11 Ocak 2020 Cumartesi

Antibiyotik Yazmak


Bir şeyler anlatıyor olmak, anlattığımız şeylerin değerini belirler mi acaba? Aslında pratikte belirlediğini biliyoruz ve görüyoruz ancak teoride bunun cevabı kesin bir hayırdır. Ben neden yazıyorum peki?

 

İnsanlar, uzun yaşamanın ne işe yarayacağını soruyorlar. Neden uzun yaşamak istiyoruz diyorlar. Yaşam süresini uzatmak için çalışan bilim adamlarına soruyorlar bu soruyu. Ancak başka bir şey için uzun yaşanmak istenmez. Sadece uzun yaşamak için uzun yaşamak istenir. Şeylerin arkasına başka nedenler koymak eskiden beri insanların yaptığı bir hataydı. Bu hatadan da asla dönemeyecekler gibi duruyor.

 

Yazmanın sebebini soran insanlara da sanırım verilebilecek en iyi cevap bu olurdu. Yazı yazmak için yazıyorum. Bu kadar ama; daha ötesini araştırmak anlamlı değil. Yazı yazıyorum çünkü yazı yazmak istiyorum.

 

Bir sorunla karşı karşıya kalmayı ister oldum artık. Bir sorunum yok ve bir sorunum olsun ve bu sorunu yazayım istiyorum. Bu olaya alıştım sanırım ve bundan vazgeçemiyorum. Bir paradoks mevcut. Öncelikle sadece sorunların olduğu için yazmaya başlarsın. Daha sonra yazmanın bu sorunlara iyi geldiğini hissedersin ve yazmak eylemi hoşuna gitmeye başlar. En sonunda sorunların hepsini yazarak çözdüğünde, artık elinde sadece yazı yazmak kalmıştır. Ve buna devam etmek istersin ancak kocaman bir sorunla karşı karşıyasındır artık. Yazı yazmanı sağlayan şey sorunlarındı. Ama onları çözdün. Artık yazı yazmanı gerektirecek sorunların yok.

 

Bu olayı antibiyotiklere benzetiyorum. Hasta olursun daha sonra hastalıktan kurtulmak için antibiyotik almaya başlarsın. Antibiyotikler sana iyi gelir. Ve artık antibiyotiklerin sana iyi hissettirdiğini anlarsın. Antibiyotiği en az 7 gün kullanman gerekir. Ancak sen ilk üç günde kendini iyileşmiş hissedersin. Ancak antibiyotiğini almaya devam edersin. Bir haftadan sonra antibiyotiği bırakman gerekir. Ama artık antibiyotiğe alışmaya başlamışsındır. İşte bu noktada antibiyotiğe devam etmek kendine zarar vermektir.

 

1 yorum:

  1. Hayatımız için anlam arıyoruz. Yaşamımız ve ölümümüz için... Zamanın kıymetini bilemeyip bir şeyler uğruna yaşamayı beceremediğimiz ve öleceğimiz gerçeğini bildiğimiz halde sadece ölüme yaklaştığımız anda ziyan olma hissini dindirmek uğruna en azından ölüme anlam katmak için beyhude bir uğraş sergiliyoruz.

    Bizler büyütülürken koca bir 'anlamsızlık' içinde sadece 'kazanmak' anlatıldı. (Bunu bile yapamadılar aslında ama konumuz bu değil) Bizim kazanmaya değil, uğruna savaşacağımız büyük bir savaşa ihtiyacımız var. Serüvenin sonunda başarısız olmaktan korkmuyoruz, serüvenin olmamasından korkuyoruz. Büyük bir krizle mücadele etmeye ihtiyacımız var. İhtiyaç duymamızın sebebi hayatta kalmak değil, yaşamak! Bu bize öğretilmedi. İhtiyacımız olanı fark edenler olarak biz bunu düşünerek bulduk. Kendi kendimizi eğitmeye çalıştık ve en yetersiz hissettiğimiz anda, kendimize akıl hocası olarak tarihin tozlu sayfaları içerisinde bizimle aynı hisleri paylaşmış olanları öğretmen kabul ettik.

    Verilebilecek çok örnek var ancak ben Bağdat fatihi 4. Murat'ın sözlerini hatırlatmak isterim. "Bağdat'ı almaya çalışmak, Bağdat'ın kendinden daha mı güzeldi ne?"

    Ve sizi etkileyen örnekleri derlediğiniz bir yazı görmeyi çok isterim. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil