28 Eylül 2020 Pazartesi

Bir Şey Yapmamak - Steven Harrison

Yaşamımızda bize kesinlik sağlayacak bir yol, sistem, öğreti yoktur. Sistemler, inançlar ve felsefeler durağandır; yaşam ise dinamik.

==========

Kavramsallaştırmalarla karmakarışık olmuş haldeyiz. Nasıl düşüneceğimiz, davranacağımız ve ne olacağımız bize öğretilmiş. Nasıl yaşayacağımız konusunda daha fazla öğretiye ihtiyacımız yok.

==========

Bu kitap rafta saklanmak, tekrar tekrar okunmak ya da alıntılar yapılmak üzere yazılmadı. Bir kez, ama tam anlamıyla, dalınç içinde okunduğunda amacına ulaşacaktır.

==========

Genç bir yaşta etrafımdaki ve içimdeki dünyanın acısı ve uyumsuzluğu ile harekete geçtim. Delirmek üzere olan bir toplumun bir parçası olmak üzere yetiştirilmiştim. Katledilen liderlerin hengâmesi ve amaçsız savaşlarla uzlaşamıyor, ailemde, ilişkilerimde ve kendi aklımda bir olgu haline gelen çatışmayı kabullenemiyordum. Üniversitenin güvenli ortamını terk edip bu acıya eksiksiz, nihai ve evrensel bir yanıt aramaya koyuldum. Dünya üzerinde bulabildiğim her ermişe, kâhine ve falcıya gittim. Kendimi aşırı yoksunluklara, uzun süreli inzivaya ve meditasyona tabi tuttum. Dünyadaki bütün felsefe ve dinleri inceledim. Hindistan ve Himalayalarda araştırarak, uzun uzun düşünerek ve var olarak zaman geçirdim. Geçen 25 yıl boyunca keşfettiğim her şeyin öğrencisi ve öğretmeni oldum. Ve hiç biri işe yaramadı.

==========

Bir noktada, Himalayalar’daki güçlü bir yogiyi görmeye gittim. Yaşama dair derin bir içgörüye sahip olduğu belli olan bu adama içsel dünyanın güçleriyle ilgili bildiği her şeyi öğrenmeye geldiğimi söyledim. Yanıtı basitti ve tam anlamıyla konunun özüne dokunuyordu: “Neden güç istiyorsun? Korktuğun nedir?” Sonra yürüyüp gitti. Bu korkunun keşfi, tinsel yolculuğumun başlangıcı ve sonu oldu. Bütün bu olanların bir yerinde sorunun kaynağının acı ve uyumsuzluk değil arayış içinde olan kişinin kendisi olduğunun eşsiz bir şekilde bilincine varış gerçekleşti. Asıl sorun, beni duygunun yükünden kurtaracak bir yanıt, karşılık, çözüm bulma hırsıydı. Arayan kavranmadıkça çözüm de yoktur. Çözüm olmayınca sorunun doğası temelinden değişir.

==========

Yaşamın önümüze koyduğu soruya karşılık veren hiçbir durum, ideoloji, felsefe ya da din yoktur. Bu sistemler bize bir yanıtın kesinliğini, katılığını ve tesellisini vermek üzere tasarlanmışlardır. Yaşamın bize sunduğu soru aslen dinamik, belirsiz ve canlı olan yaşamın kendi akışıdır. İlgilenen kişi için varoluş olgusu her zaman ortadır. İnancın çarpıtması olmadan, dinginlik içinde ona dokunulabilir. Enginlik karşısında yaşamın bilinmeyen özelliğini, sihrini ve samimi bir alçakgönüllülük anında bütün kavramlarımızı silip yok eden gerçeği fark edebiliriz.

==========

Adamın biri endişeyle psikiyatriste bir tavuk getirip “Doktor, bu benim erkek kardeşim, kendisini tavuk sanıyor,” der.

==========

Katolikler Hinduizm’de, Yahudiler Budizm’de, Ateistler Varoluşçulukta, Komünistler Kapitalizmde yanıt ararlar. Amerikalılar Hindistan’a, Hintliler Amerika’ya gider. Eğer sorunu bu çözemezse, şu çözecektir. Kardeşime, eğer psikiyatrist yardım edemezse veteriner edecektir. Ama hala öncül hatalıdır ve nereye gidersek gidelim, kime sorarsak soralım çatışma devam etmektedir.

==========

Artık sorun dolaysız şu andadır; peki onunla ne yapacağız? Kesinlikle hiçbir şey. Çatışma ile ilgili bir şey yapmak ona madde ve enerji vermektir. Ona yaklaşma, etkileyip değiştirme, daha iyi yapma, yok olmasını sağlama girişimi yalnızca bu gerçeklik alanımızda sağlam bir yere oturur. Çözümü belli bir yere yerleştirmek onu güçlendirmiştir. Çözüm gerçekleşmeyince daha da fazla çatışma yaratmış oluruz. Hiçbir şey yapmasak ne olur? Hiçbir şey olmaz. Çatışmanın bunu talep edebileceği birisi yoktur. Enerjisi yoktur. Zıddı yoktur. Daha fazla varolmaz. Artık gerçekliğimizin bir unsuru değildir. Bu, psikolojik çatışmanın çözümüdür. Yalnızca an içinde yer alır. Birilerinin yardımına gereksinimi yoktur. Bizden bir şey istemez; sessizliğimiz dışında...

==========

Guru oyunu, aydınlanma oyunu gibidir; bu oyunu oynarız çünkü boşluğumuzla karşılaşmak istemeyiz. Bir yanıtı olduğunu düşünüyorsak, karmaşamızı yanlış anlamışız demektir. Karmaşa ortada çok zor sorular bulunmasından değil bütünlüğünü yitirmiş bir soru soran olmasından kaynaklanmaktadır.

==========

Eğer bu zihni guru adına kurban edersek, eğer bir başkasının sorumluluğu için tinsel sorumluluğumuzu bir kenara bırakırsak kayıp ruhların dünyasına girmiş oluruz. Buraya girenlere dikkat edin: Ruhları yitip gitmiştir. Guru kayıptır.

==========

Eğer bize oturup gözlerimizi kapamamız ve beyaz ışığı aramamız söylenmişse biz bu beyaz ışığı yaratırız. Ya da Buda’yı, Şiva’yı, İsa’yı. Bu kendi içinde ilginçtir. Meditasyonumuzda özel bir varoluş durumu deneyimlemek üzere eğitilebilir ya da buna şartlandırılabiliriz.

==========

Kişi, meditasyon teknikleri yardımı ile zihnini yoğunlaştırabilir. Yoğunlaşmış zihin bir görüntü, bir ses ya da düşünceye odaklanmıştır. Bunun değeri sınırlıdır. Yüce doğrunun keşfi ile kıyaslandığında zihnin yoğunlaşma yeteneği yetersizdir. Zihnimizi üzerinde odaklanılan nesneye tekrar tekrar çevirerek daha az sarsılır hale geliriz. Aklımızı tekrar nefesimize, mantramıza ya da görsel hayalimize döndürürüz. Şimdi zihnimizde sadece nefes, mantra ya da görsel hayal vardır. Bu, sakinlik değil tembelliktir. Yoğunlaşmışızdır ama duyarlılığımızı da kaybetmişizdir. Önem vermemek için kendimizi eğitmekte, kendimizi hipnotize etmekteyizdir, daha uyanmadan kendimizi tekrara uyutmaktayızdır. Bu yoğunlaşma ile elde etmeye çabaladığımız şey nedir? Neden kaçıyoruz? Kendimizi odaklamak için böyle umutsuzca çırpınarak karşılık verdiğimiz, yaşamımızdaki parçalanmaya sebep olan şey nedir?

==========

Aklı düzene sokmak veya yoğunlaştırmak için kullanılan teknikler eğer benliğin ötesinde ne olduğunu bulmak istiyorsak bir işe yaramazlar. Düşüncenin keşfinde bir değerleri olabilir, psikolojik meselelerle başa çıkmada yararlı olabilirler ya da fiziksel hastalığın semptomlarını düzenlemede kullanılabilirler; ama benliği kendisinin ötesine geçiremezler. Teknik kullanılmayan meditasyonun esası nedir? Farkındalığı, içeriği her ne ise ona döndürebilir miyiz? Bu, dikkatin ta ki devamlı bilinçlilik elde edilene kadar tekrar tekrar içinde bulunulan ana taşınması, farkındalığın geliştirilmesidir. Yorumsuz, yargısız, ayrım yapmadan bu farkındalık sık sık belirli tinsel uygulamaların mutlak sonucu olarak öğretilir. Ama sonuçta bu bir ruh hali, bir duruş, ”farkında” olan bir izleyiciyi gerektiren bir durumdur. Ama izleyen hiçbir şeyle gerçek bir temas halinde değildir.

==========

Düşünce ortaya çıkar ve geçer gider. Farkındalık kalır. Düşünce değil. Kasıtsız olduğumuzda düşünceler arasındaki alana girebilir ve gerçek doğamızı keşfedebiliriz.

==========

Düşünce ortaya çıkar ve geçer gider. Farkındalık kalır. Düşünce değil. Kasıtsız olduğumuzda düşünceler arasındaki alana girebilir ve gerçek doğamızı keşfedebiliriz. Düşünce bu alanı tarif etmek isteyebilir ama yapamaz. Bu alanda düşünce yoktur ve sonuçta “ben” yoktur. Bu alana kasten ya da irademizle yaklaşamayız. Bu sessizliği deneyimlememize yardım edecek teknik, felsefe, öğreti veya din yoktur. Yardım olarak aldığımız her şey yolun içindedir çünkü arayan yoldadır. Ama aynı zamanda hiçbir şey yolda değildir çünkü her ne kadar “ben” adlandırılabilir olmayı, katı ve tasarlanabilir olmayı arzu etse de gerçekte bulunabilecek bir “ben” yoktur. Sessizliği engelleyen hiçbir şey yoktur ama bu sessizliği bulabilmek için yapılabilecek bir şey de yoktur. Zaten vardır ve bizim çabalamayı bırakmamızı beklemektedir. Aramaya bir sürü enerji harcanır. Sadece durun.

==========

Küçük çocuğun resim çizdiğini fark eden annesi “Ne çiziyorsun Jimmy ?” diye sordu. Çocuk başını kaldırmadan “Tanrının resmini” diye yanıt verdi. “Ama Jimmy,” dedi anne “Tanrının neye benzediğini kimse bilmez ki.” “Ben resmi bitirdiğimde bilecekler.”

==========

Hıristiyanlar dişlerinden kan damlayan, kafataslarından oluşmuş kolyesiyle bir cesedin üzerinde dans eden Kali figüründe Tanrıyı göremezler. Hindular kanlar içinde çivilenmiş, çarmıhta can çekişen adamda Tanrıyı göremezler. Tanrıyı ancak kafamıza bir öğreti sokulduğunda görebiliriz. Tanrı öğrenilmiş bir semboldür. Friedrich Nietzsche aşikar soruyu sormuştur: ”Hangisi doğru: insan mı Tanrının gaflarından biri yoksa Tanrı mı insanın?”

==========

Ulu bir haham, tinsel görevini, devam ettirmesi için oğluna devrederek ölmüştü. Oğul da resmen hak sahibi olarak ulu idi ama bir hahamın yapması gereken şeyleri babasından tamamen farklı bir şekilde yapıyordu. Babanın tarzına alışık olanlar oğlana gelip “Sen babanın yaptığını yapmıyorsun,” diye şikayet ettiler. Oğlan şöyle yanıt verdi: ”Yo, aksine yapıyorum. O, kimseyi taklit etmezdi, ben de kimseyi taklit etmiyorum.” Bütün dinlerin tarihsel çekirdeğinde tören değil töreni yıkıp aşkınlıkla doğrudan temasa geçen bir kişi vardır. Bu kişiler dinin izinden gitmemiş,onu keşfedip yaşamışlardır. Musa, İsa, Buda, Lao-tzu, Muhammed herhangi bir şeyin değil yaşamın gerçekliği ile kendi doğrudan temaslarının peşindeydiler. Ama bizler yaşamla kendi doğrudan temasımızı değil onları takip ediyoruz. Aslında biz sadece bu efsanevi figürleri temsil eden töreni ve bu törenleri denetleyen dinsel hiyerarşiyi takip ediyoruz.

==========

Bir sürü uzun seanstan sonra psikiyatrist hastasına “İyileştiniz” dedi. “Aman ne güzel,” diye yanıt verdi hasta. “Size geldiğimde Napolyon’dum. Şimdi hiç kimse!”

==========

Bu bir diyalog davetiyesidir. Bu diyalog birçok şekilde olabilir. Diyalog, ikiliğin birleştirici ifadesidir. Görünüşte iki olanın birde kucaklaşmasıdır.

==========

Bu, birinin öteki üzerinde egemenliği ya da birinin diğerini yönlendirmesi değildir. Bu diyalog ötekinin dahil edilişidir. İçsel ve dışsal olanın incelenmesi olabilir. Karımızla, kocamızla, çocuğumuz veya arkadaşımızla bir diyalog olabilir. İşlek bir caddede beklenmedik bir karşılaşma, yeni açmış bir çiçeğin güzelliği, birisinin acısıyla özdeşleşme olabilir. Yaşamın kendisiyle diyalektiğidir. Biz hepimiz bu engin sohbetin, yaşam oyununun görür bölümlerinin ve onun inkar edilemez birliğinin parçasıyız. Konuştukça kendi konuşmamızın anlamına, kendimizle oynadığımız oyunun başlangıcına giden yolu bulalım. Birbirimizle konuştuğumuzda, aslında kendimizle konuştuğumuzu fark edelim. Birbirimizle karşılaştığımızda, bir yabancıyla karşılaşmıyor, yalnızca zaten tanışmış olduğumuzu, daha önceden pek çok kereler sohbet etmiş olduğumuzu unutmuş oluyoruz. Haydi bu diyalogu yaşamlarımıza davet edelim.

==========

26 Eylül 2020 Cumartesi

Baştan Çıkarıcının Günlüğü - Soren Kierkegaard

 

Para ödemek istiyor, ama para kesesini yitirmiş... sanırım adresini söylüyor, onu işitmek istemiyorum, kendimi sürprizden yoksun bırakmak istemiyorum çünkü; onunla yaşamda tekrar karşılaşacağımdan hiç kuşkum yok, onu tanıyacağım ve belki o da beni tanıyacak, benim yan bakışım kolay kolay unutulmaz. Bir sürpriz sonucu umulmadık bir çevrede onunla karşılaşacağım gün, sıra ona gelecek. Eğer beni tanımaz, bakışlarıyla hemen beni buna inandırmazsa ona yandan bakmak gibi bir şansım daima olacaktır. O zaman durumu anımsayacağından kesinlikle eminim. Sabırsızlık yok, açgözlülük yok, her şeyin tadı yudum yudum çıkarılacak; o kız artık bir kenara ayrılmıştır, kazanılacağı da kuşkusuzdur.

 

Böyle adi bir herif genç bir kıza kendisini bekletiyor! Ben böyle değilim, ben bambaşka bir çapta, güvenilir biriyim, belki de şu an onunla konuşmanın tam sırası, çünkü beşinci kez önümden geçiyor. “Cüretimi bağışlayın genç hanımefendi. Burada ailenizi arıyorsunuz kuşkusuz. Birçok kez aceleyle önümden geçtiniz ve bakışlarımla sizi izlediğimde son odada değil de hep bitişik odada durduğunuzu fark ettim; onun ilerisinde bir odanın daha olduğundan haberiniz yok herhalde. Belki de onları orada bulursunuz.” Bana reverans yapıyor; ona çok yakıştı bu. Durum elverişli. Adam gelmediği için memnunum; en iyi balıklar bulanık suda avlanır. Bir genç kız duygusal yönden altüst olduğunda, başka zaman şans getirmeyecek bir şeye başarıyla girişilebilir. Onun önünde nazikçe, ama olabildiğince de mesafeli bir biçimde eğildim yalnızca. Yeniden sandalyeme oturuyorum, manzarama bakıyorum ve onu gözlüyorum. Dosdoğru peşinden gitmek çok riskli olur; beni askıntı olan biri gibi görebilir ve o zaman hemen savunmaya çekilir. Şu anda ona duyduğum sempatiden ötürü konuştuğumu sanıyor, onun iyiler listesindeyim.- İçteki odada bir Allahın kulu olmadığını gayet iyi biliyorum. Tenhalık hayırlı bir etki yapacak üzerinde. Çevresinde bir sürü insan gördüğü sürece gerginleşir; yalnız kalırsa sakinleşecektir. Çok doğru, kız hâlâ o odada. Bir süre sonra ona en passant yaklaşacağım; ona bir şeyler söyleme hakkını kazandım, bana en azından bir selam borcu var...

==========

Bana bakınca, onun orada çok daha başka birisini aramış olduğuna inanmamdan ötürü gülümseyecektir. Bu gülümseme beni onun suç ortağı yapar ki bu daima önemli bir şeydir. -Binlerce teşekkür bebeğim, bu gülümseme düşündüğünüzden çok daha değerli benim için; bu daha başlangıçtır ve başlangıç daima en zordur. Artık tanıştık ve tanışıklığımız iç gıcıklayım bir duruma dayanıyor; devam etmek için bu yeterli.



Bir kızı baştan çıkarmak ustalık değildir ama baştan çıkarmaya değer birisini bulmak büyük şans gerektirir-

==========

66.syf'da kaldım..

Yapacak Bir İşi Olmak

Yapacak bir işi olmalı insanın.

 

Yapacak bir iş nedir? Boş takılmamaktır amiyane tabirle. E tabii, bunu zaten herkes söylüyor. Ancak biz de biraz üzerine konuşalım bunun, çünkü üzerine konuşulmaya değer bir konu bu. Bu konu hakkında yazmak, şu anda kendime tayin ettiğim bir iş. Bu konu üzerine birkaç sayfa yazı yazmak eylemini yaratıyorum. Evet, budur olay. İnsanın kendisine bir eylem yaratması, insanın yaratmasıdır. Yaratan insan, dışarıdan bakıldığında da kendi içerisinde de harikadır.

 

Biz bilenler, biz yaratmayı bilenler olarak konuşuyoruz burada. İnsan, yapılacak bir işi olmadığı zaman da yaşar evet ancak buna gerçekten yaşadım diyebilir mi? Yaşadım diyebilmek için, insanın gerçekten yaşaması gerekir, yoksa köyünde kocasına hizmet eden Ayşe Teyze de yaşıyor. Biz yaşamayı yeniden anlamlandırıyoruz, anlamı olmayan bu hayatı anlamlı hale getiriyoruz. Ve burada önemli olan mesele şu: kimin için anlamlı hale getiriyoruz yaşamayı? Tabii ki kendimiz için anlamlı haline getiriyoruz. Yoksa biz de başkalarının söylediklerini yaparak geçirirdik ömrümüzü ve fark etmezdik bile ömrümüzü geçirdiğimizi. Ama bizi rahatsız ediyor bu.

 

Kendi halinde kalınca insan, sıkılıyor. Bu sıkıntı kendisinden sıkılmak olarak zuhur ediyor. Stoacılar, sıkılarak karşı çıkıyorlar insanın kendisinden sıkılmasına. Biz ise daha derinden konuşuyoruz, insanın kendisine yapacak bir görev edinmesini salık veriyoruz. İnsanın emretmeyi öğrenmesi gerektiğini söylüyoruz bağırarak. Ama daha da bağırarak, sesi soluğu kesilene kadar bağırarak, insanın ilk önce kendisine emretmeyi öğrenmesi gerektiğini söylüyoruz. Kendisine emredemeyen insan, kimseye emredemez. Ve insan kendisine emrettiği zaman, etrafında kendisine emredilmesini isteyen insanlar eksik olmaz. Hayatın bir numarası da bu işte. Hayatta küçük simya oyunları geçerli olabiliyor, etrafında kimseyi istemeyen insanların yalnız kalmaması gibi. Bu da hayatın bir simya oyunudur; simya, 2+2’yi beş yapmaktır. Hayat, iki artı ikiyi beş yapar, üç yapar, altı yapar, on altı yapar; ve bazen de dört yapar. Ha ha.

 

Kendisine emretmeyi öğrenen kişi, Schopenhauer’in her köşe başında saklandığını söylediği o canavara karşı bir savunma da verir insana. Bu savunmanın peşinde değiliz ama biz. Biz, durumdan ve durmaktan rahatsız olanlarız. Durumdan ve durmaktan rahatsız olan birisinin, durmadan durması bir komedidir, salaklıktır.

 

Bir duranlar, durduğumuzda unutmuş oluruz öğretimizi. Tekrar hatırlayana kadar öylece dururuz, ve tekrar hatırlamak pahasına öylece durmak da buna değer bir şeydir. Bu sebeple hayıflanamayız kendimize. Her hatırlama bir kazançtır, hem de kolay bir kazançtır. Baştan öğrenmek güzeldir ancak hatırlamak daha güzeldir, elde etmek için çabalamayı gerektirmez, öylece gelip parmak ucumuza konar. Parmak ucumuza konan bir kuşa sinirlenmeyiz, hatta onu daha çok severiz bize döndüğü için. Vefayı belli etmenin yolu bir müddet ortadan kaybolmaktır. Hiç ortadan kaybolmayan şey, güzel bir geri dönüşü yaşatamaz insana. Her zaman ortalıkta olan şey ise, bir süre sonra sıradanlaşır ve değersizleşir. Bir düşünceyi hatırlamak, o düşüncenin sıradanlaşmadığının ve hala şaşırtıcı olduğunun bir göstergesidir.

 

Yapılacak bir iş yaratmak, insanın kendisini yaratmasıdır. Maslow piramidinin anlaşılmazı olan kendini gerçekleştirmek noktası buradadır. Ve Maslow’a karşı çıkarak söylüyorum ki, kendini gerçekleştirmek piramidin en altında olması gerekiyor. Maslow’u kapitalizmin dayattığı bir piramit olarak görmekten başka şansım kalmıyor bu noktada, yazık oldu. Ha ha, olsun.

 

İnsanın, yapacağı bir işinin olmasının yanında; yapacağı ve yaptığı işin nasıl yapıldığını biliyormuş gibi de davranması gerekir. Özgürlüğün mührü, insanın artık kendi kendinden utanmamasıdır. Özgür bir insan, bir şeyler yaparken de bu şiarı kabul etmelidir.

 

Bir şeyler yapmak demek, fiziksel bir iş yapmak değildir sadece. Bir Amerikan rüyasından bahsetmiyorum yani burada. Bir şeyler yapmak demek, hiçbir şey yapmamak da olabilir. Ancak, hiçbir şey yapmamayı yapmak da bir şeydir. İnsan, hiçbir şey yapmamayı da kendine emredebilmelidir. Hiçbir şey yapmamayı kendisine emrettiği zaman, hiçbir şey yapmamanın en doğrusu olduğunu bilmelidir insan. İnsan, kendi hareketlerinden emin olduğu ölçüde güçlüdür. Ancak yine de insan her zaman kendi hareketlerinden emin olamaz, bu noktada da yine ve yeniden şunu bilmeli ve söylemelidir: Başkasının aklıyla zeki olacağıma, kendi aklımla deli olmayı yeğlerim.

 

Aklına güveninin yittiği anda kendi aklına güvenmelidir insan. Kendi aklıyla deli olmayı göze almak, insan olmaktır. Bizim insan tanımımız herkesten farklıdır belki, ancak kendi aklımızla yaptığımız bu tanımı kabul ediyoruz. İnsan olmak, kimseyi takip etmemektir, kendini takip etmektir sadece.

 

Bizim yolumuz, kendi yolunda olmaktır. Kendi yolunda olan herkes, bizim yolumuzdadır. İnsan, sadece kendisini takip etmelidir; kendisine hesap vermeli ve kendisinden emir almalıdır.

 

 

17 Eylül 2020 Perşembe

Şen Bilim - Friedrich Nietzsche

 

Ah şu eski insanlar, onlar nasıl düş göreceklerini bilir, düş görmek için önce uyumayı gerekli görmezlerdi

==========

Neredeyse daha iyi benliğinin kadınlar arasında yaşadı­ ğını, bu dingin bölgelerde en gürültülü dalgaların bile ölüm sessizliğinde olduğunu,orada yaşamın kendisinin yaşam hakkında bir düşe dönüştüğünü düşünür. Ancak, ancak ey soylu, coşkun kişi, en güzel yelkenli bile biraz ses çıkarır, ne yazık ki pek küçük, pek eften püften bir ses. Kadınların büyüsü, en güçlü etkisi, felsefe dilinde, uzakta eylemdir, actio in distans, ne var ki bu eylem ilkin, en başta -uzaklığı gerektirir

yolda olması; adalet ile sabrın ona yaşamının kendi gözünde haklı göre kılınmasıolmaması , haklı önemli kılınmış değil. kalması Onun yeter. Bu yaşam bizim hepimizde "Adam ol beni izleme kendini izle. Kendini izle."14 Y aşamımız kendi gözümüzde haklı kılmalı­ yız. Biz de kendimizden gelişip çiçekleneceğiz, özgür, korkusuz, masum bir bencillikle. Böyle bir adamı düşünürken, bu gün eskisi gibi şu sözcükler usuma geldi."Tutku Stoacılıktan, iki yüzlülükten daha iyi

==========

özgür bir insan iyi de kötü de olabilir, oysa özgür olmayan insan doğada bir lekedir, ne göksel ne de yersel avuntuda payı yoktur. Son olarak, özgür olmak isteyen herkes kendi çabasıyla özgür olmalı, bu özgürlük kimsenin kucağına gökten zembille inmez.

==========

Bilgi tutkumuzun içinde alıklık ölçüsünde yiğitliği de bulmalıyız, arada bir alıklığımızdan haz duyabilmeli ya da bilgelikten haz duymamayı da başarmalıyız. Kesinlikle bizim temelde ağır başlı, ciddi insanlar ğumuzdan ötürü oluşumuzdan-bize bir alık -gerçektenşapkasından , insandan daha daha çok yakışan ağır oldu­ bir şey karşısındaki yoktur. Kendimizle özgürlüğümüzü ilişkimizde yitirmeyelim ona ihtiyacımız diye, taşkınvar. , Şeyler yüzer gezer, rakseden, alaycı, çocuksu, mutluluktan uçan sanata gerek duyarız -ülkümüz ister bunu bizden. Aşırı duyarlı içtenliğimizle ahlakın eline düşmemiz, istemlerimizin taşkınlığı bizi erdemli canavarlara, bostan korkuluklarına dönüştürürdü. Bizim için bir geri dönüş olurdu bu. Ahlakın da üzerinde durabilmeliyiz. Yalnızca her an kayıp düşmekten korkan bir adamın kaygılı katılığı ile değil onun üzerinde, batmadan yüzüp gezerek, oynayarak da durabilmeliyiz. O zaman nasıl olur da sanatsız ederiz, alıklık olmadan değilsin henüzyaşarız.

==========

Şöyle ya da böyle kendinden utanıyorsan bizden

==========

Bilgi tutkumuzun içinde alıklık ölçüsünde yiğitliği de bulmalıyız, arada bir alıklığımızdan haz duyabilmeli ya da bilgelikten haz duymamayı da başarmalıyız. Kesinlikle bizim temelde ağır başlı, ciddi insanlar ğumuzdan ötürü oluşumuzdan-bize bir alık -gerçektenşapkasından , insandan daha daha çok yakışan ağır oldu­ bir şey karşısındaki yoktur. Kendimizle özgürlüğümüzü ilişkimizde yitirmeyelim ona ihtiyacımız diye, taşkınvar. , Şeyler yüzer gezer, rakseden, alaycı, çocuksu, mutluluktan uçan sanata gerek duyarız -ülkümüz ister bunu bizden. Aşırı duyarlı içtenliğimizle ahlakın eline düşmemiz, istemlerimizin taşkınlığı bizi erdemli canavarlara, bostan korkuluklarına dönüştürürdü. Bizim için bir geri dönüş olurdu bu. Ahlakın da üzerinde durabilmeliyiz. Yalnızca her an kayıp düşmekten korkan bir adamın kaygılı katılığı ile değil onun üzerinde, batmadan yüzüp gezerek, oynayarak da durabilmeliyiz. O zaman nasıl olur da sanatsız ederiz

==========

Bilgi tutkumuzun içinde alıklık ölçüsünde yiğitliği de bulmalıyız, arada bir alıklığımızdan haz duyabilmeli ya da bilgelikten haz duymamayı da başarmalıyız. Kesinlikle bizim temelde ağır başlı, ciddi insanlar ğumuzdan ötürü oluşumuzdan-bize bir alık -gerçektenşapkasından , insandan daha daha çok yakışan ağır oldu­ bir şey karşısındaki yoktur. Kendimizle özgürlüğümüzü ilişkimizde yitirmeyelim ona ihtiyacımız diye, taşkınvar. , Şeyler yüzer gezer, rakseden, alaycı, çocuksu, mutluluktan uçan sanata gerek duyarız -ülkümüz ister bunu bizden. Aşırı duyarlı içtenliğimizle ahlakın eline düşmemiz, istemlerimizin taşkınlığı bizi erdemli canavarlara, bostan korkuluklarına dönüştürürdü. Bizim için bir geri dönüş olurdu bu. Ahlakın da üzerinde durabilmeliyiz. Yalnızca her an kayıp düşmekten korkan bir adamın kaygılı katılığı ile değil onun üzerinde, batmadan yüzüp gezerek, oynayarak da durabilmeliyiz. O zaman nasıl olur da sanatsız ederiz, alıklık olmadan değilsin henüzyaşarız. . Şöyle ya da böyle kendinden utanıyorsan bizden

==========

Kaçık adamın aynı gün farklı kiliselere daldığı, içerde Requem aetemam deo'yu söylediği anlatıldı. Dışarı sürülmüş, sorguya çekilmiş; ama o şu yanıtı vermiş hep "Tanrının türbeleri, mezarları değilse nedir bu kiliseler?

==========

Pek doğulu.- Ne? İnsanları ancak kendisine inanmaları koşulu ile seven, bu sevgiye inanmayanlara kötü kötü bakan, göz dağı veren bir tann mı? Ne? Her şeye gücü yeten bir tanrının duydu­ ğu, eğerli tümcelere sıkıştırılmış, bir aşk mı? Bir kez olsun, onurun, öfkeli öç alma duygusunun efendisi olamamış bir aşk mil Bütün bunlar ne kadar da doğulul "Seni seviyor olsam, sana ne bundan?" bütün Hristiyanlığa yeten

==========

Pek doğulu.- Ne? İnsanları ancak kendisine inanmaları koşulu ile seven, bu sevgiye inanmayanlara kötü kötü bakan, göz dağı veren bir tann mı? Ne? Her şeye gücü yeten bir tanrının duydu­ ğu, eğerli tümcelere sıkıştırılmış, bir aşk mı? Bir kez olsun, onurun, öfkeli öç alma duygusunun efendisi olamamış bir aşk mil Bütün bunlar ne kadar da doğulul "Seni seviyor olsam, sana ne bundan?" bütün Hristiyanlığa yeten bir eleştiridir

==========

Günlük.- Buddha: “Sana iyilik edene yaltaklanma!’1 der. Bu sö­ zü Hristiyan kilisesinde yineleyin: Havadaki Hristiyan olan her şeyi bir anda temizler.

==========

Övenlere karşı.- A: "İnsanı olsa olsa ona denk olanlar över.” B: "Evet, seni öven, sana "senin denginim” der.”

==========

elinde de bunlardan var desek yeridir.. 195 Gülünç. - Bak! Bak! koştuğu için onu izliyorlarİnsanlardan . Düpedüz kaçıyor sürü onlarama . onların önünde

==========

Mutluluğun yolu.- Bilge, bir alığa muduluğun yolunu sordu. Alık sanki ona en yakın kasabanın yolu sorulmuşçasına yanıt veriverdi: “Kendine hayran ol sokakta yaşa." Yo! dedi bilge "Çok şey istiyorsun. İnsanın kendine hayran olması yeter. Alık şıp diye yanıtı yapıştırdı: “Ama insan aşağılandığını duyumsamadan nasıl sürekli kendine hayran olur?”

==========

Cezalandırmaların amacı.- Cezalandırmaların amacı cezalandıranı ıslah etmektir. Cezalandırma savunucuları, başka gerek­ çe kalmayınca buna baş vurur.

==========

Düşler. - İnsan ya hiç düş görmez ya da ilginç düşler görür. İnsan uyanıkken de aynı biçimde yaşamıyor ya da ilginç bir biçimde yaşıyoryaşıyor .

==========

Düşler. - İnsan ya hiç düş görmez ya da ilginç düşler görür. İnsan uyanıkken de aynı biçimde yaşamıyor ya da ilginç bir biçimde yaşıyoryaşıyor . ister istemez: ya

==========

Düşler. - İnsan ya hiç düş görmez ya da ilginç düşler görür. İnsan uyanıkken de aynı biçimde yaşamıyor ya da ilginç bir biçimde yaşıyoryaşıyor . ister istemez: ya hiç

==========

Bir müzisyenin rahatlığı- Yaşamın insanlann kulağına gitmiyor. Onlara göre sen dilsiz bir yaşam sürüyorsun. Melodinin bütün incelikleri, öndeki ya da arkadaki bütün zarif çözümler onlardan saklı kalıyor. Geniş bir caddeye askeri musiki çalarak gelmediğin doğra Öyle olsa söyleme bile buhakkı , şu vermiyoriyi insanlara."Kulağı , senin olan yaşamında duysun.

==========

Bir müzisyenin rahatlığı- Yaşamın insanlann kulağına gitmiyor. Onlara göre sen dilsiz bir yaşam sürüyorsun. Melodinin bütün incelikleri, öndeki ya da arkadaki bütün zarif çözümler onlardan saklı kalıyor. Geniş bir caddeye askeri musiki çalarak gelmediğin doğra Öyle olsa söyleme bile buhakkı , şu vermiyoriyi insanlara."Kulağı , senin olan yaşamında duysun. " musiki olmadığını

==========

Alışkanlık.- Her alışkanlık ellerimizi akıllandırır, ama aklımı­ zı daha az yararlı kılar.

==========

Kitaplar.- Bizi bütün kitapların ötesine taşımayan bir kitap neye yarar?

==========

Bilgi arayışının görünüşü.- "Ah benim oburluğum. Ruhumda özgeciliğin izi bile yok; her şeye özenen bir benlik benimki. O bir sürü bireyi, böylece bir sürü ek gözü, eli kendisi için çalıştırmak, kullanmak isterdi.- Bütün geçmişi geri getirmek, sahip olduğu hiçbir şeyi yitirmemek de...- Ah! Benim oburluğum bir alevdir. Bu oburluk yüzünden yüz varlıkta tekrar tekrar doğabilirim.” Bu iç çekişi ilk elden yaşayıp bilmeyen, kim olursa olsun, bilgi tutkusunu da bilmez.

==========

Taklitçiler- A: "Ne? Taklitçi istemez misin?" B: “İnsanların benim örneğimi taklit etmelerini istemem. Herkesin kendi kendine ömek olmasını isterim, benim gibi.” A: "Öyleyse?

==========

Şansın yadsınması.- Utku kazananların hiçbiri şansa inanmaz.

==========

Cennetten.- “İyi ile kötü tanrının önyargılarıdır.” dedi yılan.

==========

Özgünlük- Nedir özgünlük? Daha adı konmayan bu yüzden herkesin gözünün önünde olsa da kimsenin adını anmadığı bir şeyi görmektir. İnsanlar için bir şeyi görünür kılan genellikle onun adıdır - Özgün olanların çoğu ad verenler olmuştur

==========

Sana göre en insanca şey ne?- Birini utançtan kurtarmak

==========

Özgürleşmenin mührü nedir?- İnsanın artık kendi kendinden utanmaması

==========

Nasıl şilerin büyük bitireceğini şeyler kadar bilmekküçük . - En şeyleri üst düzeydeki de nasıl ustalıkyetkin , biçimde usta ki­ sona erdireceklerini bilmelerinde kendini gösterir Bu, bir melodiyi, bir düşünceyi, bir tragedinin beşinci sahnesini ya bir eylemi bitirmek olabilir

==========

her ama durumda yeri geldiğinde da kendi boyun davasına hizmet eden insanlar, daha tehlikedeki

==========

en büyük ürünü, en büyük hazzı yaşamanın gizi, - tehlikeli yaşamaktır... Kentlerinizi Vezüvun eteklerinde kurun. Gemilerinizi haritası çıkarılmamış denizlere gönderin. Benzerlerinizle, kendi kendinizle savaşa savaşa yaşayınl Yöneticiler, mülk sahipleri olabildiğiniz ölçüde, siz ey bilgi arayanlar, soyguncular, fatihler olun. Ormanlarda ürkek bir geyik gibi gizli saklı yaşamakla yetindiğimizde iş işten geçmiş olur. Er geç bilgi peşinde koşma çağı gelecek. O yönetmek; o sahip olmak isteyecek. Onunla birlikte de siz...

==========

Birinin kişiliğine bir "biçim” vermesi- bü­ yük, az görülen bir sanat! Bunu ancak kendi doğasının bütün gücünü, güçsüzlüğünü araştıran, sonra bunlann her birini, bir sanat olarak görünecek biçimde, gerekçelendirilmiş olarak sanatsal bir plan içinde yerli yerine koyanlar yapabilir. Bu durumda zayıflıklar bile göze hoş görülür. Buraya ikincil doğalarının büyük bir kitlesi atılmış eklenmişİki durumda , şuradan da özgün uzun uzun doğalarının uğraşılmışbir , bölümü her gün çıkarılıp çaba harcanmıştır. Şurada ortadan kaldırılamayan bir çirkinlik

==========

Kendine gücü yetmeyen zayıf kişiliklerse biçimin sınırlamasından nefret ederler. Onlara bu keskin, kötü sınırlama dayatılırsa aşağılanmış olacaklarını, hizmet eder etmez köle olacaklarını düşünerek hizmet etmekten nefret ederler. Bu tür tinler - birinci düzeyden de olsalar- biçim dışıdır, kendi çevrelerini de özgür doğa olarak yorumlarlar. Yaban, gelişigüzel, fantastik, düzensiz, şaşırtıcı

==========

Yeniden görüşme.- A: "Seni iyi anlıyor muyum? Sen anyorsun değil mi? Şimdi gerçek dünyada senin köşen, yıldızın nerede? Gönencinin fazlasını toplayacak biçimde, varoluşun senin için haklı kılınmış olarak güneşin altında sere serpe nerede yatabilirsin. Bırak herkes bunu kendi için yapsın; usundan genellemeleri, başkaları için, toplum için kaygılarını atsın! "-der gibisinB: "Daha fazlasını istiyorum, ben arayıcı değilim. Ben kendi güneşimi yaratmak istiyorum.

==========

Büyüklüğe bulmayan biriait , olanbüyük . - içinde bir şeye büyük ulaşabilir bir acı miçektirme ? Acı çekmek gücü, isteği en küçük şeydir. Güçsüz kadınlar, hatta köleler bile bunu büyük bir ustalıkla başarırlar. Ama büyük bir acı çektirirken bu acının çığ­ lıklarını perişan olmamasıişitirken , kişinin işte bu büyüklüktüryüreğindeki

==========

Büyüklüğe bulmayan biriait , olanbüyük . - içinde bir şeye büyük ulaşabilir bir acı miçektirme ? Acı çekmek gücü, isteği en küçük şeydir. Güçsüz kadınlar, hatta köleler bile bunu büyük bir ustalıkla başarırlar. Ama büyük bir acı çektirirken bu acının çığ­ lıklarını perişan olmamasıişitirken , kişinin işte bu büyüklüktüryüreğindeki . üzüntüden, belirsizlikten

==========

Kuşkusuz bir deha için kötü bir çağ. İki gürültünün arasındaki sessizliğini bulmayı, gerçekten sağır oluncaya dek sağırmış gibi yapmayı öğrenmek zorunda. Elbette bunu öğreninceye dek sabırsızlıktan, baş ağrısından yok olmazsa.

==========

Bütün bu tür acıma duyguları, yardım çağrıları gizliden gizliye baştan çıkarır. Çünkü "kendi yolumuz” çok zordur; çok şey bekler bizden, ötekilerin sevgisinden, şükranından çok çok uzaktır. Kendi yolumuzdan, kendi vicdanımızdan kaçmağa, ötekilerin vicdanına, "acıma dininin” sevgili tapınağına konmağa, hiç de isteksiz değilizdir. Bir yerde bir savaş çıkar çıkmaz, kesinlikle en soylu insanlar arasında elbette gizli tutulan bir sevinç baş gösterir. Kendilerinden geçerek yeni ölüm tehlikesine atılırlar. Çünkü

==========

Bütün bu tür acıma duyguları, yardım çağrıları gizliden gizliye baştan çıkarır. Çünkü "kendi yolumuz” çok zordur; çok şey bekler bizden, ötekilerin sevgisinden, şükranından çok çok uzaktır. Kendi yolumuzdan, kendi vicdanımızdan kaçmağa, ötekilerin vicdanına, "acıma dininin” sevgili tapınağına konmağa, hiç de isteksiz değilizdir. Bir yerde bir savaş çıkar çıkmaz, kesinlikle en soylu insanlar arasında elbette gizli tutulan bir sevinç baş gösterir. Kendilerinden geçerek yeni ölüm tehlikesine atılırlar. Çünkü, bu, onlara kendilerini anayurt uğruna kurban etmek için -kendi amaçlarından kaçmak için- çoktandır verilmesini istedikleri bir iznin çıkması gibi görünür. Savaş onlara intihar için dolambaçlı bir yol sunar iyi vicdanlı bir yol ama. Bazı konular üzerinde susmalıyım ama kendi ahlaklılığım konusunda susmak istemiyorum, o bana şöyle der: Bir köşeye çekilip öyle yaşa, böylece kendin için yaşayabilirsin. Çağının en önemli saydığı şeyleri bilmeden yaşa. Seninle bu gün arasında en azından üç yüzyılın derisi var. Bugünün yaygarası; savaş, devrim gürültüleri senin için bir mırıltı olmalı. Yardım etmeği de isteyeceksin ama yalnızca seninle aynı acıyı, aynı umudu paylaştıkları için anladıklarına -arkadaşlarına-, bu yardım etme kendine yardım edecek biçimde olacak. Onları daha yürekli, daha yılmaz, daha yalın, daha sevinçli kılmak isterim. Bugün pek azının anladığı, en az da acıma vaizlerinin anladığı şeyi öğretmek isterim: Acıyı değil sevinci paylaşmayı.

==========

En büyük ağırlık.- Günün ya da gecenin birinde bir cin, sen yalnızlıkların yalnızlığında iken usulca yanma sokulup sana şunları söylese ne olurdu: "Şimdi yaşadığım, yaşamış olduğun yaşamı bir kez daha, sayısız kez daha yaşamak zorundasın. Bu yaşamlarda yeni hiçbir şey olmayacak; her acı, her sevinç, her düşünce her iç çekiş, yaşamındaki dile gelmeyecek ölçüde küçük ya da büyük her şey zorunlu olarak, tümden aynı sıra ile aynı düzen içinde sana geri gelecek- bu örümcek, ağaçlar arasındaki bu ay ışığı bile, bu an bile, ben kendim bile. Varoluşun bengi kum saati tekrar tekrar ters çevrilecek, sen ey toz tanesi, sen de onunla birlikte..." Kendini yere atıp dişlerini mi gıcırdatırdın, böyle konuşan cine ilenir miydin? Yoksa, bir kez böyleşine görkemli bir anı yaşayınca ona şu yanıtı mı vermek isterdin: "Sen bir tanrısın, bundan daha tanrısal bir şey hiç duymadım”. Bu düşünce seni ele geçirdi­ ğinde, seni sen olarak değiştirir ya da belki ezer geçerdi. Her şeyde, her tek şeydeki soru "Bunu bir daha istiyor musun, sayısız defa daha istiyor musun?” sorusu bütün eylemlerine ağırlıkların en büyüğünü koyardı. Yoksa ne diye kendini, yaşamı iyi kılmak zorunda olasın, her şeyden çok bu son, bengi onaylama, belirleme için can atasın. 342

==========

Gövde, titriyor musun? Seni nereye götürdüğümü bibeyd’m, çok daha fazla titrerdin...

==========

İstek yokluğunda inanç en çok göz dikilen, en ivedi gerek duyulan şeydir. Çünkü istek, buyruğun etkisi olarak, egemenliğin, gücün en kesin imidir. Başka deyişle, insan buyurmayı ne ölçüde az bilirse, o ölçüde buyuran, şiddetle buyuran birine- bir tanrıya, bir prense, bir sınıfa, bir fizikçiye, günah çıkaran bir papaza, bir öğretiye ya da parti bilincine- göz diker

==========

Dünyadan el çeken konuşuyor.- İnsanlarla ilişki kurma sanatı, özünde mutfağına güvenmediğiniz birilerinin yemeğini kabul edip yemeğe dayanır. Sofraya kurt gibi acıkmış oturursanız her şey çok kolay (Mephistopheles'in dediği gibi “En kötü topluluk bile size duyumsatır”38 Ne var ki, insan gerektiğinde böyle kurt gibi acıkmaz. İnsanın eşini dostunu sindirmesi ne zor! İlk ilke.- İnsanın, gözünü karartıp yemeğe dalmak için talihsiz bir durumdaymışçasına cesaretini toplaması; bu süreçte kendine hayranlık duyması; tiksintisini dişlerinin arasında tutması; iç bulantısını yutması.

==========

Dünyadan el çeken bir daha konuşuyor.- Biz de “insanlarla" ilişki kuruyoruz, biz de göze batmayan bir giysi giyiyoruz, ötekiler bizi o giysinin içinde (o giysi olarak) tanıyor, saygı duyuyorlar, bizi arıyorlar- o zaman da insan içine çıkıyoruz. Oradakiler kabul etmek istemeseler de kılık değiştirmişler. Biz de bütün sağduyulu maskelerin yaptığını yapıyoruz, bizim "giysimizle” ilgilenmeyen her türlü meraka tepki olarak kibarca kapının karşısına bir sandalye yerleştiriyoruz. İnsanlarla ilişki kurmaya ya da onların arasından geçip gitmeğe gelince, başka yollarımız, numaralarımız da var. Örneğin bir hayalet olmak.. İnsan onları başından hemen atmak, korkutmak istiyorsa bu her bakımdan önerilir. Örnek: bizi kavramak için uzanırlar ama bir şey tutamazlar. Bu korkutucudur. Ya da karanlık bir kapıdan gireriz. Y a da: bütün ışıklar söndürüldükten sonra. Ya da: Öldükten sonra geliriz. Sonuncusu, ölümden sonra insanlarının39 yetkin bir numarası­ dır. (Böyle biri sabırsız sabırsız sormuştu bir keresinde, ”Ne dersin? Çevremizdeki yabancılığı, soğuğu, ölüm sessizliğini sürdürmekten hoşlanıyor muyuz?- kendi aramızda, bu keşfedilmemiş, sessiz, Örtük, yeraltı yalnızlığına yaşam diyoruz, ama- bizden ne olacağın bilmeseydik, biz ölümden sonra insanlarının ancak ö- lümden sonra yaşama gireceğimizi, dirileceğimizi, çok dirilece­ ğimizi bilmeseydik buna, yaşam dendiği kadar ölüm de denemez miydi?”

==========

Bilimsel kitapla yüzyüze.- Biz yalnızca kitaplar arasında, kitaplar tarafından dürtüklendiklerinde düşünceleri olanlardan değiliz. Bizim alışkanlığımız açık havada düşünmek- yürüyerek, sıçrayarak, tırmanarak, dans ederek, daha iyisi de yalnız başına dağlarda ya da deniz kıyısında, yolun kendisinin bile düşünceli olduğu yerde... Bizim bir kitabın, bir insamn ya da bir bestenin değeri konusundaki ilk sorumuz şudur: Yürüyebiliyorlar mı? Dahası, dans edebiliyorlar mı? Biz seyrek okuruz ama bu bakımdan en kötü biz değiliz. Birinin düşüncesinin onun aklına nasıl geldiğini çabucak tahmin ederiz; sıkışmış bir karın ile, kafasını kağıtların üzerine eğmiş mürekkep hokkasının önünde otururken mi?- Biz de hemencecik onun kitabının işini bitiririz- Kasılan bağırsaklar da kitapta kendilerini ele vermekten oda havasından, oda tavanından, odanın darlığından geri kalmazlar- bu konuda bahse girebilirsiniz. Şimdi pek nazik bir bilimsel kitabı kapatmışken - gönül borcuyla, büyük bir gönül borcuyla ama aynı zamanda bir kurtuluş duygusu ile - duyumsadığım buydu.

==========

Gençlik arkadaşlarınızı bilimlerini ellerine aldıktan sonra gö­ rürsünüz- hep de tam tersi olmuştur, her zaman uzmanlıkları onlan eline geçirmiş, parmağında oynatmaktadır. Köşelerinde gelişir, tanınmayacak ölçüde buruşurlar, özgürlüklerini, dengelerini yitirmiş, bir deri bir kemik kalmış, aşağı doğru yuvarlaklaş­ tıkları yer dışında, her yerleri köşeli hale gelmiştir. İnsan onları bu durumda görünce duygulanıp susar. Her el sanatının, altın bir zemini bile olsa kurşundan bir tavanı vardır, bu tavan ruhu tuhaf, eğri büğrü edene dek ezer de ezer.

==========

Dindar için henüz yalnızlık yoktur; bu buluşu yapan yalnızca biziz

==========

Durmadan yaratan birini düşünün, yüce anlamında "ana” bir adam, tinin gebeliklerinden, doğumlarından başka hiçbir şey duymayan, bilmeyen biri; kendini, yapıtı­ nı düşünmeğe, karşılaştırmalar yapmağa zamanı olmayan biri; artık beğenisini ileri sürme isteği duymayan, bunu unutuvermiş biri; bu beğeni hâlâ yerinde mi, duruyor mu, düşmüş mü hiç

==========

aldırmayan biri- böyle biri sonunda kendi yargısını epey aşan yapıtlar üretebilirdi. Böylece de onlar konusunda, kendisi konusunda alıklıklarını dile getirir- düşünür de. Bu, verimli sanatçılar arasında neredeyse bir kural olsa gerek. Hiç kimse bir çocuğu anasından babasından daha kötü tanıyamaz- büyük bir örnek alırsak, bu, bütün Yunan sanat yazın dünyası bakımından da doğrudur O ne yaptığını hiç bilmedi.

==========

Biz yargılandığımız anlaşılmaz için, olanlaryanlış . tanımlandığımız - Hep yanlış anlaşıldığımız için, bize kara için, yanlış çalındığı için, sözümüz yanlış duyulduğu için, duyulmadığı için yakı­ nıp durmadık mı biz? Bu, bizim yazgımız düpedüz. Ah ne de uzun bir zaman! Alçak gönüllü olmak gerekirse 19 0 1'e dek- bu aynı zamanda bizim ayrımımız; bunun başka türlü olmasını isteseydik kendi kendimizle onur duymayacaktık. Bizi yanlış tanıdı­ lar- çünkü durmadan gelişip değişiyorduk; eski kabuğumuzu attık, her bahar derimizi döktük, sürekli genç kalmayı, geleceği bütünleyenler olmayı, daha uzun, daha güçlü olmayı sürdürüyoruz. Köklerimizi derinliklere- kötülüğe- hep daha güçlü daldırı­ yoruz; bu arada gökleri hep daha fazla sevgiyle, hep daha geniş kucaklıyoruz.

==========

Anlaştltrltk sorunu üzerine.- Yazdığında yalnızca anlaşılmayı istemiyor, aym ölçüde kesinlikle, anlaşılmamayı da istiyor. Herhangi biri, bir kitabı anlaşılmaz bulduğunda, ille de kitaba karşı çıkmamalı- belki işin içinde yazarın bile bile yaptığı bir şey vardır- "herhangi biri" tarafından anlaşılmak istemiyordun Bütün soylu tinler, beğeniler, iletişim kurmak istediklerinde, kendi dinleyicilerini seçerler. Onları seçmekle de “ötekilere” sınır koyarlar. Bir biçemdeki bütün ince yasaların kaynağı budur. Dediğimiz gibi, onlar aynı zamanda uzak tutar, mesafe yaratır, "girişi”, anlamayı yasaklar- bu arada, bu sınırlamalar

==========

Anlaştltrltk sorunu üzerine.- Yazdığında yalnızca anlaşılmayı istemiyor, aym ölçüde kesinlikle, anlaşılmamayı da istiyor. Herhangi biri, bir kitabı anlaşılmaz bulduğunda, ille de kitaba karşı çıkmamalı- belki işin içinde yazarın bile bile yaptığı bir şey vardır- "herhangi biri" tarafından anlaşılmak istemiyordun Bütün soylu tinler, beğeniler, iletişim kurmak istediklerinde, kendi dinleyicilerini seçerler. Onları seçmekle de “ötekilere” sınır koyarlar. Bir biçemdeki bütün ince yasaların kaynağı budur. Dediğimiz gibi, onlar aynı zamanda uzak tutar, mesafe yaratır, "girişi”, anlamayı yasaklar- bu arada, bu sınırlamalar, kulakları bizimkilerle yakın olanların kulaklarını açar

==========

Sils Maria Oturdum burda, bekleyip durdum boş yere iyinin kötünün ötesinde kimi ışık kimi gölge ikisi de oyun işte bütün göl, bütün öğle, bütün zaman amaçsız o anda Zerdüşt arkadaşönümde * ansızın yürümeğe bir iki başladıoldu

8 Eylül 2020 Salı

Kendinden Bir Tane Daha Gelmeyeceğini Fark Etmek

Kendinden bir tane daha gelmeyeceğinin farkında olmak, başkası gibi olmaya çabalamaktan alıkoymalı insanı. Bir tane daha Nietzsche'ye ihtiyaç yok, ama sana olabilir. 

Başkasının fikirlerine duyulan merak da bu kapsamda değerlendirilmelidir. ''Sen'' diye bir gerçeklik var amına koyayım. Ve tek sahip olduğumuz şey bu. Bu ''ben'' varlığına gereken önemi vermek zorundayız. Ben'in ne düşündüğü, diğer herkesin ne düşündüğünden daha önemlidir lan. Bu sebeple, kitap okumak, hele de fikirlere ihtiyaç duyduğun için okumaya sarılmak ahmaklıktır. Kendi değerini, fikrini üretmeden kitaplara yönelmek, insanın aklına vurduğu bir prangadır, aptal olduğunu kabul etmektir bu. Bunu yapmayın! 

Yarında ve geçmişte de yaşanmamalı, çünkü zaman dediğimiz bir yanılgıdır, Allah gibi, varmış gibi davranmanın bir faydası yok. Var olan tek şey şu andır ve onun fotoğrafını çekemezsin, o çoktan geçip gitti. ''Şimdinin değerini bil'' demek değil bu. Bir din dersi veya erdem dersi vermek değil amacım, felsefe yapmak. Bu yüzden ciddi manada geçmiş ve gelecek diye bir şeyin olmadığını fark etmenin yanında, ben dışında bir şeyin olmadığını da algılamak gerekir.