürüdükten sonra Zerdüşt şöyle söyledi: Yüreğim paralanıyor.
Gözlerin sözlerinden daha iyi anlatıyor bana içinde bulunduğun tehlikeyi. Özgür
değilsin henüz, hâlâ özgürlüğü arıyorsun. Uykusuz ve aşırı uyanık kılmış
arayışın seni. Özgür yüksekliklere çıkmak istiyorsun, yıldızlara susamış ruhun.
Ama kötü dürtülerin de özgürlüğe susamış. Vahşi köpeklerin özgür kalmak
istiyor; tinin tüm zindanların kapısını açmaya çalıştığında, zevkten uluyorlar
mahzenlerinde. Henüz bir tutsaksın benim gözümde, özgürlüğü tasarlayan: ah,
kurnazdır böyle tutsakların ruhu, ama hilebaz ve kötüdür aynı zamanda. Arınması
da gerekir tinden azat olanın. Hâlâ zindanın ve çürümenin izleriyle doludur
içi: arınması gerekir gözlerinin de. Evet, biliyorum seni bekleyen tehlikeyi.
Ancak, sevgim ve umudumla sesleniyorum sana: sevgini ve umudunu fırlatıp atma!
Soylu hissediyorsun hâlâ kendini, sana kızgın olanlar ve kötü bakışlar
fırlatanlar da soylu hissediyorlar kendilerini. Bil ki, herkesin yolunda engel
olan bir soylu vardır. İyilerin de yolunda engel olan bir soylu vardır:
kendileri ona iyi biri deseler bile, böylelikle onu bertaraf etmek isterler.
Yeni şeyler ve yeni bir erdem yaratmak ister soylu kişi. Eski şeyleri ve
eskilerin korunmasını ister iyi kişi. Ama soylu kişideki tehlike onun iyi
olması değildir, aksine, küstah, alay eden, yok eden biri olmasıdır. Ah,
soylular tanırdım, en yüce umutlarını kaybettiler. Şimdi de kara çalıyorlar tüm
yüce umutlara... Şimdi küstahça ve anlık zevklerle yaşıyorlar, hiçbir hedef
koymuyorlar ertesi güne bile. “Tin aynı zamanda şehvettir,” – diyorlardı. Bu
sırada tinlerinin kanatları kırıldı: şimdi sürünüyor ve kemirdiği her şeyi
pisletiyor tinleri. Bir zamanlar kahraman olmayı düşünüyorlardı: şehvet düşkünü
oldular şimdi. Bir öfke ve bir dehşettir kahraman onlara. Ama sevgimle ve
umudumla sesleniyorum sana: gönlündeki kahramanı fırlatıp atma! Kutsal tut, en
yüce umudunu!
==========
“Yaşam sadece acı çekmektir” – böyle der diğerleri ve yalan
söylemiş de sayılmazlar: o halde siz buna bir son vermeye bakın! O halde sadece
acı çekmek olan yaşamı sona erdirmeye bakın!
==========
Eğer yürekten merhametli olsalardı, komşularına yaşamı zehir
ederlerdi. Kötü olmak – bu onların haklı iyiliği olurdu. Oysa yaşamla bağlarını
koparmak istiyorlar: ama zincirleriyle ve armağanlarıyla diğerlerini yaşama
daha sıkı bağladıkları umurlarında mı ki?
==========
Yüreğinizdeki nefreti ve hasedi bilirim. Nefreti ve hasedi
bilmeyecek kadar büyük değilsiniz. En azından kendinizden utanmayacak kadar
büyük olun!
==========
Gözleri daima bir düşmanı arayanlardan olun – kendi
düşmanını. Ve kimileriniz ilk bakışta nefret edenlerdendir. Kendi düşmanınızı
aramalısınız ve kendi düşünceleriniz uğruna kendi savaşınızı vermelisiniz!
Kendi düşünceniz yenilse bile, dürüstlüğünüz zafer çığlıkları atmalı! Barışı
sevmelisiniz yeni savaşların aracı niyetine. Ve kısa süren barışı uzunundan
daha çok sevmelisiniz. Çalışmayı değil, savaşmayı öğütlüyorum size. Barışı
değil, zaferi öğütlüyorum. Çalışmanız bir kavga, barışınız bir zafer olsun!
Ancak oku ve yayı olan birisi susup da oturabilir sessizce: yoksa konuşur ve
çekişir insan. Barışınız bir zafer olsun! İyi bir dava, savaşı bile
kutsallaştırandır diyorsunuz öyle mi? Ben de diyorum ki size: iyi bir savaş her
davayı kutsallaştırır.
==========
“İyi nedir?” diye soruyorsunuz. Cesur olmak iyidir. Bırakın
küçük kızlar: “Aynı zamanda hem güzel, hem de dokunaklı olmak iyidir,”
desinler. Kalpsiz diyorlar size: ama sahicidir sizin kalbiniz ve ben
utangaçlığını seviyorum sizin içtenliğinizin. Siz yüreğinizin taşmasından
utanıyorsunuz ve başkaları yüreklerinin kurumasından utanıyorlar. Çirkin
misiniz? Pekâlâ, kardeşlerim! Yüce olanı alın üstünüze, çirkinliğin hırkasını!
==========
İsyan etmek – budur seçkinliği kölelerin. Sizin
seçkinliğiniz itaat etmek olsun! Buyurmanız bile itaat olsun!
==========
İyi bir savaşçının kulağına “yapmalısın” sözü
“istiyo-rum”dan daha hoş gelir. Ve hoşunuza giden her şeyin önce kendinize
emredilmesini sağlayın.
==========
Sadece nefret edilesi düşmanlarınız olmalı, aşağılanası
düşmanlarınız olmamalı. Gurur duymalısınız düşmanlarınızla: çünkü
düşmanlarınızın başarıları sizin de başarılarınızdır.
==========
Devlet diyorum, herkesin, iyilerin ve kötülerin zehir içtiği
o yere: devlet, herkesin iyilerin ve kötülerin kendini kaybettiği yer: devlet
herkesin yavaş yavaş intihar etmesine – “yaşam” adı verilen yer.
==========
Şu çevik maymunların tırmanışına bakın! Birbirlerinin
sırtına tırmanırlar, böylece çamura ve derine batarlar.
==========
Büyük ruhlar için özgür bir yaşam açık duruyor önlerinde
hâlâ. Sahiden, kim az şeye sahipse başkaları da ona daha az sahip olur: şan
olsun küçük yoksulluğa! Orada, devletin bittiği yerde başlar, fazlalık olmayan
ilk insan: orada başlar gerekli olanın şarkısı, biricik ve eşsiz bir biçimde.
Oraya, devletin bittiği yere – oraya bakın kardeşlerim! Görmüyor musunuz
gökkuşağını ve Üstinsana giden köprüleri?
==========
Yeni değerleri bulanların etrafında döner dünya: –
görünmezdir dönüşü. Oysa oyuncuların etrafında döner halk ve ün: böyledir
dünyanın gidişatı.
==========
Yalnızlığın bittiği yerde başlar pazaryeri; ve pazaryerinin
başladığı yerde başlar büyük oyuncuların gürültüsü ve zehirli sineklerin
vızıltısı. Onları sahneye koyan biri olmadıkça, en iyi şeyler bile bir işe
yaramaz bu dünyada: büyük adamlar der halk bu sahneye koyanlara. Pek kavramaz
halk büyük olanı, yani: yaratanı. Ama hoşlanır büyük davaları sahneye koyan ve
oynayan herkesten.
==========
Bu dediği dedik, ısrarcı kişileri kıskanma sen hakikat
sevdalısı! Hakikat hiçbir zaman dediği dedik birinin kollarına bırakmamıştır
kendini. Bu apansızlar yüzünden geri dön güvende olduğun yere: sadece
pazaryerinde saldırırlar bir Evet ya da Hayır’la adamın üzerine. Yavaştır
idraki tüm derin kuyuların: uzun süre beklemeleri gerekir, derinliklerine neyin
düştüğünü anlayabilmeleri için. Pazaryerinin ve ünün öbür tarafında yer alır
büyük olan ne varsa: çarşının ve ünün öbür tarafında yaşamıştır daima, yeni
değerler yaratan kim varsa. Kaç dostum, yalnızlığına kaç: zehirli sineklerin
soktuğunu görüyorum seni. Kaç, rüzgârın sert ve şiddetli estiği yere! Kaç
yalnızlığına! Küçüklere ve sefillere fazla yakın yaşıyordun. Kaç onların
görünmez intikamından! Sana karşı, intikamdan başka bir şey değildir onlar.
Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar ve senin kaderin bir sineklik olmak
değildir. Sayısızdır bu küçükler ve sefiller; yağmur damlaları ve yabani otlar
bile yetmiştir kimi gururlu yapıları çökertmeye. Bir taş değilsin sen, ama çok
fazla damlayla şimdiden oyuldu için. Kırılıp paramparça olacaksın bir de
sayısız damla yüzünden. Zehirli sineklerden yorgun düştüğünü görüyorum,
bedenindeki yüzlerce çizikten kanlar aktığını görüyorum; ve tüm bunlar
karşısında gururun öfkeye bile kapılmıyor.
==========
Oysa sen, derin kişi, derin acılar çekiyorsun küçük
yaralardan da; ve daha sen iyileşmeden önce aynı zehirli solucan tırmanıyor
eline.
==========
Övgüleriyle de vızıldarlar etrafında: ısrarcılıktır onların
övgüsü. Senin derine ve kanına yakın olmak isterler. Dalkavukluk ederler sana,
bir tanrı ya da şeytana dalkavukluk eder gibi; sızlanırlar karşında, bir
tanrının ya da şeytanın karşısındaymış gibi. Neye yarar ki! Dalkavuk ve
sızlanandır onlar, işte bu kadar! Çoğu zaman kendilerini sevimli de gösterirler
sana. Oysa korkakların her zamanki kurnazlığıdır bu. Evet, korkaklar kurnazdır!
==========
Yumuşak başlı ve dürüst olduğun için dersin ki: “Masumdur
onlar, küçük varoluşlarında.” Oysa onların daracık ruhları düşünür ki:
“Suçludur tüm büyük varoluşlar!” Onlara yumuşak davransan, onları aşağıladığını
düşünürler; ve senin iyiliklerine gizli kötülüklerle karşılık verirler. Senin
sessiz gururun her zaman ters düşer onların beğenisine;
==========
Yumuşak başlı ve dürüst olduğun için dersin ki: “Masumdur
onlar, küçük varoluşlarında.” Oysa onların daracık ruhları düşünür ki:
“Suçludur tüm büyük varoluşlar!” Onlara yumuşak davransan, onları aşağıladığını
düşünürler; ve senin iyiliklerine gizli kötülüklerle karşılık verirler. Senin
sessiz gururun her zaman ters düşer onların beğenisine; bir kere olsun kibirli
davranma tevazusunu gösterirsen, sevinirler.
==========
Bir insanda fark ettiğimiz şeyi alevlendiririz de. Bu yüzden
koru kendini küçüklerden! Senin karşında küçük hissederler kendilerini, ve
küçüklükleri yanar tutuşur sana karşı, görünmez bir intikam içinde.
==========
Fark etmedin mi onlarla karşılaştığında ne de çok suskun
kaldıklarını, ve nasıl da güçlerini yitirdiklerini, sönmeye yüz tutmuş bir
ateşten çıkan duman misali? İşte, dostum, vicdan azabısın sen komşuların için:
çünkü değersizdir onlar senin yanında. Bu yüzden nefret ederler senden ve can
atarlar kanını emmeye. Komşuların her zaman zehirli sinekler olacak; senin
büyüklüğün, – daha da zehirli kılar onları ve daha da sinekleştirir. Kaç
dostum, yalnızlığına ve sert, şiddetli bir havanın estiği yere. Senin kaderin
değil sineklik olmak.
==========
Bakın şu adamlara: gözlerinden belli – bir kadının yanında
yatmaktan daha iyi bir şey bildikleri yok yeryüzünde. Çamur var onların
ruhlarının temelinde; eyvah, bir de hâlâ tin varsa çamurlarında! Hiç olmazsa
hayvan olarak kusursuz olsalardı! Oysa hayvan olmak için masumiyet gerekir.
Duyularınızı öldürmeyi mi öğütlüyorum size? Duyuların masumiyetini öğütlüyorum
size. Bekâreti mi öğütlüyorum size? Kimilerine göre bir erdemdir bekâret, ama
bir kusurdur kimilerine göre de. Bunlar sıkı perhiz yaparlar: ama yaptıkları
her şeyden hasetle bakar şehvet denen dişi köpek. Erdemlerinin doruklarına ve
soğuk ruhlarına dek izler onları bu hayvan ve huzursuzluğu. Nasıl da ustalıkla
bilir bu şehvet denen dişi köpek bir parça tin dilenmesini, bir parça et esirgendiğinde
kendisinden! Yas-oyunlarını ve yürek paralayan her şeyi seviyorsunuz, öyle mi?
Oysa ben güvenmiyorum dişi köpeğinize. Çok zalim gözleriniz var bence ve
şehvetle bakıyorsunuz acı çekenlere. Şehvetiniz kılık değiştirip de merhamet
adını almadı mı sadece? Ve şu benzetmeyi de veriyorum size: Hiç de az değildir
şeytanlarını kovmak isterken kendi ayaklarıyla gidenler dişi domuzlara.
==========
Kime zor geliyorsa bekâret, tavsiye edilmemelidir ona:
böylece düşmesin diye cehennem yoluna – çamura ve ruhun kızışmasına. Pis
şeylerden mi söz ediyorum? En berbatı bu değil benim için. Hakikat pis olduğu
zaman değil, sığ olduğu zaman girmek istemez idrak eden kişi hakikatin suyuna.
Sahiden, yürekten bakir olanlar vardır: kalpleri yumuşaktır, sizden daha içten
ve daha sık gülerler. Bekârete de gülerler ve sorarlar: “Nedir ki bekâret! Bir
budalalık değil midir bekâret? Oysa bu bekâretin kendisi geldi bize, biz
gitmedik ona. Kapımızı açtık bu misafire ve kalbimizi: şimdi bizde kalıyor –
istediği kadar kalabilir!”
==========
“Bir kişi daima fazladır etrafımda” – böyle düşünür
mün-zevi. “Her zaman bir kere bir – zamanla iki eder bu!” Ben ve kendim her
zaman çok ateşliyizdir konuşurken: nasıl dayanılırdı bir dost olmasaydı?
Münzevi için dost her zaman üçüncü kişidir: üçüncü kişi, iki kişinin
konuşmasının derinlere dalmasını engelleyen mantardır. Ah, tüm münzeviler için
çok fazla derinlik vardır. Bu yüzden özlem duyarlar bir dosta ve onun
yüksekliğine. Başkalarına duyduğumuz inanç kendimizde neye inanmak istediğimizi
ele verir. Bir dosta duyduğumuz özlemdir içimizdeki hain.
==========
Bir köle misin? O halde bir dost olamazsın. Bir tiran mısın?
O halde dostların olamaz. Çok uzun süredir bir köle ve bir tiran gizliydi
kadında. Bu yüzden kadın henüz yatkın değildir dostluğa: sadece aşkı bilir o.
Sevmediği her şeye karşı adaletsizlik ve körlük vardır kadının aşkında. Kadının
bilinçli aşkında bile hâlâ fırtına ve yıldırım ve gece vardır, ışığın yanı
başında.
==========
Kadın henüz yatkın değildir dostluğa: kadın hâlâ kedidir,
kuştur. Ya da olsa olsa inektir. Kadın henüz yatkın değildir dostluğa. Ama
söyleyin bana siz erkekler, hanginiz yatkınsınız ki dostluğa? Ah erkekler,
sizin yoksulluğunuz ve ruhunuzun cimriliği! Sizin dostlarınıza verdiğiniz
kadarını ben düşmanıma veririm ve yoksul da düşmem bu yüzden. Arkadaşlık var:
dostluk olsun!
==========
Sahiden, insanlar kendileri verdiler kendilerine, her türlü
iyi ve kötülerini. Sahiden, almadılar bunları, bulmadılar bunları, gökten bir
ses olarak inmedi bunlar onlara. İnsan, varlığını sürdürebilmek için önce
şeylere değer biçti – şeylerin anlamını o yarattı, insanca bir anlam yarattı.
Bu yüzden “insan” diyor kendine: değer biçen demektir bu. Değer biçmek
yaratmaktır: dinleyin ey yaratanlar! Değer biçmenin kendisidir, tüm değer
biçilmiş şeylerin değeri ve mücevheri. Ancak değer biçmek sayesinde vardır
değer biçmek olmasaydı, kof çıkardı varoluşun çekirdeği. Dinleyin ey
yaratanlar! Değerlerin değişmesi – yaratanların değişmesidir bu. Her zaman yok
eder yaratıcı olması gereken. Yaratan önce halklardı, sonraları birey oldu;
sahiden, bireyin kendisi en genç yaratılıştır henüz.
==========
Sen daha eskidir Ben’den; Sen kutsanmıştır, ama Ben öyle
değildir henüz: bu yüzden can atar insan komşusuna. Komşu sevgisini mi
öğütlüyorum size? Komşudan kaçmayı ve en uzaktakini – sevmeyi öğretiyorum size!
Uzaktakine ve gelecektekine duyulan sevgi daha yücedir yakındakine duyulan
sevgiden; davalara ve hayaletlere duyulan sevgi daha yücedir insanlara duyulan
sevgiden. Önün sıra koşan bu hayalet, kardeşim, daha güzeldir senden; neden
etini ve kemiğini vermiyorsun ona? Ama korkuyorsun ve koşuyorsun komşuna.
==========
Kendinizden iyi söz edilmesini istediğinizde bir şahit
çağırıyorsunuz kendinize; ve onu hakkınızda iyi şeyler düşünmesi için
ayarttığınızda, siz de iyi şeyler düşünüyorsunuz kendiniz hakkında.
==========
Kendi iyini ve kötünü sen verebilir misin kendine? Ve kendi
istemini bir yasa gibi asabilir misin üstüne? Kendi yasanın yargıcı ve celladı
olabilir misin?
==========
Bugün hâlâ eziyet çekiyorsun çoğunluktan, sen tek olan:
cesaretini ve umudunu yitirmedin henüz bugün. Oysa günün birinde yalnızlık
yoracak seni, günün birinde gururun iki büklüm olacak ve cesaretin kırılacak.
“Yalnızım!” diye haykıracaksın günün birinde. Günün birinde sende yüksek olanı
artık görmeyeceksin ve sende alçak olana çok yakın olacaksın; kendi ululuğun
bile bir hayalet gibi korkutacak seni. “Her şey sahte!” diye bağıracaksın günün
birinde. Yalnız kişiyi öldürmek isteyen duygular vardır; öldürmeyi
başaramazlarsa eğer, onların ölmesi gerekir! Peki gücün yetiyor mu katil
olmaya?
==========
Adaletsiz davranır ve çamur atarlar onlar yalnız kişiye: ama
bu yüzden daha az aydınlatmamalısın onları kardeşim, bir yıldız olmak
istiyorsan eğer! İyi ve adil olandan koru kendini! Seve seve çarmıha gerer
onlar, kendi erdemlerini kendisi bulanları – nefret ederler yalnız olandan.
==========
Sevgi nöbetlerinden de koru kendini! Yalnız kişi çabucak
uzatır elini karşısına çıkana. Kimi insanlara elini değil, pençeni uzatmalısın
sadece: ve isterim ki, tırnakları olsun senin pençenin de! Ama karşına
çıkabilecek en kötü düşman her zaman sen kendin olacaksın; sen kendin pusuda
bekleyeceksin kendini mağaralarda ve ormanlarda. Yalnız kişi, kendin gidiyorsun
kendine giden yolda! Ve senden geçiyor yolun ve senin yedi şeytanından! Kendine
karşı bir zındık olacaksın, bir cadı, bir kâhin, bir deli, bir kuşkucu, bir
uğursuz ve bir alçak olacaksın.
==========
Kadındaki her şey bir bilmecedir ve kadındaki her şeyin tek
bir çözümü vardır: hamilelik denir bu çözüme. Erkek bir araçtır kadın için:
amaç her zaman çocuktur. Peki kadın nedir erkek için? İki şey ister gerçek bir
erkek: tehlike ve oyun. Bu yüzden ister kadını, en tehlikeli oyuncak olarak.
==========
Çok tatlı meyveler – bunlardan hoşlanmaz savaşçı. Bu yüzden
hoşlanır kadından; acıdır hâlâ en tatlı kadın bile. Bir kadın bir erkekten daha
iyi anlar çocukları; ama bir erkek daha çocuksudur bir kadından. Gerçek bir
erkekte bir çocuk gizlidir: oynamak ister. Hadi bakalım kadınlar, keşfedin
erkekteki çocuğu!
==========
Cesaret olsun sevginizde! Sevginizle gidin size korku
aşılayanın üzerine! Onurunuz olsun sevginizde! Yoksa pek anlamaz kadın onurdan.
Ama her zaman sevildiğinden daha çok sevmek ve hiçbir zaman ikinci konuma
düşmemek olsun sizin onurunuz.
==========
En çok kimden nefret eder kadın? – Demir şunu söyledi
mıknatısa: “En çok senden nefret ediyorum, çektiğin için, ama kendine çekecek
kadar da güçlü olmadığın için.”
==========
Kadın itaat etmeli ve yüzeyine bir derinlik bulmalıdır.
Kadının duygusu yüzeydir, sığ sularda hareketli, fırtınalı ince bir tabakadır.
Oysa derindir erkeğin duygusu, yeraltı mağaralarında çağıldar onun ırmağı:
kadın sezinler erkeğin gücünü, ama kavrayamaz onu. –
==========
Ne tuhaf ki Zerdüşt pek tanımıyor kadınları, ama yine de
haklı onlar üzerine söylediklerinde! Kadınlarda hiçbir şey imkânsız değildir,
acaba ondan mı?
==========
Bir düşmanınız varsa, iyilikle karşılık vermeyin onun
kötülüğüne: çünkü bu tavrınız onu utandırır. Aksine, onun da size iyi bir şey
yapmış olduğunu kanıtlayın. Utandıracağınıza öfkelenin! Ve birisi size küfür
ettiğinde hoşuma gitmez onun için dua etmeniz. Siz de küfür edin biraz, daha
iyi! Size büyük bir haksızlık yapıldığında derhal beş küçük haksızlık da siz
yapın! Korkunçtur haksızlığın altında yalnız ezileni görmek. Bunu biliyor
muydunuz? Haksızlığı bölüşmek, haklılığı yarılamak demektir. Ve ancak
taşıyabilen almalı haksızlığı üzerine!
==========
Haklılığını korumaktansa, kendini haksız görmek daha
asildir, özellikle de haklı olunduğunda. Ancak, yeterince zengin olmak gerekir
bunun için.
==========
Derin bir kuyu gibidir bir münzevi, içine bir taş atmak
kolaydır, ama taş kuyunun dibine düşünce, söyleyin onu kim çıkarır? Bir
münzeviyi incitmekten sakının! Ola ki bunu yaptıysanız bir kere, o zaman onu
öldürün de!
==========
Bu soru sadece sana, kardeşim: bu soruyu bir iskandil gibi
atıyorum ruhuna, ne kadar derin olduğunu öğreneyim diye. Gençsin ve çocuk sahibi
olmak, evlenmek istiyorsun. Ben de soruyorum sana: Bir çocuk istemeye layık bir
insan mısın? Muzaffer misin, kendi kendine boyun eğdiren misin, duyularına
hükmeden misin, erdemlerinin efendisi misin? Bunu da soruyorum sana. Yoksa
arzularında dile gelen, hayvan ve ihtiyaç mı? Yoksa yalnızlaşma mı? Yoksa
kendinle barışık olmaman mı? İsterim ki, zaferin ve özgürlüğün olsun bir çocuğu
özleyen. Canlı anıtlar inşa etmelisin zaferine ve özgürleşmene. Kendinin
üzerinde inşa etmelisin. Ama önce sen kendini inşa etmelisin, dimdik bir beden
ve dimdik bir ruhla. Sürdürmekle kalmamalısın neslini, yükseltmelisin de! Bunun
için yardımcı olur sana evliliğin bahçesi! Daha yüce bir beden yaratmalısın,
bir ilk hareket, kendi kendine dönen bir çark, – bir yaratıcı yaratmalısın.
==========
Yeryüzünün anlamına layık ve olgun göründü bu adam gözüme:
ama karısını gördüğümde yeryüzü bir tımarhaneymiş gibi göründü gözüme. İsterdim
ki yeryüzü acıdan sarsılsın kutsal bir kişiyle bir kaz çiftleştiğinde. Bu adam
bir kahraman gibi yürüdü hakikatlerin üzerine ve sonunda küçük, süslü bir yalan
geçirdi ancak eline. Evliliğim diyor buna. Nobrandı bu adam ilişkilerinde ve
titiz davranırdı seçimlerinde. Oysa ansızın dağıttı cemaatini sonsuza dek:
evliliğim diyor buna.
==========
Bir meleğin erdemlerine sahip bir hizmetçi kız arıyordu bu
adam. Oysa ansızın hizmetçisi oldu bir kadının ve şimdi melek olmak gereği
duyuyor bir de.
==========
Çokları pek geç ölür ve kimileri de pek erken. “Tam
zamanında öl!” diyen öğreti, kulağa henüz tuhaf geliyor. Tam zamanında öl: bunu
öğretiyor Zerdüşt. Elbette, hiç tam zamanında yaşamayan, nasıl tam zamanında
ölsün ki? Keşke hiç doğmamış olsalardı! – Bunu öğütlerim lüzumsuzlara. Ama
lüzumsuzlar da ciddiye alırlar ölümlerini, çünkü en kof fındık bile kırılmak
ister yine de. Ciddiye alıyor herkes ölümü: ama henüz bir şenlik değil ölüm.
Henüz öğrenmedi insanlar en güzel törenlerin nasıl kutlandığını. Tamamlayan
ölümü gösteriyorum size, yaşayanlar için bir mahmuz ve bir adak olan ölümü.
==========
Övgünün ve sövgünün üzerinde yükseldiğinizde ve isteminiz,
seven birinin istemi gibi her şeye emretmek istediğinde: işte oradadır
erdeminizin kaynağı. Rahat olanı ve yumuşak döşeği aşağıladığınızda, yufka
yüreklilerden mümkün olduğu kadar uzaklaştığınızda: işte oradadır erdeminizin
kaynağı. Tek bir isteme sahip olarak, tüm ihtiyaçlara sırt çevirmek size
gerekli göründüğünde: işte oradadır erdeminizin kaynağı. Sahiden, yeni bir iyi
ve kötüdür o! Sahiden, yeni bir derin uğultudur, yeni bir kaynağın sesidir o!
Güç’tür, bu yeni erdem; egemen bir düşüncedir o ve akıllı bir ruh sarmıştır
onu: altın bir güneş ve güneşe sarılmış bilgi yılanı.
==========
Hâlâ savaşıyoruz adım adım, rastlantı denilen devle; ve
şimdiye dek tüm insanlığa hükmetti anlamsızlık, anlamı olmayan. Tininiz ve
erdeminiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin, kardeşlerim: ve tüm şeylerin
değerini siz belirleyin yeni baştan! Bu yüzden savaşanlar olmalısınız! Bu
yüzden yaratanlar olmalısınız! Beden kendini bilinçli arındırır; o kendini bilgiyle
sınayarak yükseltir; idrak eden kişide tüm dürtüler kutsallaşır; yükselmiş
kişinin ruhu şenlenir. Hekim, yardım et kendine: ancak böyle yardım edersin
hastana da. En iyi yardımdır ona, kendi kendini iyileştireni gözleriyle
görmesi. Binlerce yol var henüz gidilmedik; binlerce çeşit sağlık var ve
binlerce gizli adacığı var yaşamın. Tüketilmemiş ve keşfedilmemiştir henüz
insan ve insanın dünyası. Uyanın ve kulak verin, ey yalnızlar! Gelecekten bu
yana esiyor rüzgârlar, gizli kanat vuruşlarıyla; ve hassas kulaklara ulaşıyor,
iyi haberler. Bugünün yalnızları, siz aykırı düşenler, günün birinde bir halk
olacaksınız: sizden, kendi kendini
==========
Hâlâ savaşıyoruz adım adım, rastlantı denilen devle; ve
şimdiye dek tüm insanlığa hükmetti anlamsızlık, anlamı olmayan. Tininiz ve
erdeminiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin, kardeşlerim: ve tüm şeylerin
değerini siz belirleyin yeni baştan! Bu yüzden savaşanlar olmalısınız! Bu
yüzden yaratanlar olmalısınız! Beden kendini bilinçli arındırır; o kendini
bilgiyle sınayarak yükseltir; idrak eden kişide tüm dürtüler kutsallaşır;
yükselmiş kişinin ruhu şenlenir. Hekim, yardım et kendine: ancak böyle yardım
edersin hastana da. En iyi yardımdır ona, kendi kendini iyileştireni gözleriyle
görmesi. Binlerce yol var henüz gidilmedik; binlerce çeşit sağlık var ve
binlerce gizli adacığı var yaşamın. Tüketilmemiş ve keşfedilmemiştir henüz
insan ve insanın dünyası. Uyanın ve kulak verin, ey yalnızlar! Gelecekten bu
yana esiyor rüzgârlar, gizli kanat vuruşlarıyla; ve hassas kulaklara ulaşıyor,
iyi haberler. Bugünün yalnızları, siz aykırı düşenler, günün birinde bir halk
olacaksınız: sizden, kendi kendini seçenlerden seçilmiş bir halk doğacak – ve
bu halktan da Üstinsan.
==========
Yalnız gidiyorum şimdi, havarilerim! Siz de yalnız uzaklaşın
buradan! Böyle istiyorum ben. Sahiden, öğüdüm olsun size: uzaklaşın benden ve
koruyun kendinizi Zerdüşt’ten! En iyisi, utanın ondan! Belki de aldattı sizi.
İdrak eden insan düşmanlarını sevmekle kalmamalı, dostlarından da nefret
edebilmeli. Her zaman sadece öğrenci olarak kalırsa insan, öğretmeninin hakkını
vermemiş olur. Neden yolmak istemiyorsunuz başımdaki çelengi? Saygı
duyuyorsunuz bana; ya günün birinde değişirse saygınız? Dikkat edin de bir
heykel devrilmesin üstünüze! Zerdüşt’e inandığınızı söylüyorsunuz, öyle mi? Ne
önemi var ki Zerdüşt’ün? Siz benim müminlerimsiniz: ama ne önemi var ki, tüm
müminlerin? Henüz kendinizi aramamıştınız: bu sırada beni buldunuz. Böyle yapar
tüm müminler; bu yüzden değersizdir tüm inanışlar. Şimdi beni kaybetmenizi ve kendinizi
bulmanızı istiyorum sizden; ve ancak hepiniz beni yadsıdığınızda yeniden
döneceğim aranıza. Sahiden, kardeşlerim, o zaman başka gözlerle arayacağım
kaybolan çocuklarımı; başka bir sevgiyle seveceğim o zaman sizi. Ve bir kez
daha dostlarım olacaksınız benim; bir umudun çocukları olacaksınız: o zaman
büyük öğle vaktini sizinle birlikte kutlamak için üçüncü kez aranızda olacağım.
==========
Oysa ruhu sevdiklerine duyduğu sabırsızlık ve arzuyla
doluydu: çünkü onlara verecek daha çok şeyi vardı. Çünkü en zor iştir açık bir
eli sevgiden dolayı kapatmak ve armağan eden birisi olarak utancını korumak.
==========
Budaladır mutluluğum ve budalaca konuşacak: henüz çok genç o
– bu yüzden sabırlı olun ona karşı! Mutluluğumdan yaralandım ben: tüm acı
çekenler hekim olsun bana!
==========
Çok uzun süredir özlemle baktım uzaklara. Çok uzun süre
yalnız kaldım: bu yüzden unuttum susmayı. Ağız kesildim tepeden tırnağa ve
yüksek kayalardan dökülen bir derenin uğultusu: aşağıya, vadilere dökmek
istiyorum sözlerimi. Sevgi ırmağım sapa yollara düşsün isterse! Mümkün müdür
bir ırmağın sonunda denize giden yolu bulmaması? Elbette bir göl var içimde,
münzevi, kendi kendine yeten bir göl; ama benim sevgi ırmağım alıp götürüyor
onu aşağıya – denize! Yeni yollara gidiyorum, yeni bir söz geliyor dilimin
ucuna; bütün yaratıcılar gibi, usandım eski dillerden. Artık aşınmış tabanlar
üzerinde yürümek istemiyor ruhum.
==========
Ve düşmanlarım da var aralarında! Nasıl da seviyorum şimdi,
hitap edebildiğim herkesi! Düşmanlarım da mutluluğumun bir parçası şimdi. Ve
şimdi en yabanıl atıma binmek istediğimde mızrağım her zaman yardımcı olur
yükselmeme: ayağımın her daim hazır bekleyen uşağıdır o: – Düşmanlarıma
fırlattığım bu mızrak! Nasıl da şükran borçluyum düşmanlarıma, sonunda
fırlatabileceğim için mızrağımı! Çok büyüktü bulutumdaki gerilim: şimşeklerin
kahkahaları
==========
Ve düşmanlarım da var aralarında! Nasıl da seviyorum şimdi,
hitap edebildiğim herkesi! Düşmanlarım da mutluluğumun bir parçası şimdi. Ve
şimdi en yabanıl atıma binmek istediğimde mızrağım her zaman yardımcı olur
yükselmeme: ayağımın her daim hazır bekleyen uşağıdır o: – Düşmanlarıma
fırlattığım bu mızrak!
==========
Ve düşmanlarım da var aralarında! Nasıl da seviyorum şimdi,
hitap edebildiğim herkesi! Düşmanlarım da mutluluğumun bir parçası şimdi. Ve
şimdi en yabanıl atıma binmek istediğimde mızrağım her zaman yardımcı olur
yükselmeme: ayağımın her daim hazır bekleyen uşağıdır o: – Düşmanlarıma
fırlattığım bu mızrak! Nasıl da şükran borçluyum düşmanlarıma, sonunda
fırlatabileceğim için mızrağımı!
==========
Bir tanrı yaratabilir misiniz? – Öyleyse tanrılar hakkında
tek söz söylemeyin bana! Oysa pekâlâ yaratabilirsiniz Üstinsanı.
==========
Ve dünya dediğiniz şeyi önce siz yaratmalısınız: bizzat
sizin aklınız, sizin imgeniz, sizin isteminiz, sizin sevginizde şekil bulmalı
o! Ve sahiden, sizin mutluluğunuz için olacak bu, siz idrak edenler!
==========
Yaratmak – acılardan büyük kurtuluştur ve yaşamın
hafiflemesidir. Ama yaratıcı olmak için acı çekmek gerekir, pek çok dönüşümden
geçmek gerekir.
==========
İstemek özgürleştirir: budur istemin ve özgürlüğün gerçek
öğretisi – böyle öğretiyor size Zerdüşt. Artık-istememek, artık-değer-biçmemek
ve artık-yaratmamak! Ah, bu büyük yorgunluk her daim uzak olsun diye benden!
==========
Eğer acı çeken bir dostun varsa, dinleneceği yer ol
acısının; ama adeta sert bir yatak gibi ol, bir sahra yatağı gibi: en çok böyle
faydan dokunur ona. Ve bir dostun kötülük yaparsa sana, de ki: “Bağışlıyorum
seni bana yaptığından ötürü; ama kendine yaptığını – nasıl bağışlayabilirdim ki
bunu?”
==========
Bir defasında şöyle demişti şeytan bana: “Tanrının da var
kendi cehennemi: insanlara duyduğu sevgi.” Ve geçenlerde şöyle dediğini işittim
şeytanın: “Tanrı öldü; insanlara duyduğu merhamet yüzünden öldü tanrı.”
==========
İçim parçalanıyor şu rahiplere. Hiç de hazzetmiyorum
onlardan; ama insanlar arasında olduğumdan beri, en önemsiz şey bu benim için.
Oysa ben acı çektim ve çekiyorum onlarla birlikte: tutsaktırlar onlar benim
gözümde, damgalıdırlar. Onların kurtarıcı dedikleri kişi sıkı sıkıya
zincirlemiş onları: – Sahte değerlerin ve kuruntu-sözlerin zincirleriyle! Ah,
birisi de kurtarıcılarından kurtarsaydı onları!
==========
Onların kurtarıcılarına inanabilmem için daha güzel şarkılar
söylemeliydiler bana: kurtulmuş görünmeliydi bu kurtarıcının havarileri bana!
==========
Oysa kan en kötü tanığıdır hakikatin; kan en saf öğretiyi
bile zehirler kuruntuyla ve yüreklerin nefretiyle. Ve biri öğretisi uğruna
ateşin içinden geçerse – neyi kanıtlar ki bu! İnsanın kendi öğretisinin kendi
yangınından geldiği daha doğrudur! Sıkıntılı yürek ve serin akıl: bunların
buluştuğu yerde ortaya çıkar o şiddetli rüzgâr, o “kurtarıcı”.
==========
Size güldü bugün güzelliğim, ey erdemliler. Ve şöyle ulaştı
sesi bana: “Bir de istiyorlar ki – ücret ödensin onlara!” Bir de ücret ödensin
istiyorsunuz, siz erdemliler! Erdem için ücret, yeryüzü için cennet ve
bugününüz için sonsuzluk mu istiyorsunuz? Ve ne ücret, ne de veznedar var diye
öğrettiğim için öfkeleniyor musunuz bana şimdi de? Ve sahiden, erdem kendi
kendisinin ödülüdür diye bile öğretmiyorum ben. Ah, budur benim üzüntüm:
şeylerin temeline ödülü ve cezayı soktular yalanla dolanla – ve ey erdemliler,
hatta ruhlarınızın temeline de!
==========
Ve insandaki yücelikleri göremeyen kimileri de, insanın
aşağılıklarını çok yakından görmeyi erdem zanneder: yani kendi kem gözüne erdem
der. Bazıları da yüksek duygulara sahip olmak ve ruhen yükselmiş olmak ister ve
buna erdem der; ve kimileri de yıkılmak ister – onlar da buna erdem der.
Böylelikle neredeyse herkes, erdeme sahip olduğuna inanır; ve herkes en azından
“iyi” ve “kötü” hakkında uzman olmak ister. Oysa Zerdüşt tüm bu yalancılara ve
delilere: “Ne anlarsınız ki siz erdemden? Nereden bileceksiniz ki siz erdemi!”
demek için gelmedi. – Aksine, dostlarım, delilerden ve yalancılardan
öğrendiğiniz eski sözcüklerden usanasınız diye geldi Zerdüşt: “Ödül”, “kısasa
kısas”, “ceza”, “adil intikam” gibi sözcüklerden usanasınız diye – “Bir eylemin
iyiliği, bencilce yapılmayışındandır,” gibi sözler söylemekten usanasınız diye
geldi. Ah, dostlarım! Annenin çocukta oluşu gibi, sizin benliğinizin eylemin
içinde oluşu: bu olsun sizin erdem sözünüz!
==========
Ve yaşamdan yüz çevirenlerin bazıları, aslında
ayaktakımından yüz çevirmişlerdir sadece: kuyuları, alevleri ve meyveleri
ayaktakımıyla paylaşmak istememişlerdir. Ve kendini çöllere vurup, yırtıcı
hayvanlarla birlikte susuzluk çeken kimileri de, pis devecilerle aynı sarnıcın
başında oturmak istemedikleri için yapmıştır bunu.
==========
Ve yaşamdan yüz çevirenlerin bazıları, aslında
ayaktakımından yüz çevirmişlerdir sadece: kuyuları, alevleri ve meyveleri
ayaktakımıyla paylaşmak istememişlerdir. Ve kendini çöllere vurup, yırtıcı
hayvanlarla birlikte susuzluk çeken kimileri de, pis devecilerle aynı sarnıcın
başında oturmak istemedikleri için yapmıştır bunu. Ve tüm meyve bahçelerine bir
yok edici gibi, bir dolu gibi gelen kimileri de, ayaktakımının boğazına basıp,
gırtlağını tıkamak istemişlerdir sadece.
==========
Peki ne oldu bana? Nasıl kurtuldum bu tiksintiden? Kim
canlandırdı gözlerimi? Nasıl uçtum ayaktakımının da kuyudan içmediği
yüksekliklere? Tiksintim mi yarattı benim için kanatlarımı ve pınarları sezen
güçlerimi? Sahiden, en yükseğe uçmam gerekti hazzın pınarını yeniden bulabilmek
için! Hey, buldum onu kardeşlerim! Burada, en yüksekte fışkırıyor hazzın
pınarı! Ve ayaktakımından hiç kimsenin içmediği bir yaşam var burada!
==========
Şimdi temiz gözlerinizi hazzımın kaynağına dikin, dostlar!
Bu yüzden nasıl bulanır ki bu kaynak! Size kahkahayla karşılık verecek, kendi
temizliğiyle. Gelecek ağacına kuruyoruz yuvamızı; kartallar gagalarıyla yemek
getirecek biz yalnızlara! Sahiden, temiz olmayanların da yiyebileceği yemekler
değil bunlar! Ateş yediklerini zanneder onlar ve ağızlarını yakarlar!
==========
Ve güçlü rüzgârlar gibi yaşamak istiyoruz onların üzerinde,
kartallara komşu, karlara komşu, güneşe komşu: böyle yaşar şiddetli rüzgârlar.
Ve bir rüzgâr gibi eseceğim onların arasında, ve onların tininin soluğunu
keseceğim kendi tinimle: böyle ister geleceğim bunu. Sahiden, güçlü bir
rüzgârdır Zerdüşt, tüm alçak yerlerde; ve şunu öğütler düşmanlarına ve tüküren
herkese: “Sakın ha tükürmeyin rüzgâra karşı!”
==========
fırlasın diye. Çünkü insanın intikamdan kurtarılması: en
yüce umuda giden köprüdür ve uzun fırtınalardan sonraki gökkuşağıdır benim
için. Elbette başka türlü olsun ister zehirli örümcekler. “Dünyanın intikam
fırtınalarıyla dolu olmasına adalet diyelim biz,” – diye konuşurlar kendi
aralarında. “İntikam almak istiyoruz ve bizimle aynı olmayan herkese küfretmek”
– böyle ant içer örümcek-yürekliler.
==========
Coşkulu kişilere benziyorlar: ama yürek değildir onları
coşturan – intikamdır. Ve kibar ve soğukkanlı olduklarında tinleri değil,
hasetleridir onları kibar ve soğukkanlı yapan. Kıskançlıkları düşünürlerin
yolundan yürütür onları; ve budur kıskançlıklarının belirtisi – hep çok uzağa
giderler: sonunda yorgunluktan karların üstünde uyuyakalıncaya dek. Her
yakınışlarında intikamın sesi çınlar, her övgülerinde bir kötü niyet vardır; ve
yargıç-olmak mutluluk görünür onlara. Bu yüzden benden size nasihat, dostlarım:
cezalandırma dürtüsü güçlü olan hiç kimseye güvenmeyin! Türü ve soyu kötü
insanlardır bunlar; yüzlerinde cellat ve hafiye köpeği bakışı vardır.
Güvenmeyin kendi adaletinden çok sık söz eden hiç kimseye! Sahiden, onların
ruhlarında eksik olan bal değildir sadece. Ve kendilerine, “İyiler ve adiller”
deseler bile, unutmayın onların Ferisiler[14] olmak için tek eksiklerinin güç
olduğunu.
==========
Bu zehirli örümceklerin, mağaralarında yaşama yüz çevirmiş
otururken, yaşamdan yana konuşmaları: acı çektirmek isteyişlerindendir. Şimdi
gücü elinde bulunduranlara acı çektirmek isterler; çünkü ölüm vaazı onlarda
yerini bulur.
==========
Bu eşitlik vaazcılarıyla bir araya getirilmek ve
karıştırılmak istemiyorum. Çünkü şöyle sesleniyor bana adalet: “İnsanlar eşit
değildir.” Eşit olmamalılar da! Başka türlü konuşsaydım, Üstinsana duyduğum
sevginin ne anlamı kalırdı?
==========
Halka ve halkın batıl inancına hizmet ettiniz hepiniz, siz
ünlü bilgeler – hakikate değil! İşte tam da bu yüzden saygı gösterildi size.
==========
Ama köpekler kurtlardan nasıl nefret ederse: işte öyle
nefret eder halk da özgür tinli kişiden, zincirlerin düşmanından,
tapınmayandan, ormanı mesken edinenden. Onu saklandığı delikten çıkarmak –
halkın gözünde her zaman “adalet anlayışı” budur: hâlâ en keskin dişli
köpeklerini salar onun üzerine. “Hakikat neredeyse: halk da zaten orada! Yazık,
yazık arayanlara!” – Bu sözler yankılanmıştır ezelden beri.
==========
Tanrısız çöllerde gezen ve saygı duyan yüreğini parçalamış
olana derim ben – hakikatli diye. Sarı kumların üzerinde, güneşten yanarak,
susuzluk içinde, canlıların gölgeli ağaçlar altında dinlendiği, kaynaklarla
dolu vahaları arayarak gezinir. Ama bu rahatlığa ayak uydurmaya susuzluğu bile
kandıramaz onu: çünkü vahaların olduğu yerde putlar da vardır. Acıkmış, zorba,
yalnız, tanrısız: böyle olmak ister aslan-istemi. Kölelerin mutluluğundan
sıyrılmış, tanrılardan ve tapınmalardan kurtulmuş, korkusuz ve korkunç, büyük
ve yalnız: budur hakikatlinin istemi. Hakikatliler ve özgür tinliler çöllerin
efendileri olarak çölleri mesken edinmişlerdir ezelden beri; ama şehirlerde
yaşar iyi besili ünlü bilgeler – yük hayvanları. Çünkü her zaman çekerler,
eşekler olarak – halkın arabasını!
==========
Tin, kendi canını yakan yaşamın kendisidir; kendi acısıyla
çoğaltır kendi bilgisini, – biliyor muydunuz bunu? Ve budur tinin mutluluğu:
kurbanlık hayvan gibi yağlanıp, gözyaşlarıyla kutsanmış olmak – biliyor
muydunuz bunu? Ve körün körlüğü de, onun el yordamıyla arayışı da
kanıtlayacaktır daha baktığı güneşin gücünü – biliyor muydunuz bunu?
==========
Kartal değilsiniz siz: bu yüzden ruhun dehşetinin mutluluğunu
yaşamadınız. Ve kuş olmayan, uçurumların üzerine yerleşmemeli. Benim için
ılıksınız siz: oysa soğuk akar her derin bilgi. Buz gibi soğuktur tinin en
derindeki pınarı: ferahlık verir sıcak ellere ve eylemcilere.
==========
Elbette bir orman ve bir geceyim ben karanlık ağaçlardan:
ama benim karanlığımdan ürkmeyen, gül çardakları da bulur servilerimin altında.
==========
En zor işimi başarıp da, kendimi aşmalarımın zaferini
kutladığımda, beni sevenleri bağırttınız, en çok onların canını acıtıyormuşum
diye. Sahiden, hep bunu yaptınız siz: zehir ettiniz bana en iyi balımı ve en
iyi arılarımın emeğini. Hep en arsız dilencileri gönderdiniz yufka
yürekliliğimin önüne; ve hep en iflah olmaz edepsizleri saldınız merhametimin
üzerine. Böyle zedelediniz erdemimin inancını.
==========
Söylenmemiş ve gerçekleşmemiş kaldı en yüce umudum! Ve
gençliğimin tüm hayalleri ve tesellileri öldü! Nasıl katlandım buna? Nasıl
iyileştim, nasıl atlattım böylesi yaraları? Nasıl kalktı ruhum yeniden bu
mezarlardan? Evet, yara almaz, gömülmez, kayaları parçalayan bir şey var bende:
benim istemimdir bunun adı. Sessizce ve değişmeden yürür yıllar boyunca. Kendi
yolunu yürümek ister benim ayaklarımla benim yaşlı istemim; yaradılışı taş
yürekli ve yaralanmazdır. Yara almaz tek yerim topuğumdur benim. Hâlâ orada
yaşıyorsun ve hep aynısın, ey en sabırlı olan! Hâlâ kalkıp çıkarsın tüm
mezarlardan! Gençliğimin iflah olmamış şeyleri yaşıyor senin içinde; yaşam
gibi, gençlik gibi umut içinde oturuyorsun burada, sararmış
mezar-yıkıntılarının üstünde. Evet, hâlâ tüm mezarları yıkansın sen: selam sana
istemim! Ve yalnızca mezarların olduğu yerde gerçekleşir dirilişler.
==========
Canlı olanın peşinden gittim ben, en büyük ve en küçük
yollardan yürüdüm onun doğasını öğrenmek için. Yüz katlı aynayla yakaladım
bakışlarını, ağzı kapalıyken: gözleri konuşsun diye benimle. Ve gözleri konuştu
benimle. Ama nerede bir canlı buldumsa, orada itaat hakkında konuşulduğunu da
duydum. Her canlı bir itaat edendir. Ve şuydu ikinci duyduğum: kendi kendine
itaat edemeyene emredilir. Böyledir canlıların doğası. Üçüncü olarak da şunu
duydum: emretmek daha zordur itaat etmekten. Ve emredenin tüm itaat edenlerin
yükünü taşıması ve bu yükün onu kolayca ezmesi değildir bunun tek nedeni: – Bir
çaba ve bir cesaret göründü gözüme tüm emirlerde; emreden kişi her emrettiğinde
kendi kendini tehlikeye sokar. Ve kendi kendine emir verdiğinde de: o zaman da
ödemelidir kendi emrinin bedelini. Kendi yasasının yargıcı ve celladı ve
kurbanı olmak zorundadır. Peki nasıl olabiliyor bu? diye sordum kendime.
Canlıyı itaat etmeye ve emretmeye ve emrederken hâlâ itaatkâr olmaya ikna eden
nedir? Dinleyin şu sözümü, ey en bilgeler! İyice bir sınayın yaşamın yüreğine
kadar ve yaşamın yüreğinin köklerine dek inip inmediğimi! Nerede bir canlı
gördüysem, orada güç istemini gördüm; ve hizmet edenin isteminde bile efendi
olma istemini gördüm. Zayıf olanın güçlü olana hizmet ettiğine ikna eder
istemi, daha da zayıfların üstünde efendi olmak isteyenin: bir tek bu zevkten
mahrum bırakamaz kendini. Nasıl ki küçük en küçükten zevk alsın ve onun üstünde
güç sahibi olsun diye, kendini daha büyüğe feda ediyorsa: en büyük de
fedakârlık eder ve güç uğruna – yaşamı koyar ortaya. Cesaret ve tehlike oluşu
ve ölümüne bir zar atmak oluşu: budur fedakârlığı en büyüğün. Fedakârlığın,
hizmetlerin ve sevdalı bakışların olduğu yerde: orada da vardır efendi olma
istemi. Zayıf olan gizli kuytu yollardan sokulur kalesine, hatta güçlü olanın
ta yüreğine – ve çalar oradan gücü. İşte bu sırrı verdi bana yaşamın kendisi.
“Bak,” dedi, “ben kendini sürekli olarak aşması gerekenim. Elbette siz ona
dölleme istemi ya da hedefe, daha yükseğe, daha uzağa, daha çeşitli olana
ulaşma dürtüsü dersiniz: ama tüm bunların hepsi tek bir sırdır. Bu tek olanı
yadsımaktansa, yok olmayı tercih ederdim; sahiden, her nerede yok oluş ve
yaprak dökümü hüküm sürüyorsa, bak, orada feda eder kendini yaşam – güç uğruna.
Kavga olmam, oluş olmam gerektiğini, hedef ve hedeflerin çatışması olmam
gerektiğini keşfeden, – ah, benim istemimin ne olduğunu keşfeden – keşfeder
ayrıca onun hangi çarpık yollardan geçmesi gerektiğini! Ne yaratırsam
yaratayım, onu nasıl seversem seveyim, – çok geçmeden düşman olmam gerekir ona
ve sevgime: böyle ister benim istemim. Ve sen de, idrak eden kişi, bir patikası
ve ayak izisin benim istemimin: sahiden, benim güç istemim senin isteminin
ayaklarıyla yürür hakikate! Hakikati gözünden vurmak için ‘var olma istemi’
lafını ortaya atan, isabet ettiremedi şüphesiz: böyle bir istem – yok çünkü.
Çünkü: var olmayan isteyemez de; ama var olan nasıl bir de var olmayı ister ki!
Sadece yaşamın olduğu yerde vardır istem de: ama yaşama istemi değil, aksine –
böyle öğretiyorum sana – güç istemi! Yaşayanlar birçok şeye yaşamdan daha çok
değer verirler; ama tam da değer biçmekte dile gelir – güç istemi!” – Bunu
öğretmişti yaşam bana: ve bu sayede çözüyorum, ey en bilgeler, yüreğinizin
bilmecesini. Sahiden, diyorum ki size: iyinin ve kötünün ölümsüzlüğü – yoktur
böyle bir şey! Onlar da kendiliklerinden tekrar tekrar aşmak zorundadırlar
kendilerini. Siz iyi ve kötüye ilişkin değerlerinizle ve sözcüklerinizle güç
uyguluyorsunuz, siz değer biçenler: ve budur sizin gizli sevdanız ve gönlünüzün
parıldaması, titremesi ve sevinçle taşması. Oysa daha büyük bir güç ve yeni bir
kendini aşma doğar sizin değerlerinizden: ona çarpıp kırılır yumurta ve
yumurtanın kabuğu. Ve iyinin ve kötünün yaratıcısı olmak isteyen: sahiden, önce
bir yok edici olmalıdır ve değerleri paramparça etmelidir. En büyük kötülük de
en büyük iyilikle beraberdir böylece: ama bu yaratıcı iyiliktir. – Kötü olsa da
söz edelim bundan, ey en bilgeler. Susmak daha kötüdür; suskunlukla
geçiştirilmiş tüm hakikatler zehirlenir. Parçalanabilecek ne varsa, bırakın
parçalansın hakikatlerimize çarpıp da! İnşa edilecek pek çok ev var hâlâ!
==========
Canavarları alt etti, bilmeceleri çözdü: ama bir de kendi
canavarlarını ve bilmecelerini azat etmeli, onları cennet çocuklarına
dönüştürmeli daha. Henüz gülümsemeyi ve kıskançlıktan arınmayı öğrenmedi
idraki; henüz akıp coşan tutkusu güzellikte durulmadı. Sahiden, doygunlukta
değil, güzellikte susmalı ve dalmalı derinlere onun arzusu!
==========
Gevşek kaslarla ve koşumsuz bir istemle durmak: sizin için
en zor şey budur, tüm yüce kişiler! Güç lütufkâr olduğunda ve görünürün
düzeyine indiğinde: güzellik derim ben böyle bir alçalışa. Başka hiç kimseden
değil, senden isterim güzelliği, ey kudretli kişi: senin iyiliğin kendini son
kez yenişin olsun.
==========
Yüceliğinden yorgun düşerse bir gün bu yüce kişi: o zaman
başlayacak güzelliği – ben de ancak o zaman tadına bakacağım ve güzel bulacağım
onu. Ve ancak, kendisinden yüz çevirdiğinde kendi gölgesinin üstünden
atlayabilecek – ve sahiden! Kendi güneşine. Çok uzun süre oturdu gölgede,
yanakları soldu tini tövbelinin; handiyse açlıktan ölüyordu beklentileri
yüzünden. Aşağılama var hâlâ gözlerinde; ve tiksinti sinmiş dudaklarına. Gerçi
dinleniyor şimdi, ama henüz güneşin altında dinlenmiş değil. Boğalar gibi
davranmalıydı; ve toprak kokmalıydı mutluluğu, yeryüzünün aşağılanması gibi
değil. Burnundan soluyarak ve böğürerek pulluğun önünden giden beyaz bir boğa
olarak görmek isterim onu: böğürtüsü de yeryüzüne ait olan her şeyi övmeli!
==========
Yüce bir kişiyi gördüm bugün, heybetli birini, tini
tövbeliyi: ah, nasıl da güldü ruhum onun çirkinliğine. Göğsünü kabartarak ve
soluğunu tutar gibi susarak duruyordu orada yüce kişi: Donanmıştı kendi
avladığı çirkin hakikatlerle ve lime limeydi giysileri; dikenler de batmıştı
üstüne başına – henüz bir gül göremedim ama. Henüz öğrenmemişti gülmeyi ve
güzelliği. Sıkıntılı dön- müştü bu avcı idrak ormanından. Yırtıcı hayvanlarla
dönmüştü savaştan eve: ama ciddiyetinde bile bir yırtıcı hayvanın bakışları
vardı hâlâ – yenik düşmemiş bir hayvanın bakışları! Sıçramaya hazır bir kaplan
gibi duruyor hâlâ orada; ama sevmem ben bu gergin ruhları, hiç hazzetmem bu
kendi içine kapanmışlardan.
==========
Sahiden, ne çok gülmüşümdür, keskin pençeleri olmadığı için
kendilerini iyi zanneden zayıflara!
==========
Evet, yüce kişi, önce güzel olmalı ve kendi güzelliğine ayna
tutmalısın. O zaman tanrısal arzularla titreyecek ruhun; tapınma olacak
kibrinde bile! İşte budur ruhun gizemi: ancak kahramanı onu terk ettiğinde
yaklaşır ona rüyasında, – üst-kahraman.
==========
Kısırsınız siz; bu yüzden inancınız da eksik. Oysa yaratmak
zorunda olanın gelecekten haber veren rüyaları ve yıldız-burçları da olmuştur
daima – ve inanmaya inanmıştır o!
==========
Çocuklarımda telafi etmek isterim, atalarımın çocuğu olmamı:
ve bütün bir gelecekte – bu şimdiyi!
==========
Ama şimdi, sizin hadım şaşılığınız, “düşüncelere dalmak”
adını almak istiyor! Ve korkak gözlerle dokunabildiğinize “güzel” adını vermek
istiyorsunuz! Ah, tüm soylu adları kirleten sizler! Siz lekesizler, siz
salt-görenler, hiç doğurmamak olacak oysa lanetiniz, geniş ve gebe dursanız da
ufukta.
==========
Budur en sevdiğim,” – böyle baştan çıkarır kendini, baştan
çıkarılmış olan – “ayın sevdiği gibi sevmek yeryüzünü ve yalnızca gözlerimle
dokunmak onun güzelliğine. İşte, tüm nesnelerin lekesiz idraki derim buna;
karşılarında yüz gözlü bir ayna gibi durmak dışında, nesnelerden hiçbir şey
istememeye.” – Ah, duyarlı ikiyüzlüler, siz şehvetliler! Masumiyet eksik sizin
arzunuzda: ve bu yüzden kara çalıyorsunuz arzulamaya! Sahiden, yaratanlar,
dölleyenler, oluşa sevinenler olarak sevmiyorsunuz yeryüzünü! Nerededir
masumiyet? Dölleme isteminin olduğu yerde. Ve kendisinden öte bir şey yaratmak
isteyendedir en arı istem.
==========
Kendinize inanmaya cesaret edin önce – kendinize ve iç
organlarınıza! Kendine inanmayan yalan söyler her zaman.
==========
Bakın şuna! Suçüstü yakalanmış ve solgun bir halde duruyor
orada – tan kızıllığının karşısında! Çünkü geliyor işte, akkor halinde – onun
yeryüzüne duyduğu aşk geliyor! Masumiyet ve yaratıcının – şehvetidir güneşin
her aşkı! Bakın şuraya, nasıl da sabırsızca geliyor denizin üstünden! Aşkının
susuzluğunu ve sıcak soluğunu hissetmiyor musunuz? Denizi emmek ve denizin
derinliklerini kendi yüksekliğine çekmek istiyor: denizin şehveti kabarıyor
binlerce göğüsle.
==========
Sahiden, güneş gibi seviyorum yaşamı ve tüm derin denizleri.
==========
Ben uyurken başımdaki sarmaşıktan çelengi yemiş bir koyun, –
bir yandan yiyip, bir yandan da, “Zerdüşt artık bir bilgin değil,” demiş. Bunu
söyleyip çekip gitmiş hoplaya zıplaya ve de gururla. Bir çocuk anlattı bunları
bana.
==========
Ama bir bilgin değilim artık koyunların gözünde: böyle
istedi kaderim – övgüler olsun ona! Çünkü hakikat şu ki: bilginler evinden
çıkıp gittim: kapıyı da arkamdan çektim.[19] Uzun süre oturdu ruhum aç açına,
onların masasında; onlar gibi, ceviz kırarcasına idrak etmeye terbiye
edilmedim. Özgürlüğü severim ve taze toprağın üstündeki havayı; onların
onurları ve saygınlıkları üstünde uyumaktansa, yeğlerim öküz postları üstünde
uyumayı. Ateş oldum, yanıp tutuştum kendi düşüncelerimden: çoğu kez soluğum
kesilecek gibi olur. Bu yüzden açık havaya çıkmam, tüm tozlu salonlardan
uzaklaşmam gerekir. Ama onlar serin serin otururlar gölgede: her şeye seyirci
kalmak isterler ve güneşin basamakları yaktığı yerde oturmaktan kaçınırlar.
Sokakta durup da gelen geçene bakanlar gibi: beklerler ve başkalarının
düşündüğü düşüncelere bakarlar.
==========
İyi saatlerdir onlar: yeter ki doğru kurulsunlar! O zaman
hiç şaşmadan gösterirler zamanı ve mütevazı bir gürültü yaparlar bu arada.
Değirmenler ve tokmaklar gibi çalışırlar: sadece tanecikleri atmak yeter
önlerine! – bilirler buğdayı öğütmeyi ve beyaz toza dönüştürmeyi.
==========
“Bedeni daha iyi tanıdığımdan beri,” – dedi bir gün Zerdüşt
havarilerinden birine – “tin benim için sadece lafta tin; sadece bir
benzetmedir ayrıca ‘ölümsüz’ denilen her ne varsa.” “Daha önce de böyle
konuşmuştun,” diye yanıt verdi havari; “Ve o zaman, ‘ama şairler çok yalan
söyler,’ de demiştin. Neden, şairler çok fazla yalan söyler dedin ki?” “Neden
mi?” dedi Zerdüşt. “Nedenini soruyorsun demek. Ben nedenleri sorulabilenlerden
değilim. Dün mü yaşadım bunları? Çok zaman geçti görüşlerimin nedenlerini
yaşamamın üzerinden. Bir bellek fıçısı olup çıkmaz mıydım, nedenlerimi de
saklasaydım kendimde? Çok geliyor bana görüşlerimi kendimde saklamak bile; kimi
kuşlar da uçup gitti. Kimi zaman uçup gelmiş bir kuş bulurum güvercinliğimde,
yabancıdır bana ve titrer elimi uzattığımda. Peki ne söylemişti eskiden Zerdüşt
sana? Şairlerin çok yalan söylediğini mi? – Zerdüşt’ün kendisi de bir şairdir
oysa. İnanıyor musun şimdi bu konuda hakikati söylediğine? Niçin inanıyorsun ki
buna?” Havari yanıt verdi: “Zerdüşt’e inanıyorum ben.” Ama Zerdüşt başını
salladı ve gülümsedi. İnanç beni mutlu etmez, dedi, hele ki bana duyulan inanç.
Hadi diyelim ki, adamın biri tüm ciddiyetiyle, şairler çok yalan söyler dedi:
hakkı vardır, – çok yalan söyleriz biz. Çok da az şey biliriz ve kötü
öğrencileriz: zaten bu yüzden gereklidir yalan söylememiz.
==========
Sahiden, gök hep çeker bizi kendine – yani bulutların
ülkesine: onların üstüne oturturuz rengârenk kuklalarımızı ve sonra tanrılar ve
Üstinsanlar deriz onlara: – Tam da bu sandalyelere uygun hafifliktedir onlar! –
tüm bu tanrılar ve Üstinsanlar!
==========
İnsanların arasına karıştığımdan beri, gördüğüm en önemsiz şeylerdir
bunlar: ‘Bunun bir gözü yok, şunun da bir kulağı, bir başkasının bacağı yok,
kimilerinin de dili eksik ya da burnu ya da kafası.’ Öyle berbat, öyle iğrenç
şeyler gördüm ve görüyorum ki, kimilerinin sözünü bile etmek, kimilerinin
hakkındaysa susmak bile istemiyorum: öyle insanlar gördüm ki, her şeyleri eksik
de bir şeyleri çok fazla – büyük bir gözden, büyük bir ağızdan ya da büyük bir
karından ya da herhangi büyük bir şeyden ibaret bu insanlar, – tersine sakatlar
diyorum bunlara. Yalnızlığımdan çıkıp da ilk defa bu köprüden geçtiğimde:
gözlerime inanamadım, defalarca baktım ve dedim ki sonunda: ‘Bir kulak bu! Bir
insan kadar büyük bir kulak!’ Daha yakından baktım: gerçekten de kulağın
altında kıpırdayan bir şey vardı, acınacak kadar küçük, zavallı ve çelimsiz bir
şey. Sahiden, devasa kulak küçük bir sapın üstünde duruyordu – oysaki bu sap
bir insandı! Büyüteçle bakan: küçük, kıskanç bir çehrecik de görebilirdi; bu
sapın ucunda şişkin bir canın sallandığını da. Oysa halk bana bu büyük kulağın
sadece bir insan değil, büyük bir insan, bir dâhi olduğunu söyledi. Ama asla
inanmamıştım ben halka, ne zaman büyük insanlardan söz etse – bunun her şeyin
çok azına ve bir şeyin çok fazlasına sahip olan, tersine bir sakat olduğuna
inandım hep.”
==========
Tüm ‘böyleydi’ bir kırıntıdır, bir bilmecedir, ürkütücü bir
rastlantıdır – ta ki yaratıcı istem: ‘Ama böyle olsun istemiştim ben!’ diyene
dek. – Ta ki yaratıcı istem: ‘Ama böyle istiyorum ben! Böyle olsun
isteyeceğim!’ diyene dek. Peki hiç böyle konuştu mu? Ne zaman olacak peki bu?
İstem sıyrıldı mı kendi budalalığından?
==========
Ancak, kambur bu konuşmayı dinlemiş ve dinlerken de yüzünü
örtmüştü; Zerdüşt’ün gülüşünü duyunca merakla baktı ve yavaşça dedi ki: “Peki
niçin Zerdüşt, havarileriyle konuştuğundan farklı konuşuyor bizimle?” Zerdüşt
şu yanıtı verdi: “Şaşılacak ne var bunda! Kamburlarla zaten kambur
konuşulabilir!” “İyi,” dedi kambur; “öğrencilerle de okulla ilgili gevezelik
edilebilir. Peki ama Zerdüşt neden kendi kendisiyle konuştuğundan farklı
konuşuyor – öğrencileriyle?”
==========
Yükseklik değil: uçurumdur korkunç olan! Bakışın aşağıya
düştüğü ve elin yukarıya uzandığı uçurum. Başı döner yüreğin orada bu ikili
isteminden. Ah, dostlarım, anlayabildiniz mi benim yüreğimin ikili istemini?
İşte budur benim uçurumum ve tehlikem: bakışlarımın yukarıya düşmesi ve
ellerimin tutunmak ve dayanmak istemesidir – derinliğe! İnsanlara kenetlenir
istemim, zincirlerle bağlarım kendimi insanlara, çünkü yukarı çekilirim,
Üstinsana: oraya gitmek ister öteki istemim de.
==========
Kapımın önünde oturur, her türlü alçağın yolunu beklerim ve
sorarım: kim dolandıracak beni? Yaptığım ilk insanca-akıllılık budur benim:
dolandırıcılara karşı hep tetikte durmayayım diye bırakırım dolandırsınlar
beni. Ah, tetikte dursaydım insanlara karşı: bir çıpa olabilir miydi ki insan
balonuma? Kolayca çeker götürürdü balonum beni yukarıya ve ötelere! Böyle
yazılmış benim yazım, dikkatsiz olmalıyım. İnsanların arasında susuzluktan
ölmek istemeyen biri tüm bardaklardan içmeyi öğrenmeli; ve insanların arasında
temiz kalmak isteyen pis sularla yıkanmasını da bilmeli. Sık sık şöyle teselli
ederim kendimi: “Pekâlâ! Hadi bakalım! Yaşlı yürek! Bir felaket geldi başına:
tadını çıkar onun – mutluluğun gibi!”
==========
Benim üçüncü insanca-akıllılığım da kötüleri seyretme
zevkini bozmasına izin vermeyişimdir korkaklığınızın. Mutlu olurum sıcak
güneşin yaydığı harikaları görünce: kaplanları, palmiyeleri ve
çıngıraklıyılanları. İnsanların arasında da vardır kızgın güneşten türeyen
güzel bir soy ve harikulade çok şey vardır kötülerde.
==========
Ben de şöyle yanıtladım: “Henüz sözüm hiçbir dağı yerinden
oynatmadı ve konuştuklarım insanlara ulaşmadı, insanların arasına gittim, ama
henüz varamadım yanlarına.” Bunun üzerine yine ses çıkarmadan konuştu benimle:
“Sen ne biliyorsun ki bu konuda! Gecenin en sessiz saatinde düşer çiy otların
üstüne.” – Ve ben de şu yanıtı verdim: “Alay ettiler benimle, kendi yolumu
bulup da yürüdüğümde; o zaman ayaklarım titriyordu aslında. Ve şöyle dediler
bana: Yolu unuttun, şimdi yürümeyi de unutuyorsun!” Bunun üzerine yine ses
çıkarmadan konuştu benimle: “Ne önemi var ki onların alay etmesinin! Sen itaat
etmeyi unutmuş birisin: şimdi emretmen gerekiyor! Bilmiyor musun yoksa,
herkesin en çok kimi gereksindiğini? Büyük emirler vereni. Büyük işler başarmak
zordur: ama daha da zoru, büyük emirler vermektir. En bağışlanamaz yanın bu
işte: gücün var ve hükmetmek istemiyorsun.” – Ben de şu yanıtı verdim: “Aslanın
sesi eksik bende, herkese emretmek için.” Bunun üzerine yine bir fısıltı gibi
konuştu benimle: “En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren. Güvercin
adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı. Ey Zerdüşt, gelmesi gerekenin
bir gölgesi olarak gideceksin: böyle emredeceksin ve emrederek önden
gideceksin.” – Ben de dedim ki: “Utanıyorum.” Bunun üzerine yine ses çıkarmadan
konuştu benimle: “Bir çocuk olmalısın daha, utanç nedir bilmeyen. Gençliğin
gururu var henüz üstünde, gençliğe geç ulaştın sen: ama gençliğini de aşmalıdır
çocuk olmak isteyen.” – Uzun süre düşündüm ve titredim. Ama sonunda ilk
söylediğimi söyledim: “İstemiyorum.” Bunun üzerine bir kahkaha koptu etrafımda.
Ah, nasıl da parçaladı içimi ve söktü yüreğimi bu kahkaha! Ve son bir defa
konuştu benimle: “Ey Zerdüşt, meyvelerin olgun, ama sen olgun değilsin
meyvelerin için! Bu yüzden yeniden dönmelisin yalnızlığına: çünkü daha
yumuşamalısın.”
==========
Zerdüşt dağa çıkarken, gençliğinde yaptığı sayısız gezintiyi
ve şimdiye dek ne çok dağa, sırta ve doruğa çıktığını anımsadı. Ben bir
gezginim ve bir dağcıyım dedi yüreğine, düzlükleri sevmem ve öyle görünüyor ki,
uzun süre duramam oturduğum yerde. Kader ve yaşantı olarak daha ne gelecekse
başıma, – bir dağ gezintisi ve bir dağ tırmanışı da olacaktır onda:
==========
Zerdüşt dağa çıkarken, gençliğinde yaptığı sayısız gezintiyi
ve şimdiye dek ne çok dağa, sırta ve doruğa çıktığını anımsadı. Ben bir
gezginim ve bir dağcıyım dedi yüreğine, düzlükleri sevmem ve öyle görünüyor ki,
uzun süre duramam oturduğum yerde. Kader ve yaşantı olarak daha ne gelecekse
başıma, – bir dağ gezintisi ve bir dağ tırmanışı da olacaktır onda: sadece
kendisini yaşantılar insan sonunda.
==========
Gidiyorsun kendi büyüklük yoluna: artık ardında hiçbir yolun
olmaması en büyük yürekliliğin olmalı şimdi!
==========
Gidiyorsun kendi büyüklük yoluna: artık ardında hiçbir yolun
olmaması en büyük yürekliliğin olmalı şimdi! Gidiyorsun kendi büyüklük yoluna;
kimse gizlice gelmeyecek ardından! Kendi ayağınla sildin arkandaki yolu ve bu
yolun üstünde ‘imkânsızlık’ yazıyor. Ve hiçbir merdivenin yoksa bundan böyle,
öğrenmelisin kendi başının üzerine tırmanmayı: başka nasıl çıkacaksın ki
yukarıya? Kendi başının üzerine ve kendi yüreğinin ötesine! En yumuşak yerin de
en sert yerin olmalı artık. Kendini
==========
Kendini görmemeyi öğrenmek gerekir, çok şey görmek için: –
bu sertlik gereklidir dağa-çıkan herkese. Bilmek için gözlerini her şeye
çeviren biri, nesnelerin ön yüzünden başka ne görebilir ki? Oysa sen Zerdüşt,
her şeyin temeline ve arka yüzüne bakmak istedin; bu yüzden kendi üzerine bile
çıkmalısın, – yukarıya, yükseğe, kendi yıldızların bile senin altında kalıncaya
dek! Evet! Yukarıdan bakmalıyım kendime ve yıldızlarıma: ancak buna derim ben
doruğum diye; bir tek bu kaldı benim son doruğum olarak!
==========
En yüksek dağımın önünde ve en uzun gezintimin başındayım
şimdi: bu yüzden şimdiye dek indiğimden daha da derine inmeliyim: – acının
şimdiye dek inmediğim kadar derinine, acının en karanlık akıntısına kadar! Bunu
istiyor kaderim: Pekâlâ! Ben hazırım. Nereden gelir en yüksek dağlar? diye
sorardım bir zamanlar. Sonra öğrendim, denizden geldiklerini. Bunun kanıtı
onların kayalarında ve doruklarındaki duvarlarda yazılıdır. En derinden
gelmelidir en yüce olan, kendi yüceliğine.
==========
Her şey henüz uykuda şimdi dedi; deniz de uykuda. Uyku
sarhoşluğuyla ve tuhaf bakıyor gözleri bana. Ama soluğu sıcak, hissediyorum
bunu. Hissediyorum rüya gördüğünü de. Kıvrılıyor rüya görerek sert yastıklar
üzerinde. Kulak ver! Bak! Nasıl da inliyor kötü anılardan! Yoksa kötü
beklentilerden mi? Ah, üzülüyorum senin için, karanlık canavar seni, kızgınım
kendime de senin yüzünden. Ah, yeterince güçlü değil ellerim! Sahiden, keşke
kötü rüyalardan kurtarabilseydim seni! – Zerdüşt böyle söyleyince, hüzün ve acı
içinde güldü kendine. “Nasıl yani Zerdüşt?” dedi kendine, “denizi mi teselli
etmek istiyorsun bir de?” Ah tatlı kaçık Zerdüşt, güvenmeye pek heveslisin! Ama
hep böyleydin sen: hep güvenle yaklaştın korkunç olan her şeye. Her canavarı
okşamak istersin. Bir nebze sıcak soluk, bir tutam yumuşak tüy pençesinde –: ve
sen hemen hazırsın sevmeye ve baştan çıkarmaya. Sevgidir en yalnız kişinin
tehlikesi, her şeye duyulan sevgi, canlı olsun yeter ki! Gerçekten gülünç benim
deliliğim ve sevgideki alçakgönüllülüğüm!” – Böyle söyledi Zerdüşt ve bir kez
daha güldü: ama hemen geride bıraktığı dostları geldi aklına –, sanki düşüncelerinde
onlara karşı bir suç işlemiş gibi, öfkelendi kendi düşüncelerine. Ve çok
geçmeden ağlamaya başladı gülen kişi: – acı acı ağlıyordu Zerdüşt, öfkeden ve
özlemden.
==========
“Ey Zerdüşt,” diye fısıldadı alay edercesine tane tane, “sen
bilgelik taşı! Yükseğe fırlattın kendini, ama fırlatılan her taşın vardır bir –
düşüşü! Ey Zerdüşt, sen bilgelik taşı, sen sapan taşı, sen
yıldızları-parçalayan! Öyle yükseğe fırlattın ki kendini – ama fırlatılan her
taşın – vardır bir düşüşü! Kendine ve kendini taşlamaya mahkûmsun: ey Zerdüşt,
uzaklara attın taşı – ama senin üstüne düşecek o geriye!” Bunun üzerine sustu
cüce; uzun sürdü bu suskunluk. Ama onun suskunluğu bunalttı beni; sahiden böyle
iki kişiyken bir başına olduğundan daha yalnızdır insan!
==========
Tırmandım, tırmandım, rüya gördüm, düşündüm – ama tüm bunlar
bunalttı beni. Çektiği acıdan bitkin düşen ve kötü bir rüyayla yeniden
uykusundan uyanan bir hasta gibiydim. – Ama cesaret adını verdiğim bir şey var
bende: şimdiye kadar içimdeki her türlü sıkıntıyı öldürmüştür o. Sonunda bu
cesaret durdurdu ve konuşturdu beni: “Cüce! Ya sen! Ya da ben!” – Cesarettir en
iyi öldürücü, – saldıran cesaret: çünkü bir zafer çığlığı vardır her saldırıda.
Ama insan en cesur hayvandır: cesaretiyle yenmiştir her hayvanı – zafer
çığlıklarıyla yenmiştir her acıyı; ama insanın acısı en derin acıdır. Cesaret
uçurumun kenarındaki baş dönmesini de öldürür: insanın uçurum kenarında durmadığı
bir yer oldu mu ki? Görmek bile – uçurumları görmek değil midir? En iyi
yıkıcıdır cesaret: merhameti de yıkar. Ama en derin uçurumdur merhamet: insan
ne denli derinine bakarsa yaşamın, o denli derinden görür acıyı. Oysa en iyi
yıkıcıdır cesaret, saldıran cesaret: ölümü bile yıkar, çünkü der ki: “Bu muydu
yaşam? Pekâlâ! Yeni baştan!” Böyle bir sözde pek büyük bir zafer çığlığı
vardır. Kulakları olan işitsin. –
==========
Can yoldaşlarını arıyordu bir zamanlar, yaratıcı kişi ve
kendi umudunun çocuklarını: gel gör ki, onları bulamayacağı ortaya çıktı,
onları önce kendi yaratmadığı sürece. Böylece ortasındayım eserimin,
çocuklarıma gidiyorum ve onlardan dönüyorum: Zerdüşt çocukları uğruna
mükemmelleştirmeli kendini. Çünkü sadece çocuğunu ve eserini candan sevebilir
kişi; ve kişinin kendine büyük bir aşk duyduğu yerdedir gebeliğin belirtisi:
orada buldum ben onu. Henüz ilk baharlarında yeşeriyorlar çocuklarım,
birbirlerine yakın duruyor ve hep birlikte sallanıyorlar rüzgârlarla bahçemin
ve en iyi toprağımın ağaçları. Sahiden! Böyle ağaçların birbirlerine yakın
durduğu yerdedir mutlu adalar! Ama zamanı gelince onları yerinden sökeceğim ve
her birini tek başına bırakacağ yalnızlığı, inadı ve dikkat etmeyi öğrensinler
diye. Dallı budaklı, iki büklüm ve esnek bir dayanıklılıkla durmalılar denizin
kenarında, yenilmez yaşamın canlı bir deniz feneri gibi. Fırtınaların denize
sökün ettiği ve dağın hortumunun su içtiği yerde, herkes bir defa gündüz ve
gece nöbeti tutmalı, kendini sınamak ve bilmek için. Tanınmalı ve sınanmalı
benim türümden ve kökenimden mi, – sonu gelmez bir istemin efendisi mi,
konuşurken bile susar mı ve verirken alabiliyor mu?: –
==========
Ey yaşamımın öğleden sonrası! Ey akşamdan önceki mutluluk!
Ey açık denizdeki liman! Ey bilinmeyendeki huzur! Nasıl da kuşkulanıyorum
hepinizden! Sahiden, kuşku duyuyorum sizin sinsi güzelliğiniz karşısında!
Fazlasıyla yumuşak gülücüklerden kuşkulanan bir âşık gibiyim ben. Nasıl
uzaklaştırıyorsa kıskanç âşık en sevdiğini kendinden, nasıl sertken bile
yumuşaklığını koruyorsa –, ben de öyle uzaklaştırıyorum mutlu saatimi
kendimden. Uzaklaş buradan mutlu saat! İstemediğim bir mutluluk geldi bana
seninle birlikte. En derin acımı arzulayarak duruyorum burada: – zamansız
geldin sen! Uzaklaş buradan mutlu saat! Orada konakla daha iyi – çocuklarımın
yanında! Acele et! ve henüz akşam olmadan kutsa onları benim mutluluğumla!
Yaklaşıyor akşam: güneş batıyor. Uzaklaş – mutluluğum! – Böyle söyledi Zerdüşt.
Ve bütün gece mutsuzluğunu bekledi: ama boşuna beklemişti. Gece hep aydınlık ve
sakindi ve mutluluk ona gitgide daha çok yaklaşıyordu. Sabaha karşı güldü
Zerdüşt yüreğine ve alaylı alaylı dedi ki: “Mutluluk peşimden geliyor.
Kadınların peşinden koşmadığım için geliyor. Oysa bir kadındır mutluluk!”
==========
Aslında çoğunlukla tek bir şeyi isterler saflık içinde:
kimsenin kendilerine acı çektirmemesini. Bu yüzden herkesten erken davranıp,
iyilik yapmak isterler herkese. Oysa korkaklıktır bu: adına “erdem” denilse
bile.
==========
Akıllıdırlar, erdemlerinin akıllı parmakları vardır. Ama
yumrukları yoktur, parmakları bilmez yumrukların ardına saklanmayı. Onlara göre
erdem alçakgönüllü ve uysal yapan şeydir: böylelikle kurdu köpeğe, insanı da
insanın en evcil hayvanına çevirdiler.
==========
Benim Zerdüşt, o tanrısız: nerede bulurum dengimi? Kendi
istemini kendi belirleyen ve her türden boyun eğmeyi reddeden herkes
benim-dengimdir.
==========
Kış, kötü bir misafir, oturuyor evimde; mosmor kesildi
ellerim dostça el sıkıştığımız halde.
==========
Katı yürekli bir misafir o, – ama konuk ederim onu ve
nazikler gibi hemen tapınmam o şiş göbekli ateş-putuna. Putlara tapınmaktansa,
biraz dişlerim takırdasın daha iyi! – Böyle gerektirir karakterim. Ve özellikle
nefret ederim tüm kızışmış, buharı tüten, küf kokulu ateş-putlarından.
==========
Sana da veda ederken şunu öğreteyim deli: artık sevemediğin
yerin – önünden geçip gitmeli!
==========
Ah! Hep çok azdır yüreklerinde uzun soluklu bir cesaret ve
cüret bulunanlar; tini de sabırlıdır bunların. Geri kalanlarsa korkaktır. Geri
kalanlar: bunlar her zaman büyük çoğunluktur, o sıradanlar, o lüzumsuzlar, o
fazlalıklar – korkaktır bunların tümü! – Benim gibi birisi, benim yaşadıklarımı
yaşayacaktır yolunda: yani ilk yoldaşları cesetler ve maskaralar olacaktır. Ama
ikinci yoldaşları, – onun müminleri diyeceklerdir kendilerine: fazlasıyla
sevgi, fazlasıyla budalalık, fazlasıyla toy bir tapınmayla dolu, canlı bir
sürü. Benim gibi biri, bu müminlere bağlamamalı yüreğini; insanın
değişken-korkak doğasını tanıyan, inanmamalı bu renkli bahar çimenine! Başka
türlü olabilseler, elbette başka türlü de isteyeceklerdi. Yarım-yarım olanlar
mahvediyorlar bütün olan ne varsa. Yaprakların solması, – ne var yakınacak
bunda! Bırak geçsinler ve düşsünler, ey Zerdüşt, yakınma! En iyisi, hışırdayan
rüzgârlarla es aralarında, – – es bu yapraklar arasında, ey Zerdüşt: eski daha
hızlı uzaklaşsın senden, solmuş ne varsa!
==========
Oysa bir utançtır dua etmek! Herkes için değil, ama senin
benim gibiler için ve kafasının içinde bilinç”[25] olanlar için! Senin için bir
utançtır dua etmek! Çok iyi biliyorsun ya; içindeki korkak şeytan, ellerini
açmaktan, ellerini kucağında kavuşturmaktan ve rahat etmekten hoşlanır – bu
korkak şeytan der ki sana: “Bir tanrı vardır!”
==========
“Tek bir tanrı vardır! Benden başka tanrın olmayacak!”
sözüydü bu – – yaşlı, öfkeden sakalları titreyen, kıskanç bir tanrı böyle
unuttu kendini: Ve tüm tanrılar güldüler o zaman ve sandalyelerinde kaykılıp
bağırdılar: “Tanrının değil de tanrıların olması değil midir tanrılık?”
Kulakları olan işitsin.
==========
Ey yalnızlık! Ey yurdum yalnızlık! O kadar uzun süre yabanıl
yaşadım ki yaban ellerde, sana dönerken gözyaşı dökmemek mümkün değil! Hadi
tehdit et beni parmağınla annelerin tehdit edişi gibi, hadi gülümse bana
annelerin gülümseyişi gibi, hadi de ki: “Kimdi o, bir zamanlar bir fırtına gibi
esip uzaklaşan benden? – – Kimdi ayrılırken şöyle seslenen: Uzun süre oturdum yalnızlıkta,
unuttum susmayı! Bunu – iyice öğrendin mi şimdi? Ey Zerdüşt, her şeyi
biliyorum: çoğunluğun içinde bir başına, benim yanımda olduğundan daha terk
edilmiş olduğunu da! Terk edilmişlik başkadır, yalnızlık başka: Bunu – öğrendin
şimdi sen! Ve insanların arasında her zaman yabanıl ve yabancı olacağını da: –
Yabanıl ve yabancı olacaksın seni sevseler bile: çünkü her şeyden önce
esirgenmek isterler!
==========
Oysa terk edilmiş olmak başka bir şeydir. Çünkü hatırlıyor
musun, ey Zerdüşt? Bir zamanlar kuşun senin üzerinde haykırdığında, sen ormanda
bir cesedin yanında, nereye gideceğine karar verememiş, durduğunda: – –
‘Hayvanlarım yol göstersin bana! İnsanların arasında daha tehlikede olduğumu
gördüm, hayvanların arasında olduğumdan,’ dediğinde. İşte buydu terk edilmişlik! Ve
==========
İnsandaki her şeyi kavramak isteyen, her şeye dokunmak
zorundadır. Ama bunun için fazlasıyla temiz ellerim.
==========
Onların uyuşuk bilgelerine: bilge dedim, uyuşuk değil, –
sözcükleri yutmayı öğrendim böylelikle. Onların mezar kazıcılarına:
araştırmacılar ve sınamacılar dedim – sözcükleri birbiriyle değiştirmeyi
öğrendim böylelikle.
==========
Ve o zaman şu da olmuştu, – ve sahiden, ilk kez olmuştu bu!
– Zerdüşt’ün sözü bencilliği övmüştü, şifalı, sağlıklı bencilliği, güçlü bir
ruhtan taşan: – – yüce bedene ait olan güçlü ruhtan, o güzel, muzaffer,
canlandıran bedene; çevresindeki her şeyin bir aynaya dönüştüğü bedene: –
öylesine kıvrak, ikna edici bir beden, öyle iyi bir dansçıdır ki o, kendinden
hoşlanan ruhtur onun benzetmesi ve özeti. Böylesi bedenlerin ve ruhların
kendilerinden hoşlanması “erdem” der kendine. İyiye ve kötüye ilişkin
sözleriyle perdeler kendini böyle bir kendinden hoşlanma, kutsal ağaçlıklarla
kendini korur gibi; kendi mutluluğunun adıyla uzaklaştırır aşağılanası her
şeyi. Kendinden uzaklaştırır korkan her şeyi: der ki: Fena – korkak bu!
Aşağılanasıdır onun gözünde her zaman tasalanan, inleyen, yakınan ve en küçük
çıkarları bile kollayan. Aşağılar tüm dokunaklı bilgeliği de: çünkü sahiden,
karanlıkta çiçek açan bir bilgelik de vardır, gecenin gölgelerinin bilgeliği:
sızlanır hiç durmadan, “Her şey boş!” diye. Ürkek güvensizliği küçümser o,
bakışlar ve eller yerine yeminler isteyen herkesi de: fazlasıyla çekingen
bilgeliği de – çünkü korkak ruhların tarzıdır böylesi. Daha da küçümser çabuk
hoşnut kalanı, köpek gibi olanı, hemen sırtüstü yatanı, boyun eğeni de:
alçakgönüllü, köpek gibi, dindar ve çabuk hoşnut kalan bir bilgelik de vardır.
Nefret eder ve hatta tiksinir kendini asla savunmak istemeyenden, zehirli
salyaları ve bakışları yutandan, fazlasıyla sabırlı olandan, her şeyi sineye
çekenden, bulduğuyla yetinenden: çünkü kölelerin tarzıdır bu. İster tanrıların
ve tanrısal tekmelerin önünde, ister insanların ve aptalca insan görüşlerinin
önünde köleleşsinler, tarzından olan her şeye tükürür bu kutlu bencillik! Kötü:
diye adlandırır, ezik büzük, diz çökmüş ve kölece ne varsa, esir gözleri, ezik
yürekleri ve kalın, korkak dudaklarla öpen o sahte teslimiyetçi tarzı.
==========
Benim ağzım – halk ağzıdır: fazla kaba ve dobra konuşurum
ben çıtkırıldımlar için. Daha da yabancı gelir sözlerim mürekkep-balıklarına ve
kalem-tilkilerine.
==========
Söyleyecek bir şarkım var yaşadıklarıma dair[30]– – ve
söyleyeceğim onu: ıssız bir evde yalnız olsam da, kendi kulaklarımdan başka
dinleyen olmasa da.
==========
Devekuşu en hızlı attan daha hızlı koşar, ama yine de
kafasını iyice toprağa gömer: işte tam da böyle yapar henüz uçamayan insan.
Ağır der o, yeryüzüne ve yaşama; böyle olmasını ister ağırlığın tini! Ne ki
hafif olmak ve bir kuş olmak isteyen kendisini sevmeli: – böyle öğretiyorum
ben. Elbette hastaların ve düşkünlerin sevgisiyle değil: çünkü onlarda
kokuşmuştur, özseverlik bile! İnsan kendini sevmeyi öğrenmeli, – böyle
öğretiyorum ben – şifalı ve sağlıklı bir sevgiyle: insan kendisine katlansın ve
orada burada sürtmesin diye.
==========
Ve sahiden, kendini sevmeyi öğrenmek bugünden yarına yerine
getirilecek bir buyruk değildir. Daha çok, tüm sanatların içinde en incesi, en
kurnazı, en sonuncusu ve en sabırlısıdır. Kişinin sahip olduğu her şey çok iyi
gizlenmiştir sahibinden; ve tüm hazinelerden en son kendi hazinesini gün
ışığına çıkartır kişi, – böyle gerektirir ağırlığın tini.
==========
Daha beşikte bile ağır sözler ve değerler verilir bize:
“iyi” ve “kötü” sözcükleriyle – böyle adlandırır kendini bu çeyiz. Ve bunun
yüzü suyu hürmetine bağışlanır yaşıyor oluşumuz. Ve dahası, bebeği yanlarına
gelmeye zorlarlar ki, geç kalmadan yasaklayabilsinler ona kendini sevmeyi:
böyle gerektirir ağırlığın tini. Ve biz – sadakat içinde taşırız bize verileni
sert omuzlarımızın üstünde ve yalçın dağların üstünden! Ve terlediğimiz zaman
şöyle derler bize: “Evet, zordur taşımak yaşamı!” Ama sadece kendisini taşımak
zor gelir insana! Çünkü çok fazla yabancı şey yüklenir omuzlarına. Develer gibi
diz çöker ve yükünü güzelce yükletir sırtına. Özellikle de güçlü kuvvetli,
taşıyabilen insan, içinde saygı bulunan kişi: çok fazla yabancı ağır sözcük ve değer
yüklenir sırtına – şimdi yaşam bir çöl gibi görünür ona! Ve
==========
İnsanı keşfetmek zordur, insanın kendisini keşfetmesiyse en
zorudur; çoğu kez tin yalan söyler ruh hakkında. Böyle gerektirir ağırlığın
tini. Ama kendisini keşfetmiştir, budur benim iyim ve kötüm diyen kişi: böylece
susturmuştur “Herkes için iyi, herkes için kötü,” diyen köstebeği ve cüceyi.
Sahiden, her şeye iyi ve üstelik bu dünyaya da en iyi diyenleri de sevmem.
Bulduğuyla yetinenler derim bunlara. Bulduğuyla yetinmek, her şeyi tadabilmek:
en iyi damak zevki değildir bu! Yemek seçen en inatçı dillere ve midelere saygı
duyarım ben, “Ben” ve “Evet” ve “Hayır” demeyi öğrenmişlerdir onlar.
==========
İnsanı keşfetmek zordur, insanın kendisini keşfetmesiyse en
zorudur; çoğu kez tin yalan söyler ruh hakkında. Böyle gerektirir ağırlığın
tini. Ama kendisini keşfetmiştir, budur benim iyim ve kötüm diyen kişi: böylece
susturmuştur “Herkes için iyi, herkes için kötü,” diyen köstebeği ve cüceyi.
Sahiden, her şeye iyi ve üstelik bu dünyaya da en iyi diyenleri de sevmem.
Bulduğuyla yetinenler derim bunlara. Bulduğuyla yetinmek, her şeyi tadabilmek:
en iyi damak zevki değildir bu! Yemek seçen en inatçı dillere ve midelere saygı
duyarım ben, “Ben” ve “Evet” ve “Hayır” demeyi öğrenmişlerdir onlar. Oysa her
şeyi çiğnemek ve hazmetmek – tam bir domuz tarzıdır bu! Her zaman İ-A[31]demek
– sadece eşek öğrenir bunu ve eşek tinli biri!
==========
Sahiden, beklemeyi de öğrendim, hem de yürekten, – ama
sadece kendimi beklemeyi. Ve her şeyden önce ayağa kalkmayı ve yürümeyi ve
koşmayı ve sıçramayı ve tırmanmayı ve dans etmeyi öğrendim. İşte budur benim
öğretim: bir gün uçmayı öğrenmek isteyenin önce ayağa kalkmayı ve yürümeyi ve
koşmayı ve tırmanmayı ve dans etmeyi öğrenmesi gerekir: – uçmak uçarak
öğrenilmez birdenbire!
==========
Çok çeşitli yollardan ve yöntemlerden vardım kendi
hakikatime; tek bir merdivenin üzerinde çıkmadım yükseğe, gözlerimin kendi
uzağıma baktığı yere. Ve hiç sevmedim yol sormayı – hep ters geldi bu beğenime!
Yolları yollara sormayı ve denemeyi sevdim hep. Bir sorma ve denemeydi benim
tüm yürüyüşüm: – sahiden, yanıt vermeyi de öğrenmek gerek böylesi sorulara! Ama
budur – benim beğenim: – iyi değildir, kötü değildir, ama benim beğenimdir, ne
utanırım, ne de sıkılırım artık ondan. “Budur – işte şimdi benim yolum –
sizinki nerede?” diye yanıt verdim bana “yolu” soranlara. Çünkü o yol – yoktur
zaten!
==========
Burada oturuyor ve bekliyorum, etrafımda eski kırık levhalar
ve yarısı yazılı yeni levhalar. Ne zaman gelecek benim saatim? – Aşağıya
inişimin, batışımın saati: çünkü bir kez daha insanların arasına karışmak
istiyorum. İşte bekliyorum şimdi: önce benim saatimin geldiğinin işaretleri
gelmeli bana, – yani güvercin sürüsüyle birlikte gülen aslan. Bu arada, zamanı
olan birisi olarak konuşuyorum kendime. Hiç kimse yeni bir şey anlatmıyor bana:
bu yüzden anlatıyorum kendi kendime.
==========
ve zorla alabileceğin bir hakkın sana verilmesine izin
verme! Senin yaptığını kimse yapamaz sana. Bak, kısasa kısas yoktur. Kendisine
emretmesini bilmeyen itaat etmelidir. Ve kimileri kendisine emredebilir, ama
kendisine itaat de etmesi için hâlâ çok yetersizdir!
==========
Budur soylu ruhların isteği: hiçbir şeye bedavadan sahip
olmak istemezler, hele yaşama. Ayaktakımından biri bedavadan yaşamak ister; ama
biz, yaşamın kendisini verdiği ötekiler, – her zaman düşünürüz ona karşılık ne
verebileceğimizi! Ve sahiden, seçkin bir sözdür şu: “Yaşamın bize vaat ettiğini
yerine getirmek isteriz biz – yaşam için!” Tat vermediği yerde tat almak
istememeli kişi. Ve – tat almak istememeli kişi! Tat ve masumiyet en utangaç
şeylerdir: ikisi de aranmak istemez. Onlara sahip olmak gerekir –, ama daha
iyisi suçu ve acıyı aramaktır!
==========
Bizim içimizde oturuyor hâlâ, eski put rahibi, şölen için
kızartıyor en iyimizi. Ah, kardeşlerim, nasıl da kurban olmasınlar ki ilk göz
ağrıları! Ama böyledir bizim tarzımız; ve severim kendini korumak
istemeyenleri. Yok olanları severim tüm sevgimle: çünkü onlar öteki tarafa
geçerler.
==========
Hakiki olmak – bunu çok az kişi başarabilir! Ve bunu
başarabilen de hakiki olmak istemez henüz! Ama en az da iyiler başarır bunu. Ah
şu iyiler! – İyi insanlar asla hakikati söylemez; bu ölçüde iyi olmak bir
hastalıktır tin için. Vazgeçer bu iyiler, teslim olurlar, yürekleri söyleneni
tekrarlar, candan söz dinlerler: ne ki söz dinleyen kendini duymaz!
==========
Eski bir kuruntu var, iyi ve kötü denilen. Kâhinlerin ve
yıldız falcılarının çevresinde döndü şimdiye dek bu kuruntunun çarkı. Eskiden
inanılırdı kâhinlere ve yıldız falcılarına: ve bu yüzden inanıldı şuna: “Her
şey kaderdir: Yapacaksın, çünkü yapmalısın!” Sonra yeniden kuşkuyla bakıldı tüm
kâhinlere ve yıldız falcılarına: ve bu yüzden inanıldı şuna: “Her şey
özgürlüktür: yapabilirsin, çünkü istiyorsun!” Ey kardeşlerim, yıldızlar ve
gelecek hakkında sadece kuruntular vardı şimdiye dek, bilgi değil: ve bu yüzden
iyi ve kötü hakkında sadece kuruntu sahibi olunmuştur şimdiye dek, bilgi değil!
==========
Bu yüzden, ey kardeşlerim, tüm ayaktakımına ve tüm zorbalara
karşı çıkacak ve yeni levhaların üzerine “asil” sözcüğünü yeniden yazacak yeni
bir asalete gerek var. Asaletin olması için pek çok asil kişiye ve pek çok
çeşit asil kişiye gerek var! Ya da bir zamanlar benzetmeyle konuştuğum gibi,
“Tanrının değil de tanrıların olması; işte budur tanrısallık!”
==========
Nereden geldiğiniz değil, nereye gittiğiniz belirlesin
bundan sonra şerefinizi! Sizin ötenize geçmek isteyen isteminiz ve ayaklarınız
– bunlar belirlesin şerefinizi!
==========
Atalarınızın çocuğu oluşunuzu kendi çocuklarınızda telafi
etmelisiniz: böyle kurtarmalısınız geçmişteki her şeyi!
==========
“Niye yaşamalı? Her şey boş! Yaşamak – havanda su dövmektir;
yaşamak – kendi kendini yakıp kavurmak ve yine de ısınamamaktır.” – Eski
çağlardan kalma bu laflar “bilgelik” sayılıyor hâlâ; ama eski oluşları ve küf
kokmaları yüzünden daha da saygı duyuluyor bunlara. Çürümek de asilleştiriyor.
– Çocuklar böyle konuşabilir; onlar ateşten ürker ellerini yaktığı için! Çocuksu
çok şey vardır eski bilgelik kitaplarında. Her zaman “havanda su döven”lerin ne
hakkı vardır harman dövmek üzerine sayıp sövmeye! Çenesini bağlamalı böyle
delilerin! Masaya otururlar da bunlar, hiçbir şey getirmezler yanlarında, iyi
bir açlık bile: – ve sonra sövüp sayarlar, “Her şey boş!” diye. Ama iyi yiyip
iyi içmek, ey kardeşlerim, sahiden de boş bir sanat değildir! Kırın, kırın bu
hiçbir zaman hoşnut olmayanların levhalarını!
==========
“Çok öğrenen, unutur tüm şiddetli arzuları” – bunu
fısıldıyor insanlar kendilerine tüm karanlık sokaklarda. “Bilgelik yorgun
düşürür, değmez, değmez – hiçbir şeye; arzu duymamalısın!” – Bu yeni levhayı
asılı buldum pazaryerlerinde bile. Kırın, ah kardeşlerim, kırın bu yeni levhayı
da! Dünya yorgunları,[34] ölümü vaaz edenler ve eli sopalılar astı onu; çünkü
bakın, aynı zamanda bir kölelik vaazıdır bu! – Kötü öğrendikleri ve en iyisini
öğrenmedikleri için, her şeyi çok erken ve çok hızlı öğrendikleri için; çok
kötü yedikleri için, bu yüzden bozuldu mideleri, – – bozuk bir midedir onların
tini: ölümü salık verir bu tin! Çünkü sahiden, kardeşlerim tin bir midedir!
Yaşam bir haz pınarıdır: ama kimin içinden dert küpü, bozuk bir mide
konuşuyorsa, zehirlidir tüm pınarlar onun için. İdrak: bir hazdır
aslan-istemlilere! Ama usanan biri sadece “istemi olan”dır, oyuncağı olur o tüm
dalgaların. Hep böyledir zayıf insanların doğası: kendi yollarında kaybederler
kendilerini. Ve sonunda yorgunlukları bile sorar: “Niye gidiyorduk ki yollarda!
Her şey aynı!” Hoş gelir bunların kulaklarına, “Değmez hiçbir şeye! Hiçbir şey
istemeyeceksiniz!” vaazı. Ama bu bir kölelik vaazıdır. Ey kardeşlerim, uğuldayan
serin bir rüzgâr gibi geliyor Zerdüşt tüm yol yorgunlarına; hapşırtacak sayısız
burnu. Duvarların arasından da esiyor benim özgür soluğum, zindanlara ve esir
tinlere de! İstemek özgürleştirir: çünkü istemek yaratmaktır: bunu öğretiyorum
ben. Ve sadece yaratmak için öğrenmelisiniz! Öğrenmeyi de önce benden
öğrenmelisiniz, iyi öğrenmeyi! – Kulakları olan işitsin!
==========
İşte orada kayık, – öbür tarafa, belki büyük hiçliğe
gidiyor. – Kim binmek ister ki bu “belki”ye? İçinizden hiç kimse binmek istemez
ölüm kayığına! Peki öyleyse dünya-yorgunu olmak isteyişiniz niye? Dünya
yorgunu! Yeryüzünden çekip gitmemişsiniz bile! Her zaman yeryüzünü arzular
buldum sizi, sevdalıydınız hâlâ yeryüzü-yorgunluğunuzla! Boş yere sarkmıyor
dudaklarınız: – küçük bir yeryüzü dileği duruyor hâlâ kenarında. Ve
gözlerinizde – küçük, unutulmamış bir yeryüzü arzusu – bir bulut gibi süzülmüyor
mu hâlâ?
==========
Ama siz dünya-yorgunları! Sizi yeryüzü tembelleri! Kızılcık
sopasıyla okşamalı sizi! Kızılcık sopasının okşayışlarıyla yeniden
canlandırmalı ayaklarınızı! Çünkü: yeryüzünü yorgun düşüren hasta ve bitkin
küçük adamlar değilseniz eğer, kurnaz tembel hayvanlar ya da aç gözlü, büzüşmüş
haz kedilerisiniz o zaman. Yeniden neşeyle koşturmak istemiyorsanız – geçip
gitmelisiniz! İflah olmazlara hekim olunmaz: bunu öğretir Zerdüşt: – bu yüzden
geçip gitmelisiniz! Ama bir son vermek için, yeni bir dize yazmaktan daha çok
cesaret gereklidir: tüm hekimler ve tüm şairler bunu bilir.
==========
Ey kardeşlerim, zalim miyim ben? Ama derim ki: Düşmekte
olanı itmeli bir de! Bugüne ait olan her şey – düşüyor, çürüyor: kim tutmak
ister onu! Ama ben – ben itmek istiyorum bir de! Taşları derin vadilere
yuvarlamanın şehvetini bilir misiniz? – Günümüzün insanları: bakın, nasıl
yuvarlanıyorlar benim derinliklerime! Daha iyi oyuncuların bir ön oyunuyum ben,
ey kardeşlerim! Bir örneğiyim! Benim örneğime göre davranın! Eğer uçmayı
öğretmiyorsanız – daha hızlı düşmeyi öğretin!
==========
Severim gözü pekleri: ama yeterli değildir kılıç ustası
olmak – darbeyi kime vuracağını da bilmeli! Ve çoğu zaman kişinin kendini tutup
da, oradan geçip gitmesinde daha büyük bir gözü peklik vardır: böylelikle daha
onurlu düşmanlara saklar kendini! Sadece nefret edilesi düşmanlarım olmalı,
aşağılanası düşmanlarım değil: düşmanlarınızla övünmelisiniz; bunu öğretmiştim
bir kez. Daha layık düşmanlara saklamalısınız kendinizi dostlarım: bu yüzden
birçoğunun yanından geçip gitmelisiniz,
==========
Böyle olmasını istiyorum erkeğin ve kadının: biri savaşmaya
düşkün, diğeri doğurmaya yetkin, ama ikisi de dans edebilmeli kafasıyla ve
bacaklarıyla. Kayıp gözüyle bakmalıyız, bir kez bile dans etmeden geçen güne!
Yanlış kabul etmeliyiz, bir kahkaha içermeyen her türlü hakikati!
==========
Sizin evlilik bağlarınız: dikkat edin, kötü bir bağlanma
olmasın bu! Çok hızlı bağlanıyorsunuz: bu yüzden de nikâh yeminini çiğnemek
geliyor ardından. Nikâh yutkunmaktansa, nikâh yalanı söylemektense, nikâh
yeminini çiğnemek daha iyi. – Şöyle demişti bana bir kadın: “Evet, çiğnedim
nikâh yeminini, ama ilk önce nikâh çiğnedi beni!” Uygunsuz çiftleşenlerin daima
en kötü kinciler olduğunu gördüm: artık yalnız olamamalarının intikamını
alıyorlardı tüm dünyadan. Bu yüzden, dürüstlerin birbirleriyle şöyle
konuşmasını isterim:[37] “Birbirimizi seviyoruz: görelim bakalım, koruyacak
mıyız sevgimizi! Yoksa bir hata mı olacak vaadimiz? – Bir süre verin bize ve
küçük bir evlilik, görelim bakalım, yeterli miyiz büyük evliliğe! Büyük bir
iştir her zaman iki kişi olmak!” Bunu öğütlerim tüm dürüstlere; Üstinsana ve
gelecek olan her şeye duyduğum sevgi neye yarardı, başka türlü öğütleyip
konuşsaydım! Sadece üremek için değil, yükselmek için de – yardım etmeli size,
kardeşlerim, evlilik bahçesi!
==========
Ey kardeşlerim, birisi iyilerin ve adillerin yüreğine
bakmıştı da demişti ki: “Ferisilerdir bunlar.” Ama kimse anlamamıştı onu.
==========
İyiler kendi erdemini kendisi bulan kişiyi çarmıha germek
zorundadırlar! Budur hakikat!
==========
Ama onların ülkesini, iyilerin ve adillerin ülkesini, yüreğini
ve yeryüzü krallığını keşfeden ikinci kişi şöyle soran kişiydi: “En çok kimden
nefret eder onlar?” Yaratan kişiden nefret ederler en çok: levhaları ve
değerleri kıran, yere çalandan – suçlu derler ona. Çünkü iyiler – yaratamazlar:
her zaman sonun başlangıcıdır onlar: – – çarmıha gererler yeni değerleri yeni
levhalara yazanı, kendilerine kurban ederler geleceği – çarmıha gererler tüm
insanlığın geleceğini! İyiler – her zaman sonun başlangıcıydı onlar. –
==========
Dimdik yürüyün bu zamanlarda, ey kardeşlerim, dimdik
yürümeyi öğrenin! Deniz fırtınalı: birçokları size tutunarak doğrulmak istiyor.
==========
“Neden bu kadar sertsin?” – demişti bir zamanlar alelade
kömür elmasa; “Oysa biz yakın akraba değil miyiz?” – Neden bu kadar
yumuşaksınız? – diye soruyorum ben size, ey kardeşlerim: yoksa – kardeşlerim
değil misiniz? Neden böyle yumuşak, bu kadar uysalsınız, neden her şeye bu
kadar razısınız? Neden bu kadar çok inkâr ve reddediş var yüreklerinizde? Bu
kadar az kader var bakışlarınızda? Ve kader olmayacak, acımasızlar
olmayacaksanız: nasıl zafer kazanacaksınız benimle birlikte? Sertliğiniz şimşek
gibi çakmak, kesmek ve deşmek istemiyorsa: günün birinde benimle birlikte nasıl
– yaratacaksınız? Çünkü yaratanlar serttir. Ellerinizi balmumuna basar gibi
binlerce yılın üzerine basmayı, mutluluk olarak görmelisiniz, – – bin yıllık istemin
üzerine madenin üzerine kazır gibi kazımayı, mutluluk olarak görmelisiniz –
madenden daha sert, madenden daha asil. En asil olandır yalnızca bütünüyle sert
olan. Bu yeni levhayı koyuyorum üzerinize; ey kardeşlerim: Sert olun! –
==========
Ah, istemim! Her zorunluluğa boyun eğdiren, benim
zorunluluğum! Bütün küçük zaferlerden esirge beni! Ah, ruhumun kısmeti, kader
dediğim! İçimdeki! Üzerimdeki! Daha büyük bir kader için esirge beni! Ve son
büyüklüğünü, istemim, son çabana sakla, – kendi zaferin içinde acımasız olasın
diye! Ah, kim yenilmemiştir ki kendi zaferine? Ah, kimin gözleri kararmamıştır
ki bu sarhoş alacakaranlıkta! Ah, kimin ayakları sendelememiş ve unutmamıştır
ki zaferde – ayakta durmayı! – – Zamanı gelince hazır ve olgun olayım diye
büyük öğlede: akkor halindeki maden gibi hazır ve olgun, şimşek yüklü bulut
gibi ve sütle şişmiş memeler gibi: – – hazır olayım diye kendime ve en gizli
istemime: okunu isteyen bir yay, yıldızlarını isteyen bir ok gibi: – – kendi
öğle vaktinde hazır ve olgun bir yıldız gibi, parlak, yok edici güneş
oklarından delik deşik, mutluluk içinde: – – bir güneş olayım diye kendime ve
acımasız bir güneş-istemi, yok etmeye hazır, zaferde! Ah, istemim. Her
zorunluluğa boyun eğdiren, benim zorunluluğum! Büyük bir zafer için esirge
beni! –
==========
Uykuyu ve tüm bönlüğü, körlüğü sil gözlerinden! Gözlerinle
de dinle beni: doğuştan körler için bile bir şifadır sesim. Bir kez uyandığında
sonsuza dek uyanık kalmalısın. Benim tarzım değildir büyük büyük nineleri
uykudan uyandırmak, söylemek için – uykuya devam etmelerini! Kıpırdıyor,
geriniyor, hırıldıyor musun? Kalk! Kalk! Hırıldaman değil – konuşman gerek
benimle! Zerdüşt çağırıyor seni, o tanrısız! Ben, Zerdüşt, yaşamı savunan,
acıyı savunan, çemberi savunan – seni çağırıyorum, en dipsiz düşüncemi! Şifa
ver bana! Geliyorsun – duyuyorum seni! Uçurumum konuşuyor, son derinliğimi
ışığa çıkardım!
==========
Uykuyu ve tüm bönlüğü, körlüğü sil gözlerinden! Gözlerinle
de dinle beni: doğuştan körler için bile bir şifadır sesim. Bir kez uyandığında
sonsuza dek uyanık kalmalısın. Benim tarzım değildir büyük büyük nineleri uykudan
uyandırmak, söylemek için – uykuya devam etmelerini! Kıpırdıyor, geriniyor,
hırıldıyor musun? Kalk! Kalk! Hırıldaman değil – konuşman gerek benimle!
Zerdüşt çağırıyor seni, o tanrısız! Ben, Zerdüşt, yaşamı savunan, acıyı
savunan, çemberi savunan – seni çağırıyorum, en dipsiz düşüncemi! Şifa ver
bana! Geliyorsun – duyuyorum seni! Uçurumum konuşuyor, son derinliğimi ışığa
çıkardım! Şifa ver bana! Yaklaş! Uzat elini – – hah! Bırak! Ha ha! – Tiksinti,
tiksinti, tiksinti – – – vay halime!
==========
Ah hayvanlarım dedi Zerdüşt, bu sohbete devam edin ve
bırakın da dinleyeyim! Sohbet edişiniz öyle ferahlatıyor ki beni: sohbet edilen
bir yerde, dünya bir bahçe gibi geliyor bana. Ne kadar da hoş, sözcüklerin ve
seslerin olması: sözcükler ve sesler birer gökkuşağı ve sonsuza-dek-ayrılmış
olanlar arasında birer sahte köprü değil midir? Her ruhun başka bir dünyası
vardır; her bir ruh için başka bir ruh ötedünyadır. Görünüş en güzel yalanını
tam da birbirine en çok benzeyenler arasında söyler; çünkü en son aşılır en
küçük uçurum. Benim için – benim-dışımda bir şey nasıl olabilir? Dışarısı yok!
Ama bunu unutuyoruz biz tüm seslerde; ne kadar hoştur unutuyor olmamız! İnsan
şeylerde ferahlasın diye verilmiş değil midir şeylere adlar ve sesler? Güzel
bir çılgınlıktır konuşmak: böylece her şeyin üstünde dans eder insan. Ne hoştur
seslerin tüm yalanları ve tüm konuşmaları! Seslerle dans eder sevgimiz,
rengârenk gökkuşakları üzerinde.
==========
Çıplak görmüştüm eskiden ikisini de, en büyük ve en küçük
insanı: çok benziyorlardı birbirlerine – pek insancaydı henüz en büyüğü bile!
Pek küçüktü, en büyüğü! – Buydu benim bıkkınlığım insandan! Ve en küçüğün bile
bengi yeniden gelişi! – Buydu benim bıkkınlığım tüm varoluştan! Ah, tiksinti!
Tiksinti! Tiksinti!” – – böyle söyledi Zerdüşt ve iç çekip titredi; çünkü
hastalığını anımsamıştı. Ama hayvanları onu daha fazla konuşturmadılar.
==========
“Gözlerinin içine baktım geçenlerde, ey yaşam: gece
gözlerinde gördüm altının ışıltısını, – yüreğim durdu bu şehvetin karşısında: –
Altın bir kayığın parıldadığını gördüm geceleyin sularda, batan, dalıp çıkan,
yeniden parıldayan altın bir salıncak-kayığın! Dans için yanıp tutuşan
ayaklarıma bir bakış attın, gülen, soran, eriyen bir salıncak-bakış: Sadece iki
defa şıngırdattın parmak zilini küçük ellerinle – bak, dans etmek için yanıp
tutuşan ayaklarım oynamaya başladı bile. – Topuklarım şahlandı, ayak
parmaklarım kulak kesildi seni anlayabilmek için: ayak parmaklarıdır – bir
dansçının kulakları! Sana doğru sıçradım: bunun üzerine geri kaçtın; ve bana
doğru uzandı senin kaçan, uçan saçlarının dili!
==========
Soğukluğun tutuşturuyor, nefretin baştan çıkarıyor, kaçışın
bağlıyor, alayın – dokunuyor: – nefret etmeyen oldu mu senden, büyük bağlayıcı,
sarmalayıcı, deneyici, arayıcı, bulucu kadın! Sevmeyen oldu mu seni, masum,
sabırsız, aceleci, çocuk gözlü dişi günahkâr!
==========
Hey bu lanetli çevik, kıvrak yılan ve sürüngen cadı! Nereye
kayboldun? Ama yüzümde hissediyorum elimin bıraktığı iki beneği ve kırmızı
lekeyi! Sahiden yoruldum her zaman senin koyun gibi çobanın olmaktan! Seni
cadı, şimdiye dek ben şarkı söyledim sana, bundan sonra sen bana –
haykıracaksın! Benim kırbacımın ritmine göre dans edeceksin ve haykıracaksın!
Kırbacı unutmadım değil mi? – Hayır! – ”
==========
Bunun üzerine yanıt verdi yaşam bana ve bu sırada tıkadı
narin kulaklarını: “Ey Zerdüşt! Kırbacını öyle korkunç şaklatma! Biliyorsun ya:
Gürültü düşünceleri öldürür, – ve az önce aklıma nazlı düşünceler geldi.
İkimizden de ne iyilik gelir ne de kötülük, iyinin ve kötünün ötesinde bulduk
adacığımızı ve yeşil çayırımızı – sadece ikimiz! Sırf bu yüzden bile iyi
geçinmeliyiz! Ve birbirimizi yürekten sevmesek bile –, öfkelenmek mi gerekir,
yürekten sevmeyince?
==========
Bundan sonra düşünceli düşünceli bakındı yaşam etrafına ve
şunları söyledi usulca: “Ey Zerdüşt, yeterince sadık değilsin bana! Uzun
zamandır, söylediğin kadar sevmiyorsun beni; biliyorum, çok geçmeden terk
etmeyi düşünüyorsun beni.
==========
“Evet,” diye yanıt verdim tereddütle, “ama sen de biliyorsun
bunu.” – Sonra bir şeyler fısıldadım kulağına, dağınık sarı, budala saç
püsküllerinin ortasına. “Demek biliyorsun bunu, ey Zerdüşt? Kimse bilmez bunu.”
– – Sonra birbirimize baktık, yeşil çayırı seyrettik, serin akşam çökmek
üzereydi üstüne ve ağladık birlikte. – Ama o sırada yaşamı, tüm bilgeliğimi
sevdiğimden daha çok seviyordum.
==========
bir deniz ki, rengârenk balıklarla ve yengeçlerle dolu,
tanrılar bile tatmak isterler de onu, avcılara ve ağ atanlara dönüşürler bu
yüzden: böylesine zengindir dünya büyük ve küçük harikalardan yana! Özellikle
de insanların-dünyası, insanların-denizi: – bu denize sallıyorum ben altın
oltamı ve diyorum ki: Açıl ey insanların uçurumu! Açıl da balıklarını ve
parıltılı yengeçlerini at bana! En iyi yemlerle yemliyorum bugün en harika
insan-balıkları! – kendi mutluluğumu fırlatıyorum tüm enginlere ve uzaklara,
gündoğumu, öğle ve günbatımı arasında sayısız insan balık mutluluğuma takılmayı
ve çırpınmayı öğrenmeyecek mi, göreyim diye. Ta ki onlar sivri, gizli
çengellerime takılıp benim yüksekliğime gelmek zorunda kalıncaya dek, uçurumun
en renkli balıkları tüm insan-balıkçılarının en hınzırına gelinceye dek.
==========
bir deniz ki, rengârenk balıklarla ve yengeçlerle dolu,
tanrılar bile tatmak isterler de onu, avcılara ve ağ atanlara dönüşürler bu
yüzden: böylesine zengindir dünya büyük ve küçük harikalardan yana! Özellikle
de insanların-dünyası, insanların-denizi: – bu denize sallıyorum ben altın
oltamı ve diyorum ki: Açıl ey insanların uçurumu! Açıl da balıklarını ve
parıltılı yengeçlerini at bana! En iyi yemlerle yemliyorum bugün en harika insan-balıkları!
– kendi mutluluğumu fırlatıyorum tüm enginlere ve uzaklara, gündoğumu, öğle ve
günbatımı arasında sayısız insan balık mutluluğuma takılmayı ve çırpınmayı
öğrenmeyecek mi, göreyim diye. Ta ki onlar sivri, gizli çengellerime takılıp
benim yüksekliğime gelmek zorunda kalıncaya dek, uçurumun en renkli balıkları
tüm insan-balıkçılarının en hınzırına gelinceye dek. Benim o, yürekten ve en
baştan beri böyleyim, çeken, yanına çeken, yukarıya çeken, eğiten, çeken biri,
yetiştiren biri ve bir terbiyeciyim ben, bir zamanlar boşuna demedim: “Kendin
ol!” diye. Böylece artık insanlar çıkabilir yukarıya, yanıma: çünkü hâlâ
aşağıya inme zamanımın geldiğine dair bir işaret bekliyorum; inmem gerekiyor,
ama henüz inmiyorum insanların yanına. Bu yüzden bekliyorum, kurnazca ve alay
ederek burada, yüksek dağlarda; ne sabırsız, ne de sabırlıyım, daha çok sabrı
da unutmuş biriyim – artık “katlanmadığı” için. Kaderim zaman tanıyor bana:
herhalde unuttu beni! Yoksa büyük bir kayanın ardında gölgede oturmuş sinek mi
avlıyor?
==========
çünkü Zerdüşt eski balı son damlasına kadar tüketmiş ve
israf etmişti. Ama elinde bir sopayla oturup, topraktaki gölgesinin hatlarını
çizerken, düşünürken, – sahiden! kendisi ya da gölgesi hakkında değildi
düşünceleri – ansızın dehşetle yerinden sıçradı: çünkü kendi gölgesinin yanında
bir gölge daha görmüştü. Aniden etrafına bakınıp ayağa kalktığında, ne görsün,
bir zamanlar sofrasında yedirip içirdiği kâhin duruyordu yanında;
==========
“Seni kötü haberci,” diye konuştu sonunda Zerdüşt, “bu bir
yardım çığlığı ve bir insanın çığlığı, mutlaka kara bir denizden geliyor
olmalı. Ama beni ne ilgilendirir insanın – zora düşmesi! Bana ayrılan son
günahım – biliyor musun adını?” –“Merhamet!” diye yanıtladı kâhin coşkulu bir
yürekle, iki elini de yukarı kaldırdı. – “Ey Zerdüşt, seni son günahını işlemen
için baştan çıkarmaya geliyorum!” –
==========
Tüm insanların kaderleri içinde, yeryüzünün güçlülerinin
aynı zamanda en öndeki insanlar olmayışından daha kötüsü yoktur. Bu yüzden her
şey yanlış olur, ters gider ve korkunçlaşır. Hele ki yeryüzünün güçlülerinin en
gerideki insanlar ve insandan çok hayvan olmaları durumunda: ayaktakımının
fiyatı artar da artar ve sonunda ayaktakımının erdemi şöyle der: ‘Bakın, benden
başka erdem yok!’” “Ne duyuyor kulaklarım?” diye yanıtladı Zerdüşt; “Bu ne
bilgelik böyle, krallardaki! Coşkuya kapıldım ve sahiden, buna bir uyak düşmek
istedi canım: – – herkesin kulaklarına göre bir uyak olmasa bile. Çok oldu uzun
kulakları dikkate almayı unutalı.
==========
“Peki sen kimsin?” diye bağırdı bu sırada yaşlı büyücü,
küstahça bir sesle, “kim konuşabilir ki böyle benimle, bugün yaşayanların en
büyüğüyle?” – Ve yeşil bir şimşek çaktı gözünden Zerdüşt’e doğru. Ancak, hemen
ardından değişti ve üzüntüyle dedi ki: “Ey Zerdüşt, usandım, tiksindim bu
sanatımdan, ben büyük değilim, niye gizleyeyim ki gerçek yüzümü! Ama sen de çok
iyi biliyorsun – büyüklüğü arıyordum ben! Büyük bir insanı oynamak istedim ve
birçoklarını da kandırdım: ama bu yalan gücümü aştı. Bu yalandan
parçalanıyorum. Ey Zerdüşt, her şey yalandır bende; ama parçalanıyor oluşum –
benim bu parçalanışım sahici işte!” – “Onur verir sana,” dedi Zerdüşt kederle
ve yana bakarak, “büyüklüğü arayışın sana onur verir, ama seni ele de verir.
Büyük değilsin sen.
==========
Kimilerini gördüm ki, uzanıp şişiniyorlardı ve halk da:
‘Bakın, büyük bir insan!’ diye bağırıyordu. Ama körükler neye yarar, hava çıkıp
gider sonunda.
==========
Kimilerini gördüm ki, uzanıp şişiniyorlardı ve halk da:
‘Bakın, büyük bir insan!’ diye bağırıyordu. Ama körükler neye yarar, hava çıkıp
gider sonunda. Patlar eninde sonunda kendini çok fazla şişiren bir kurbağa:
hava çıkar dışarı. Kabarıp şişmiş birinin karnını delmeye iyi bir eğlence derim
ben. Duyun bunu delikanlılar! Günümüz ayaktakımının günüdür: kim biliyor ki,
neyin büyük neyin küçük olduğunu? Kim başarılı olmuş büyüklüğü arayışında!
Sadece bir deli: delilerin şansı vardır.
==========
Dupduru bakan ve dürüst konuşan her şeyi seviyorum. Ama o, –
biliyorsun ya, seni yaşlı rahip, senin türünden bir şeyler vardı onda,
rahiplerin türünden – çeşitli anlamlara gelirdi o. Anlaşılmazdı da aynı
zamanda. Neden öfkelendi ki bize, o burnundan soluyan, onu kötü anladık diye!
Kendisi niye daha açık konuşmadı ki bizimle? Sorun bizim kulaklarımızdaysa,
neden kendisini kötü işiten kulaklar verdi ki bize? Kulaklarımızda çamur varsa,
pekâlâ! Kim koydu çamuru oraya? Birçok şeyi başaramadı bu çömlekçi, işini
hakkıyla öğrenememişti! Başaramayışının intikamını çömleklerinden ve
yarattıklarından alması – iyi beğeniyle çelişen bir günahtı bu. Dindarlıkta da
vardır iyi beğeni: sonunda dedi ki ‘Olmaz olsun tanrının böylesi! Hiç tanrı
olmasın daha iyi, kendi kaderini kendin çizmen daha iyi, deli olman, kendi
kendinin tanrısı olman daha iyi!’” – “Neler duyuyorum!” dedi bu sırada yaşlı
papa, kulak kabartarak; “Ey Zerdüşt, sen sandığımdan daha dindarsın böyle bir
inançsızlıkla! İçindeki bir tanrı döndürmüş seni dinden, tanrısızlığına.
==========
Sen ey dışlanmış, sen kendini dışlayan, insanların arasında
ve insanların-merhametinin içinde yaşamak istemiyorsun, öyle mi? Pekâlâ, sen de
benim gibi yap! Böylece benden de bir şey öğrenmiş olursun; sadece yapan
öğrenir. Ve her şeyden önce ve önemlisi, hayvanlarımla konuş! En gururlu hayvan
ve en akıllı hayvan – bunlar ikimiz için de en doğru yol gösterici
olabilirler!” – –
==========
deridir. ‘Hiçbir şey gerçek değil, her şeye izin var’: –
böyle söyledim kendime. En soğuk sulara daldım kafam ve yüreğimle. Ah, ne çok,
kırmızı yengeç gibi çıplak kaldım bu yüzden!
==========
‘Yaşamak, arzuladığım gibi ya da hiç yaşamamak’: – bunu
istiyorum, bunu ister en ermiş olan da. Ama ne yazık! Nasıl olabilir ki benim
hâlâ – arzum? Var mı benim – hâlâ bir hedefim? Benim yelkenimin yöneldiği bir
liman var mı? İyi bir rüzgâr mı? Ah, ancak nereye gittiğini bilen, bilir hangi
rüzgârın iyi ve uygun rüzgâr olduğunu. Ne kaldı bana geriye? Yorgun ve şımarık
bir yürek; huzursuz bir istem; titrek kanatlar; kırık bir omurga. Bu kendi
yurdumu arayışım: ey Zerdüşt, bilir misin ki benim felaketimdi,[44] kemirip
bitiriyor bu beni. ‘Nerede – benim yurdum?’ – Bunu sordum ve aradım durdum, ama
bulamadım. Ey sonsuz Her yer, ey bengi Hiçbir yer, ey bengi – Boşuna!” Böyle
söyledi gölge ve Zerdüşt’ün yüzü asıldı bu sözlerle. “Sen benim gölgemsin!”
dedi sonunda üzüntüyle. “Başındaki tehlike hiç de küçük değil, ey özgür tinli
ve gezgin! Kötü bir gün geçirdin: dikkat et de başına daha kötü bir akşam
gelmesin! Senin gibi bir yersiz yurtsuza sonunda bir zindan bile kutlu görünür.
Hapisteki suçluların nasıl uyuduklarını gördün mü hiç? Sakin uyurlar, yeni
kavuştukları güvenliğin tadını çıkararak. Dikkat et de sonunda dar bir inanç
yakalamasın seni, sert, zorlu bir kuruntu! Çünkü dar ve sıkı olan her şey
cezbeder ve baştan çıkarır seni. Kaybettin hedefini: yazık, nasıl dindireceksin
bu kaybın acısını, nasıl güleceksin haline? Yolunu kaybettin – böylelikle
kaybettin hedefini de! Zavallı gezgin, hayalperest, yorgun kelebek seni! Bu
akşam başını sokup da dinlenecek bir yer ister misin? Öyleyse mağarama çık! Şu
yol benim mağarama gider. Şimdi ben senden hızla uzaklaşmalıyım. Adeta bir
gölge var peşimde.
==========
Bunun üzerine bir üzüm koparmak ve susamışlığım gidermek
istedi Zerdüşt; daha kolunu henüz uzatmıştı ki, bir şeyi daha çok çekti canı:
yani tam öğle saatinde ağacın yanına uzanıp, bir güzel uyumayı. Bu istediğini
yaptı Zerdüşt; ve yere, rengârenk otların sessizliğine ve kuytuluğuna uzanır
uzanmaz susamışlığını unuttu ve uykuya daldı. Çünkü Zerdüşt’ün bir
özdeyişindeki gibi: Her şey birbirinden daha gereklidir. Ancak, gözleri açık
kaldı: – çünkü ağacı ve asma dalının aşkını görmeye ve övmeye doyamamışlardı.
Ama Zerdüşt uyurken şöyle konuştu yüreğiyle: “Sessiz ol! Sessiz! Dünya az önce
mükemmelleşmedi mi? Ne oluyor ki bana? Çarşaf gibi bir denizin üzerinde,
görünmeden dans eden narin bir rüzgâr kadar hafif, tüy gibi hafif: böyle – dans
ediyor uyku üzerimde.
==========
En durgun koyda böyle yorgun bir gemi gibi: böyle
dinleniyorum yeryüzüne yakın, sadık, güvenerek, bekleyerek, en ince bağlarla
ona bağlı.
==========
Böyle güler bir tanrı. Sessiz! –
==========
Bağışlayın beni, siz ümitsizler, böyle küçük, doğrusu
yakışıksız sözcüklerle konuştuğum için önünüzde, böyle misafirlerin ön Ama
yüreğimi coşturan nedir, bilemezsiniz: – – Sizsiniz ve görünüşünüz bunun
sebebi, bağışlayın beni! Ümitsiz birini gören herkes cesurlaşır. Ümitsiz birine
cesaret vermek – bu iş için herkes yeterince güçlü zanneder kendini. Bana siz
verdiniz bu gücü, – iyi bir armağan, yüce dostlarım benim! Doğru bir misafir
armağanı! Pekâlâ, öfkelenmeyin, ben de size kendi armağanımı sunuyorum diye.
==========
Yüce, güçlü bir istemden daha sevindirici bir şey yetişmez
yeryüzünde, ey Zerdüşt: yeryüzünün en güzel bitkisidir bu. Tüm bir yöre
canlanır böyle bir ağaç sayesinde. Senin gibi büyüyen birini bir çam ağacına
benzetirim, ey Zerdüşt: uzun, suskun, sert, yalnız, en esnek odundan, azametli,
– – ama sonunda güçlü yeşil dallarıyla uzanır kendi hükümdarlığına, zorlu
sorular sorar rüzgârlara, fırtınalara ve yükseklerde bulunan her şeye, – güçlü
yanıtlar vererek emir veren, muzaffer biri; böyle ağaçları görmek için kim
yüksek dağlara çıkmaz ki? Buradaki ağacın, ey Zerdüşt, en kederlileri, en
beceriksizleri bile canlandırır; senin bakışların en huzursuz kişi için bile
güvenliktir, onun yüreğine şifa verir.
==========
Sizler değildiniz burada, bu dağda beklediğim, sizler
değilsiniz son kez birlikte aşağıya ineceklerim. Sadece bir işaret olarak, daha
yüce olanların şimdiden yola koyulduğunun işareti olarak geldiniz bana, – –
Büyük özlemin, büyük tiksintinin, büyük sıkıntının insanlarını değil, tanrının
son kalıntıları olarak andıklarınızı da değil. – Hayır! Hayır! Üç kere hayır!
Başkalarını bekliyorum burada, bu dağlarda ve onlar gelmeden buradan bir yere
adım atmayacağım, – daha yüce, daha güçlü, daha muzaffer, daha neşeli olanları,
bedeni ve gönlü dik olanları bekliyorum: gülen aslanlar gelmeli!
==========
Ben sadece benimkiler için bir yasayım, ben herkes için bir
yasa değilim. Ama bana ait olanın kemikleri güçlü, ayakları hafif olmalı – –
savaşlardan ve şölenlerden zevk almalı, bir gam küpü olmamalı, bir hayalperest
olmamalı, şölene gider gibi gitmeli en ağır işe de, sağlıklı ve zinde olmalı.
En iyisi aittir benimkilere ve bana; ve bize verilmezse, biz alırız onu – en
iyi yiyeceği, en temiz göğü, en güçlü düşünceleri, en güzel kadınları!” –
==========
Daha Yüce İnsan Üzerine
==========
İnsanlara ilk defa gidişimde münzevilere özgü bir budalalık,
büyük bir budalalık yaptım: pazaryerine girdim. Ve herkesle konuştuğumda hiç
kimseydi aslında konuştuğum. O akşam ip cambazları ve cesetler oldu yoldaşım;
bir ceset oluyordum neredeyse kendim de. Ama yeni doğan günle birlikte yeni bir
hakikat geldi bana: “Beni ne ilgilendirir ki pazaryeri ve ayaktakımı ve
ayaktakımının gürültüsü ve ayaktakımının uzun kulakları!” demesini öğrendim.
Siz, daha yüce insanlar, bunu öğrenin benden: pazaryerinde hiç kimse inanmaz
daha yüce insana. Orada konuşmak mı istiyorsunuz, pekâlâ! Ama ayaktakımı göz
kırpar, “Hepimiz eşitiz,” diye. “Siz daha yüce insanlar,” – böyle göz kırpar
ayaktakımı – “daha yüce insan yoktur. Hepimiz eşitiz; insan insandır, tanrının
önünde – hepimiz eşitiz!” Tanrının önünde! – Oysa artık bu tanrı öldü. Ama biz
ayaktakımının önünde eşit olmak istemiyoruz. Siz daha yüce insanlar, uzaklaşın
pazaryerinden!
==========
Pekâlâ! Hadi bakalım! Siz, daha yüce insanlar! İşte şimdi
insan geleceğinin dağı doğum sancıları çekiyor. Tanrı öldü: şimdi biz istiyoruz
ki, – Üstinsan yaşasın.
==========
En kaygılılar şöyle soruyorlar bugün: “İnsan nasıl
korunacak?” Ama ilk defa ve sadece Zerdüşt soruyor: “İnsan nasıl aşılacak?”
==========
Aşağılıyor olmanız, ey daha yüce insanlar, umutlandırıyor
beni. Büyük aşağılayanlardır çünkü büyük saygı duyanlar. Kuşku duyuyor
olmanızda saygı duyulacak çok şey var. Çünkü siz teslim olmayı öğrenmediniz,
küçük kurnazlıkları öğrenmediniz. Günümüzde küçük insanlar efendi oldu: hepsi
de boyun eğmeyi ve alçakgönüllülüğü ve kurnazlığı ve çalışkanlığı ve gözetmeyi
ve bunlar gibi bir sürü küçük erdemi vaaz ediyorlar. Kadınca olan ne varsa,
kölelikten gelen ne varsa ve özellikle de ayaktakımı kalabalığına özgü ne
varsa: İşte bunlar efendi olmak istiyorlar tüm insanların – kaderine – ah,
tiksinti! Tiksinti! Tiksinti! Şunu sorup duruyorlar hiç usanmadan: “İnsan
kendini en iyi, en uzun, en hoş nasıl koruyabilir?” İşte böyle, günümüzde
efendi oluyorlar.
==========
Aşın siz daha yüce insanlar, ey kardeşlerim, aşırı küçük
erdemleri, küçük kurnazlıkları, kum taneciğini bile gözetmeyi, karınca sürüsü
kıvıldaşmasını, sefil huzuru, “çoğunluğun mutluluğu”nu! – Boyun eğmektense,
ümitsiz olun daha iyi. Ve sahiden, bugün nasıl yaşanacağını bilmediğiniz için
seviyorum sizi, daha yüce insanlar! Çünkü böyle yaşarsınız siz, – en iyi!
==========
Cesaretiniz var mı, ey kardeşlerim? Yürekli misiniz?
Tanıklar önündeki cesaret değil, hiçbir tanrının tanıklık etmediği bir münzevi
cesareti, bir kartal cesareti gerekli. Soğuk ruhlulara, katırlara, körlere,
sarhoşlara yürekli demem ben. Korkuyu bilen, ama korkuyu yenendir, uçurumu
gören, ama ona gururla bakandır yürekli kişi. Uçurumu gören, ama uçuruma kartal
gözleriyle bakandır, uçurumu kartal pençeleriyle kavrayandır: cesaretli kişi.
==========
“İnsan kötüdür” – böyle söylüyor en bilge kişiler beni
avutmak için. Ah, keşke bugün hâlâ doğru olsa bu! Çünkü kötülük insanın en iyi
kudretidir. “İnsan daha iyi ve daha kötü olmalı” – böyle öğretiyorum ben. En
kötü, Üstinsanın iyiliği için gereklidir.
==========
Yoksa bundan böyle siz acı çekenlere, daha rahat yataklar
sunmak istediğimi mi? Ya da siz yersiz yurtsuzlara, yolunu şaşırmışlara,
tırmanırken düşmüşlere, yeni ve daha kolay patikalar göstereceğimi mi? Hayır!
Hayır! Üç kere hayır! Sizin türünüzden gittikçe daha fazlası, gittikçe daha
iyileri yok olmalı – çünkü işiniz gittikçe daha berbat ve daha zor olmalı.
Böyle yalnız, – – böyle yalnız büyür insan, yıldırımın ona isabet edip onu
parçalayacağı o yüksekliğe: yıldırım için yeterli yüksekliğe!
==========
Yıldırımın artık zarar vermiyor oluşu yeterli değil benim
için. İletip uzaklaştırmak istemem onu; öğrenmeli benim için – çalışmayı.
==========
Gücünüzü aşan şeyler istemeyin: güçlerini aşan şeyler
isteyenlerde kötü bir sahtelik vardır. Özellikle de büyük şeyler isterlerse!
Çünkü bu kurnaz kalpazanlar ve oyuncular, büyük şeylere karşı şüphe
uyandırırlar: – – Sonunda kendilerine karşı da sahteleşene dek, güçlü sözlere,
göstermelik erdemlere, parıltılı sahte başarılara bürünmüş bu şaşılar, bu
gizlenmiş kurt yenikleri. Çok dikkatli olun onlara karşı, ey siz daha yüce
insanlar! Çünkü dürüstlükten daha değerli ve daha az bulunur bir şey yoktur
bugün benim gözümde.
==========
Bilginlerden koruyun kendinizi! Nefret eder onlar sizden:
çünkü kısırdır onlar! Soğuk, kurumuş gözleri vardır, önlerinde duran her kuşun
tüyleri yolunmuştur. Böyle kişiler yalan söylememeleriyle övünürler: ama yalan
söylemeye gücü olmamak hakikati seviyor olmak anlamına gelmez henüz. Sakının
kendinizi! Ateşli olmamak idrak anlamına gelmez henüz! Soğumuş tinlere inanmam.
Yalan söyleyemeyen hakikatin ne olduğunu bilmez.
==========
Yukarı mı çıkmak istiyorsunuz, kendi bacaklarınızı kullanın!
Kendinizi yukarı taşıtmayın, başkalarının sırtına ve kafasına oturmayın. Ata
biniyorsun, öyle mi? Şimdi de süratle hedefine at koşturuyorsun, öyle mi?
Pekâlâ, dostum! Ama kötürüm ayağın da oturuyor atın sırtında! Hedefine
vardığında, atından aşağıya adadığında; tam da kendi doruğunda, sen daha yüce
insan – sendeleyeceksin.
==========
Unutun şu “için” sözünü, ey yaratıcılar; sizin erdeminiz,
hiçbir şeyi “için” ve “uğruna” ve “çünkü” ile yapmamanızı ister. Bu sahte küçük
sözcüklere tıkayın kulaklarınızı. “Komşular için”, sadece küçük insanların
erdemidir; orada, “davul bile dengi dengine,” ve “bugün sen bana, yarın ben
sana”: denilir – sizin kadar bencil olmaya ne hakları, ne de güçleri vardır
onların!
==========
Ey yaratıcılar, ey daha yüce insanlar! Doğurmayı bekleyen
hastadır; doğurmuş olansa kirlidir. Kadınlara sorun: keyif verdiği için doğum
yapılmaz. Sancıdır tavukları ve şairleri gıdaklatan.
==========
Yalnızlığının içine ne taşıdıysan, ancak o büyür yalnızlıkta
– içindeki hayvan da işte böyle. Bu yüzden birçoklarına tavsiye edilmemelidir
yalnızlık.
==========
Ürkek, utangaç, beceriksiz, sıçramayı beceremeyen bir kaplan
gibi: sık sık böyle bir kenara çekilirken gördüm sizi, ey daha yüce insanlar.
Tutmadı attığınız zar. Ama siz zar atıcılar, ne önemi var ki bunun? Oynamayı ve
alay etmeyi gerektiği gibi öğrenmediniz siz! Her zaman büyük bir kumar ve alay
masasında oturmuyor muyuz? Büyük bir başarısızlığa uğrasanız da bu yüzden
başarısız mı sayılırsınız? Kendiniz başarısız olsanız da bu yüzden insan mıdır
başarısız olan? Ama insan başarısızlığa uğramışsa: pekâlâ! Hadi bakalım!
==========
Türü ne kadar yüceyse, o kadar ender başarılır bir şey. Siz,
buradaki daha yüce insanlar, hepiniz – başarısızlık değil misiniz? Cesaretiniz
kırılmasın, ne önemi var ki bunun? Daha ne çok şey mümkün! Kendinize gülmeyi
öğrenin, gerektiği gibi gülmeyi!
==========
En büyük günah neydi şimdiye kadar? “Burada gülenlerin vay
haline!” diyenin sözleri değil miydi? Kendisi bulamamış mıydı yeryüzünde gülmek
için bir sebep? İyi arayamamıştı o halde. Bir çocuk bile bulur burada gülmek
için bir sebep. O kişi – yeterince sevmiyordu: yoksa bizi de severdi, biz
gülenleri! Ama nefret ediyordu bizden ve alay ediyordu bizimle, ulumak ve diş
bilemekti bize vaat ettiği. Sevmeyince hemen lanetlemek mi gerekir? Bu – kötü
bir beğeni gibi geliyor bana. İşte böyle yaptı ama o dediği dedik kişi.
Ayaktakımından geliyordu o. O yeterince sevmiyordu sadece: yoksa sevilmemesine
daha az öfkelenirdi. Sevgi değildir, bütün büyük sevgilerin arzuladığı: – daha
fazlasını ister onlar.
==========
Kişinin şimdiden kendi yolunda yürüyüp yürümediği attığı
adımdan belli olur: bu yüzden yürüyüşüme dikkat edin! Ama hedefine yaklaşan
dans eder. Ve sahiden, bir heykel olmadım ben, henüz öyle durmuyorum, kaskatı,
hissiz, taştan bir sütun gibi; seviyorum hızlı hızlı yürümeyi. Yeryüzü
bataklıklarla ve koyu kederlerle dolu olsa da; hafif ayakları olan yürür
balçığın üzerinden bile ve dans eder kaygan buzun üstündeymiş gibi.
==========
Bu gülenlerin tacını, bu gül çelengi tacı: ben taktım bu
tacı kendime, ben kutsadım kahkahamı. Başka birini bulamadım bugün bunu yapacak
kadar güçlü olan.
==========
diken kafalara ve kılı kırk yaranlara düşman, tüm solmuş
yapraklara ve yabani otlara düşman: bataklıkta da, kederde de çimler
üzerindeymiş gibi dans eden bu vahşi, hayırlı, özgür kasırga tinine övgüler
olsun! Ayaktakımının yok olup giden köpeklerinden ve tüm o cılkı çıkmış,
kasvetli güruhtan nefret eden, tüm karamsarların ve açgözlülerin gözlerine toz
savuran bu güleç fırtınaya, tüm özgür ruhların ruhuna övgüler olsun! Ey daha
yüce insanlar, en kötü yanınız bu sizin: hiçbiriniz gerektiği gibi dans
etmesini öğrenmediniz – kendinizi aşarak dans etmesini! Ne önemi var ki,
başarısızlık olmanızın! Daha ne çok şey mümkün! Kendinizi aşarak gülmesini
öğrenin en azından! Kaldırın yüreklerinizi, ey iyi dansçılar, yükseğe, daha
yükseğe! Ve güzel gülmeyi de unutmayın! Bu gülenlerin tacını, bu gül çelengi
tacı: size atıyorum, kardeşlerim bu tacı! Gülmeyi kutsadım ben; siz daha yüce
insanlar, öğrenin – gülmeyi!
==========
Ve sizin en çok hoşunuza giden, tehlikenin içinden çekip
çıkaracak bir yol gösterici değil, sizi tüm yollardan saptıracak bir yoldan
saptırıcıdır.
==========
Çünkü korku – bizim istisnamızdır. Oysa cesaret ve serüven
ve bilinmeyenden, denenmemişten hoşlanmak – bana öyle geliyor ki cesaret
insanın tüm ön tarihidir. İnsan en yabanıl, en cesur hayvanların tüm
erdemlerini kıskanmış ve onlardan çalmıştır: ancak böyle olabilmiştir – insan.
==========
“Neşeleri yerinde,” diye başladı yeniden, “ve belki de ev
sahibinin zararınadır neşeleri; benden öğrendiler gülmeyi, ama benim gülüşüm
değil bu öğrendikleri. Ama ne önemi var bunun! Yaşlı insanlar bunlar; kendi
tarzlarınca iyileşiyorlar, kendi tarzlarınca gülüyorlar; kulaklarım daha
berbatlarına katlandılar da, hırçınlaşmadılar. Bir zaferdir bu gün: uzaklaşıyor,
kaçıyor ağırlığın tini, benim eski baş düşmanım! Öylesine berbat ve zor
başlayan bu gün ne kadar güzel sona eriyor!
==========
Ey asma dalı! Ne översin beni? Kestim ya seni! Gaddarım ben,
kanıyorsun sen –: ne ister övgün benim sarhoş gaddarlığımdan? “Mükemmelleşen,
olgunlaşan her şey, – ölmek ister!” diyorsun sen. Kutlu olsun, kutlu olsun
bağcı bıçağı! Ama ham olan her şey yaşamak ister: yazık! Acı der ki: “Yok ol!
Git, ey acı!” Ama acı çeken her şey, yaşamak ister, olgunlaşsın ve neşelensin
ve özlem duysun diye, – daha uzaktakine, daha yüksektekine, daha aydınlık olana
özlem duysun diye. “Mirasçı isterim,” der acı çeken her şey, “çocuk isterim,
kendimi istemem,” – Ama haz mirasçı istemez, çocuk istemez – haz kendisini
ister, bengilik ister, geri gelmek ister, her-şeyin-hep-aynı olmasını ister.
Acı der ki: “Parçalan, kana, yürek! Yürü, bacak! Kanat, uç! Buraya, yukarıya!
Sancı!” Pekâlâ! Hadi bakalım! Ey yaşlı yüreğim: Acı der ki: “Yok ol!”
==========
Bir çiy tanesi miyim? Bir sonsuzluk buğusu ve kokusu muyum?
Duymuyor musunuz? Kokusunu almıyor musunuz? Az önce mükemmelleşti benim dünyam,
gece yarısı öğledir de, – bir hazdır da ağrı, bir kutsamadır da lanet, bir
güneştir aynı zamanda gece – çekip gidin ya da öğrenin; bir bilgedir aynı
zamanda bir deli de. Hiç Evet dediniz mi hazza? Ey dostlarım, o zaman Evet
demiş oldunuz her acıya. Her şey birbirine kenetli, bağlı, sevdalıdır, – –
hiçbir defayı iki defa olsun istediniz mi; hiç dediniz mi “Hoşuma gidiyorsun
mutluluk! Sessiz ol, an!” Öyleyse istemiş oldunuz her şeyi geriye! – Her şey
yeni baştan, her şey bengi, her şey birbirine kenetli, bağlı, sevdalı, böyle
sevdiniz siz dünyayı, – – siz bengi olanlar, sonsuza dek ve her zaman
seversiniz onu: ve acıya dersiniz ki: Yok ol, ama gel geri! Çünkü her türlü haz
– bengilik ister!
==========
“Ne oluyor bana?” diye sordu Zerdüşt şaşkın yüreğine ve
yavaş yavaş çöktü mağarasının çıkışının yanındaki büyük taşın üzerine. Ama
elleriyle etrafını, yukarıyı, aşağıyı yoklarken ve narin kuşları kovalarken,
bakın hele, tuhaf bir şey daha oldu: farkına varmadan sıcak, sık bir saç yumağını
yakaladı; ama aynı zamanda bu yumaktan bir kükreme sesi duyuldu, – yumuşak,
uzun bir aslan kükremesi. “İşaret geliyor,” diye konuştu Zerdüşt ve değişti
dönüştü yüreği. Ve aslında, ortalık aydınlandığında görkemli sarı bir hayvan
duruyordu ayaklarının önünde ve başını dizlerine yaslıyordu sevgiyle,
uzaklaşmak istemiyordu ve eski sahibini yeniden bulmuş bir köpek gibi
davranıyordu.
==========
Ama bu arada Zerdüşt’ün ma- ğarasındaki daha yüce insanlar
uyanmışlardı ve hep birlikte Zerdüşt’e doğru yürümek ve ona sabah selamlarını
sunmak için bir sıra oluşturmuşlardı: çünkü uyandıklarında artık aralarında
olmadığını görmüşlerdi. Ama mağaranın kapısına vardıklarında, adımlarının
gürültüsü onlardan önce duyulduğunda aslan heybetle doğruldu, ansızın
Zerdüşt’ten ayrılıp vahşice kükreyerek mağaraya doğru sıçradı; ama daha yüce
insanlar aslanın kükremesini duyar duymaz hepsi birden, bir ağızdan
bağrıştılar, geriye kaçtılar ve gözden kayboldular. Ama Zerdüşt’ün kendisi,
hissiz ve yabancı bir halde, oturduğu yerden doğruldu, etrafına bakındı, şaşkın
şaşkın orada durdu, yüreğine sordu ve düşündü; yalnızdı. “Ne duydum ben böyle?”
diye konuştu sonunda yavaşça, “Ne oldu bana az önce?” Ve sonra anımsamaya
başladı ve bir bakışta dün ile bugün arasında olup biten her şeyi kavradı,
“İşte buradaki taş,” diye konuştu ve sakalını sıvazladı, “bunun üzerinde
oturmuştum dün sabah; ve burada çıkmıştı karşıma kâhin ve ilk önce burada
duymuştum az önce duyduğum çığlığı, büyük yardım çığlığını. Ey siz daha yüce
insanlar, sizin sıkıntınızdı, dün sabah o yaşlı kâhinin bana haber verdiği, – –
sizin sıkıntınıza ayartmak ve sınamak istiyordu beni: ‘Ey Zerdüşt,’ diye
konuştu benimle, ‘seni son günahını işleyesin diye baştan çıkarmak için
geliyorum.’ Son günahımı mı?” diye bağırdı Zerdüşt ve güldü öfkeyle kendi
sesine: “Ne kaldı ki elimde, son günahımdan başka?” – Ve bir kez daha Zerdüşt
iç dünyasına daldı ve yeniden büyük taşın üstüne oturdu ve düşünmeye başladı.
Ansızın oturduğu yerden sıçradı,– “Merhamet! Daha yüce insanlara merhamet!”
diye bağırdı ve yüzü taş kesildi. “Pekâlâ! Bunun da – zamanı geçti! Acım ve
merhametim – ne önemi var ki bunun! Mutluluğu mu arıyorum ben? Kendi eserime
varmak istiyorum! Pekâlâ! Aslan geldi, çocuklarım yakında, Zerdüşt olgunlaştı, saatim
geldi: – Bu benim sabahım, benim günüm yükseliyor; yüksel şimdi, yüksel, ey
büyük öğle!” – – Böyle söyledi Zerdüşt ve mağarasını terk etti, karanlık
dağlardan doğan bir sabah güneşi gibi parlak ve güçlü.
==========
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder