30 Mayıs 2021 Pazar

Aptallaşmak

Aptallaştığım konusunda herhangi bir soru işareti görmüyorum ve bu sebeple de “Aptallaştık mı?” gibi bir soruyu sormak yerine “Ne derecede aptallaştık?” sorusunu sormayı tercih ediyorum kendime. İşte bu noktada kendi kendime söyleyebileceğim şeylerin sınırını ötesini bilmiyorum. Öncelikle çerçeve denilen olguyu tamamen kaybettiğimi fark ediyorum, bu iyi veya kötü çerçeveye sahip olduğum zamanlar bundan neredeyse iki sene önceydi. Bir çerçeveye sahip olmak için aslında belirli kalıplar üretmiştim kendime ama bunların hepsi daha sonradan neden oluşturulduğu unutulmuş törelere döndü ve yapılmaya devam edilse bile asıl amaçları ortadan kayboldu ve tüm bu davranışlar yozlaştı. Öncelikle yalnız olmanın kabul edilmesi gerektiği gerçeğini ortaya koymuş ve bunun ne biçimde radikalleştirilmesi gerektiği üzerine düşünceler arasında dolaşmıştım. Bu noktada bulduğum çözümün etraftaki insanların gerçekten ne kadar ahmak olduklarının anlaşılması ve bir yandan da bu tür insanlarla beraber gezmenin dolaşmanın, sahip oldukları ahmaklığı bana da bulaştıracakları korkusuydu. Ancak buraya gelmeden önce aldığım harika ve kesinlikle yerinde bir karar olan “Madem beni arzulamıyorsunuz o halde ben de çeker giderim” mantalitesinin nüvelerini barındıran ama kendisini şu cümleyle açığa çıkaran yaklaşım oldu: “Siktirin gidin lan o zaman.” Evet, bu bir kıvılcımın ortaya konulmasını sağlayan temel noktaydı ve bu noktaya ulaşmak için çok fazla kan dökülmüştü, bu kanlar ortaya çıkan mantalitenin bedelleriydi aslında ve iyi bir savaş vermenin her türlü amacı anlamlı kılacağı noktasına büyük bir destek sağladı. Her şeye rağmen yalnız olmaya katlanmak konusunda atılmış ufak bir adım, bir kar topunun çığa dönüşmesi gibi büyüdü, belirginleşti ve en sonunda yıkılması imkânsız olan devasa bir yapıya dönüştü. Elbette atılan ilk adımdan sonra hemen geri çekilmek radikalleştirildi ve bilinen ve rahatlık olan alışılmış alana geri dönüldü. Ancak bu noktadaki birtakım durumların bana ilk yalnızlaşma adımını atmamı sağlayan olayları çağrıştırdığı için derhal yalnızlaşma noktasına geri çekilme kararı aldım ve bu aynı iki karar arasında yaklaşık olarak altı aylık bir süre vardı. Bu, rahatlığın ve alışılmış olanın insanın kararlarını etkileme gücünü açık bir şekilde ortaya koyuyor. Tercih edilen kişi olmadığım müddetçe, katlanılan kişi olmaktan da vazgeçmek olgusuydu işte tüm bunlar. Bu noktada yaptığım ikinci bir hata da elbette şu sıralar yaşadığım rezaletlerin de müsebbibidirler. Bu noktada şimdilik bir yorum yapmayacağım. Bir ilişkiler zincirini bitirmeye karar verdikten sonra en ufak açıkta verdiğim karardan geri döndüğüm gerçeğiyle yüzleşmek zorundayım şu anda. Aslında temel olarak Zerdüşt’ün buyruklarına uymam gerektiğini düşünmüş ve yalnızlığıma kaçmam gerektiğini ortaya koymuştum ve bundan sonra da o kutlu vecizeyi ortaya koymuştum: “Bir kitabı on kere okumak -kitabın ne olduğundan bağımsız olarak- kişinin hayatını değiştirir.” Evet, bu tam olarak böyleydi aslında bunun altında yatan düşünceyi de daha da temellendirilmiş olarak bulmak mümkün; bu, Evren’in bize emrettiği “Duruş sağlamlığı” yasasında da açıkça ortaya konulmuştur.

Bir duruşun şart olduğunu ortaya koyduktan sonra bir duruşun nasıl inşa edileceği konusuna da gelmek zorunda kalıyorum şimdi, bir duruş demek ne demektir öncelikle buna bakalım. Bir duruş ortaya koymak aslında, “Bedeli ne olursa olsun belirli bir davranış kalıbını yapmayacağım” demektir. Bu belirli davranış kalıplarını ise insan kendi tiksindiği davranışlardan ortaya çıkarabilir. Bu davranış kalıplarına bir örnek olarak çirkinleşmemeyi verebiliriz. “Ben, ne olursa olsun çirkinleşmeyeceğim” demek bir duruş ortaya koymaktır ve bu duruşu yürütmek de insanın kendi karakter inşasını oluşturmasıdır. Ortaya koyduğumuz duruş, bizi özümüzde istediğimiz şeylerden vazgeçiremez ancak istediğimiz şeyleri hangi yolla elde edeceğimiz veya hangi yolla elde etmekten kaçınacağımız konusunda bize harika bir yol gösterir ve bu duruş bizim davranışlarımızı kendimize açıklamamız demektir ve davranışlarını kendisine açıklayabilen bir insan da özgüvenli bir insandır. Özgüven hakkında söylenen tüm saçmalıklardan öte bir yerde bu tanımı kullanabiliriz. Özgüven, insanın kendisini tanıması ve kendisini taşımasıdır aslında ve bir duruşu ortaya koyduğumuz anda hem kendimizi tanırız hem de kendimizi taşımayı da beceririz ve bu kusursuz bir özgüveni bize dolaylı yoldan getirir. İşte bu yüzden, özgüven çalışmak asla hiçbir işe yaramaz. Özgüven, çalışılarak elde edilecek bir olgu değil, kendi davranışlarını kendine kusursuz bir şekilde açıklayabilmenin dolaylı sonucudur. Bu sonuç elbette ki insan için faydalıdır ancak burada tüm değeri özgüvene vermek aptallıktır, itiraf etmeliyim ki ben de bu hataya düştüm. Özgüven tamamen önemsiz bir kavramdır, önemli ve elde tutulmaya çalışılması gereken şey ise duruştur. Bir duruşunun olması insanın yaşamına anlam da katacaktır ve tüm kuralsızlıkların içerisinde kendisine bir kural oluşturmasını sağlayacaktır. Evet, belki bunlar dinlerle bir noktada benzeşiyorlardır ancak duruş noktasında kendi eylemlerimizi bir başkası değil, kendi saf aklımız sağlamaktadır ve bu yüzden de çok değerlidir.

Duruş noktasında birkaç örnek vermem gerekirse, kendini bir başkasına açıklama zorunluluğu hissetmemek ve açıklamamak bir duruştur. İnsanlar beni yanlarına çağırana kadar ben onları çağırmayacağım demek bir duruştur. Hiçbir kıza ben yürümeyeceğim demek bir duruştur. Kızlarla konuşurken sadece onları anlamaya ve aynı zamanda eğlenmeye odaklanacağım demek bir duruştur. Bir davranışı yapmadan önce bu davranışı kendime açıklayacağım demek de bir duruştur, yani bir nevi “Benim, durum ne olursa olsun bir duruşum olacak” demek de bir duruştur. Yani, insanın bir duruşunun olması da aslında bir duruş örneğidir. Bana yazılmadan asla yazmayacağım çünkü onların beni istemesi gerekiyor demek bir duruştur. Bu duruşların temelleri de duruşları sağlam kılacaklardır.

Bir kadına yazmayacağım duruşunu ortaya koymak, bir müddet sonra neden yazmayayım sorgusunu akla getirebilir ve bu noktadan sonra duruş kolaylıkla bozulabilir hale gelir. İşte tam bu noktada “kızlara yazmayacağım çünkü yavşak bir insan olarak anılmak istemiyorum” demek duruşu sağlamlaştırır ve ölümsüz kılar. Bir duruş olarak yediklerine dikkat etmek de ortaya konulabilir, ben sağlıksız yemeyeceğim çünkü vücudumun iyi gözükmesini istiyorum temellendirmesi ve bu düşünceye biat etmek, insanın bir daha sağlıksız şeyler yemeyeceğini garanti altına alır. Duruş demek tam olarak bu demektir.

Şimdi, bir erkeğin hayatında ortaya koyması gereken birkaç duruştan bahsedeceğim. Bir ülkücünün davranışlarına yakınsamamak için hiçbir insana -gerekmedikçe- kaba davranmamak. Kandıran insanlara karşı duyduğum eğreti hissinden dolayı kendime bakıp iğrenmemek için başka insanları kandırmamak. Bir fino köpeğine dönüşmemek için hiçbir insanın bana kaba davranmasına izin vermemek ve kesin yargılarımdan sonra asla gülmemek veya ortamı yumuşatma hamlelerinde bulunmamak, isterse ortalık yansın ve kavga çıksın bu davranışı yapmamak. Kendi düşüncelerime olan güvenimden emin olmak için bir ortamda konuşmamı gerektirecek noktalarda susmamak ve korkmadan fikirlerimden ve dolayısıyla kendimden utanmadığımı, konuşarak kendime kanıtlamak. Taşlara takılmamak için nasıl ki taşların nerede olduğuna dikkat ederek yürüyorsam, insanlara takılmamak için de insanların hareketlerini izleyerek nereye varmak istediklerini gözlemlemek ve bunlar üzerinde yönlendirici etkilerde bulunmak.  

1 Mayıs 2021 Cumartesi

Var Olmanın Tadını Çıkarmak

Elimizdekilere şükretmek değil bugün bahsedeceğim şey, sadece elimizdekilerin tadını çıkartmaktan bahsedeceğim. Hayatımızda olmak istediğimiz her şeyi olduğumuzu, elde etmek istediğimiz her şeyi elde ettiğimizi düşünelim. Böyle bir durumda ne yapacaktık acaba, şu anda yaptığımızdan farklı olarak ne yapacaktık gerçekten. Bu sorunun cevabı insan için ufuk açıcı olabiliyor. Benim için bu sorunun tatmin edici bir yanı yok. Yani deli gibi param da olsa, istediğim her şey olsa da şu anda oturduğum gibi bir koltukta oturacak ve kitabımı okuyacaktım, sonrasında aklıma gelen düşünceleri yazıya dökecek, birazcık gitarımla oyalanacaktım ve sonrasında da uyuyacaktım. Onlara sahip olan insanlara baktığımız zaman da aslında bunu net bir şekilde görebiliriz. En güzel arabalara binen insanların hayatlarında hiçbir şey değişmiyor, en güzel evi olan insanların da hayatlarında hiçbir şey değişmiyor. Kendilerine vakit ayırdıklarında ellerinde olan tek şey yine kendileri oluyor, en güzel evler veya arabalar bu konuda hiçbir şey değiştirmiyor. Hiçbir durumda, en azından harika bir eve sahibim demiyorlar, can sıkıntısı ve üzüntü onlar için de en az bizim için olduğu kadar can yakıcı olmaya devam ediyor. Hatta tarihte, her şeye sahip olan varlıklı insanlar, bir süre sonra bu zenginlikten sıkılmış ve varlıklı hayatını bırakarak normal bir yaşam sürmek için uğraşmıştır. Bunu sebebi, zenginliğin hayattaki sorunları çözmek konusunda yetersiz olmasıdır. İnsanlar olarak içimizde çoğu zaman bir tatminsizlik hissi ile yaşarız. Bu tatminsizlik hissi de etrafımızda olanlardan veya bizim ne olduğumuzdan bağımsızdır. Adı üstünde, tatminsizliktir bu. Ne kadar yüksekte olursan ol, hep daha yükseği vardır bunun ve tatminsizlik var olduğu sürece gözlerimiz her zaman bir üsttekinde olacaktır. Bu tatminsizliğin sebebi de bir şeylerin eksik olduğu hissinden kaynaklanmaktadır. Hayatımızda ne yaparsak yapalım, ne kadar kusursuzluğa yakınsarsak yakınsayalım, her zaman bir şeyler eksik olacaktır. Bunun, maalesef ki, kaçarı yoktur. Bir şeyler her zaman eksiktir, tamlık diye bir durum yoktur, çünkü tam olanın ne olduğu bizim için belirlenmiş değildir, “Şunlar varsa sen tamamsın” diyebileceğimiz bir nokta belirlenmemiştir. Daha önce, kendi hareketlerimizden emin olmamız gerektiğinden bahsetmiştim. Şimdi de hayatımızda hiçbir şey eksik değilmiş gibi davranmamız gerektiğini söylüyorum. Evet, hiçbir eksik yokmuş gibi, her şey zaten olması gerektiği gibiymiş gibi davranmalıyız. Böyle davranmamız gerekiyor çünkü aslında hiçbir şey eksik değil hayatımızda. Eksik olan şey, asla tamamlanamaz. Tamamlanamama hissi her zaman yanı başımızda olacak, her şeye sahip olsak da köşe başında bizim geleceğimizi bilerek bekliyor olacak bu his. İşte bu sebeple, şimdi ne olursak olalım, ne yaşıyorsak yaşayalım, neye sahip olursak olalım, tüm bunlardan ötürü üzülmenin, tatminsizliğin saçmalığının farkına varmamız gerekiyor. Biz varız, elimizde de bunlar var. Elimizde olanın tadını çıkaralım. Fazlasını istememek, bir dindar gibi şükretmek değil bahsettiğim.

Fazlasını istemek başkadır, fazlası yok diye karalar bağlamak başkadır. Fazlası için çabalarken de mutlu ve tatmin dolu olabiliriz. Şu anda, içinde bulunduğumuz durum dışında hiçbir şeye sahip değiliz. Bu an, bir daha gelmeyecek bizim için, geçip gitti bile şimdiden. İşte bu sebeple, şu anda elimizde olan durumda yapabileceklerimizi yapalım ve elimizde olanın tadını çıkaralım. Durumlar değiştiğinde ise, yeni durumların tadını çıkarırız. Tatminsizlik anlamsızdır. Var olan her an, elimizdedir. Elimizde yeşil vadiler yok diye ağlayamayız, kimse bize yeşil vadileri vaat etmedi çünkü. Şimdilik karaya tutunacağız, zamanı gelince yeşil vadilerin de tadını çıkarırız. Yeşil vadideki birisi asla karaya tutunmanın nasıl bir şey olduğunu bilemez, ama biz bunu biliyoruz ve aynı zamanda bunu kutsuyoruz da. Var olsun, var olmak. Parmağımızı var oluşa daldırdıktan sonra parmağımızı ağzımıza çalalım ve var oluşun tadını çıkaralım.