Bir şeyler anlatıyor
olmak, anlattığımız şeylerin değerini belirler mi acaba? Aslında pratikte
belirlediğini biliyoruz ve görüyoruz ancak teoride bunun cevabı kesin bir
hayırdır. Ben neden yazıyorum peki?
İnsanlar, uzun yaşamanın
ne işe yarayacağını soruyorlar. Neden uzun yaşamak istiyoruz diyorlar. Yaşam
süresini uzatmak için çalışan bilim adamlarına soruyorlar bu soruyu. Ancak
başka bir şey için uzun yaşanmak istenmez. Sadece uzun yaşamak için uzun
yaşamak istenir. Şeylerin arkasına başka nedenler koymak eskiden beri
insanların yaptığı bir hataydı. Bu hatadan da asla dönemeyecekler gibi duruyor.
Yazmanın sebebini soran
insanlara da sanırım verilebilecek en iyi cevap bu olurdu. Yazı yazmak için
yazıyorum. Bu kadar ama; daha ötesini araştırmak anlamlı değil. Yazı yazıyorum
çünkü yazı yazmak istiyorum.
Bir sorunla karşı karşıya
kalmayı ister oldum artık. Bir sorunum yok ve bir sorunum olsun ve bu sorunu
yazayım istiyorum. Bu olaya alıştım sanırım ve bundan vazgeçemiyorum. Bir
paradoks mevcut. Öncelikle sadece sorunların olduğu için yazmaya başlarsın.
Daha sonra yazmanın bu sorunlara iyi geldiğini hissedersin ve yazmak eylemi
hoşuna gitmeye başlar. En sonunda sorunların hepsini yazarak çözdüğünde, artık
elinde sadece yazı yazmak kalmıştır. Ve buna devam etmek istersin ancak kocaman
bir sorunla karşı karşıyasındır artık. Yazı yazmanı sağlayan şey sorunlarındı.
Ama onları çözdün. Artık yazı yazmanı gerektirecek sorunların yok.
Bu olayı antibiyotiklere
benzetiyorum. Hasta olursun daha sonra hastalıktan kurtulmak için antibiyotik
almaya başlarsın. Antibiyotikler sana iyi gelir. Ve artık antibiyotiklerin sana
iyi hissettirdiğini anlarsın. Antibiyotiği en az 7 gün kullanman gerekir. Ancak
sen ilk üç günde kendini iyileşmiş hissedersin. Ancak antibiyotiğini almaya
devam edersin. Bir haftadan sonra antibiyotiği bırakman gerekir. Ama artık
antibiyotiğe alışmaya başlamışsındır. İşte bu noktada antibiyotiğe devam etmek
kendine zarar vermektir.
Hayatımız için anlam arıyoruz. Yaşamımız ve ölümümüz için... Zamanın kıymetini bilemeyip bir şeyler uğruna yaşamayı beceremediğimiz ve öleceğimiz gerçeğini bildiğimiz halde sadece ölüme yaklaştığımız anda ziyan olma hissini dindirmek uğruna en azından ölüme anlam katmak için beyhude bir uğraş sergiliyoruz.
YanıtlaSilBizler büyütülürken koca bir 'anlamsızlık' içinde sadece 'kazanmak' anlatıldı. (Bunu bile yapamadılar aslında ama konumuz bu değil) Bizim kazanmaya değil, uğruna savaşacağımız büyük bir savaşa ihtiyacımız var. Serüvenin sonunda başarısız olmaktan korkmuyoruz, serüvenin olmamasından korkuyoruz. Büyük bir krizle mücadele etmeye ihtiyacımız var. İhtiyaç duymamızın sebebi hayatta kalmak değil, yaşamak! Bu bize öğretilmedi. İhtiyacımız olanı fark edenler olarak biz bunu düşünerek bulduk. Kendi kendimizi eğitmeye çalıştık ve en yetersiz hissettiğimiz anda, kendimize akıl hocası olarak tarihin tozlu sayfaları içerisinde bizimle aynı hisleri paylaşmış olanları öğretmen kabul ettik.
Verilebilecek çok örnek var ancak ben Bağdat fatihi 4. Murat'ın sözlerini hatırlatmak isterim. "Bağdat'ı almaya çalışmak, Bağdat'ın kendinden daha mı güzeldi ne?"
Ve sizi etkileyen örnekleri derlediğiniz bir yazı görmeyi çok isterim. Elinize sağlık.