Yaşamımızda bize kesinlik sağlayacak bir yol, sistem, öğreti yoktur. Sistemler, inançlar ve felsefeler durağandır; yaşam ise dinamik.
==========
Kavramsallaştırmalarla karmakarışık olmuş haldeyiz. Nasıl
düşüneceğimiz, davranacağımız ve ne olacağımız bize öğretilmiş. Nasıl
yaşayacağımız konusunda daha fazla öğretiye ihtiyacımız yok.
==========
Bu kitap rafta saklanmak, tekrar tekrar okunmak ya da
alıntılar yapılmak üzere yazılmadı. Bir kez, ama tam anlamıyla, dalınç içinde
okunduğunda amacına ulaşacaktır.
==========
Genç bir yaşta etrafımdaki ve içimdeki dünyanın acısı ve
uyumsuzluğu ile harekete geçtim. Delirmek üzere olan bir toplumun bir parçası
olmak üzere yetiştirilmiştim. Katledilen liderlerin hengâmesi ve amaçsız
savaşlarla uzlaşamıyor, ailemde, ilişkilerimde ve kendi aklımda bir olgu haline
gelen çatışmayı kabullenemiyordum. Üniversitenin güvenli ortamını terk edip bu
acıya eksiksiz, nihai ve evrensel bir yanıt aramaya koyuldum. Dünya üzerinde
bulabildiğim her ermişe, kâhine ve falcıya gittim. Kendimi aşırı yoksunluklara,
uzun süreli inzivaya ve meditasyona tabi tuttum. Dünyadaki bütün felsefe ve
dinleri inceledim. Hindistan ve Himalayalarda araştırarak, uzun uzun düşünerek
ve var olarak zaman geçirdim. Geçen 25 yıl boyunca keşfettiğim her şeyin
öğrencisi ve öğretmeni oldum. Ve hiç biri işe yaramadı.
==========
Bir noktada, Himalayalar’daki güçlü bir yogiyi görmeye
gittim. Yaşama dair derin bir içgörüye sahip olduğu belli olan bu adama içsel
dünyanın güçleriyle ilgili bildiği her şeyi öğrenmeye geldiğimi söyledim.
Yanıtı basitti ve tam anlamıyla konunun özüne dokunuyordu: “Neden güç
istiyorsun? Korktuğun nedir?” Sonra yürüyüp gitti. Bu korkunun keşfi, tinsel yolculuğumun
başlangıcı ve sonu oldu. Bütün bu olanların bir yerinde sorunun kaynağının acı
ve uyumsuzluk değil arayış içinde olan kişinin kendisi olduğunun eşsiz bir
şekilde bilincine varış gerçekleşti. Asıl sorun, beni duygunun yükünden
kurtaracak bir yanıt, karşılık, çözüm bulma hırsıydı. Arayan kavranmadıkça
çözüm de yoktur. Çözüm olmayınca sorunun doğası temelinden değişir.
==========
Yaşamın önümüze koyduğu soruya karşılık veren hiçbir durum,
ideoloji, felsefe ya da din yoktur. Bu sistemler bize bir yanıtın kesinliğini,
katılığını ve tesellisini vermek üzere tasarlanmışlardır. Yaşamın bize sunduğu soru
aslen dinamik, belirsiz ve canlı olan yaşamın kendi akışıdır. İlgilenen kişi
için varoluş olgusu her zaman ortadır. İnancın çarpıtması olmadan, dinginlik
içinde ona dokunulabilir. Enginlik karşısında yaşamın bilinmeyen özelliğini,
sihrini ve samimi bir alçakgönüllülük anında bütün kavramlarımızı silip yok
eden gerçeği fark edebiliriz.
==========
Adamın biri endişeyle psikiyatriste bir tavuk getirip
“Doktor, bu benim erkek kardeşim, kendisini tavuk sanıyor,” der.
==========
Katolikler Hinduizm’de, Yahudiler Budizm’de, Ateistler
Varoluşçulukta, Komünistler Kapitalizmde yanıt ararlar. Amerikalılar
Hindistan’a, Hintliler Amerika’ya gider. Eğer sorunu bu çözemezse, şu
çözecektir. Kardeşime, eğer psikiyatrist yardım edemezse veteriner edecektir.
Ama hala öncül hatalıdır ve nereye gidersek gidelim, kime sorarsak soralım
çatışma devam etmektedir.
==========
Artık sorun dolaysız şu andadır; peki onunla ne yapacağız?
Kesinlikle hiçbir şey. Çatışma ile ilgili bir şey yapmak ona madde ve enerji
vermektir. Ona yaklaşma, etkileyip değiştirme, daha iyi yapma, yok olmasını
sağlama girişimi yalnızca bu gerçeklik alanımızda sağlam bir yere oturur.
Çözümü belli bir yere yerleştirmek onu güçlendirmiştir. Çözüm gerçekleşmeyince
daha da fazla çatışma yaratmış oluruz. Hiçbir şey yapmasak ne olur? Hiçbir şey
olmaz. Çatışmanın bunu talep edebileceği birisi yoktur. Enerjisi yoktur. Zıddı
yoktur. Daha fazla varolmaz. Artık gerçekliğimizin bir unsuru değildir. Bu,
psikolojik çatışmanın çözümüdür. Yalnızca an içinde yer alır. Birilerinin
yardımına gereksinimi yoktur. Bizden bir şey istemez; sessizliğimiz dışında...
==========
Guru oyunu, aydınlanma oyunu gibidir; bu oyunu oynarız çünkü
boşluğumuzla karşılaşmak istemeyiz. Bir yanıtı olduğunu düşünüyorsak,
karmaşamızı yanlış anlamışız demektir. Karmaşa ortada çok zor sorular
bulunmasından değil bütünlüğünü yitirmiş bir soru soran olmasından
kaynaklanmaktadır.
==========
Eğer bu zihni guru adına kurban edersek, eğer bir başkasının
sorumluluğu için tinsel sorumluluğumuzu bir kenara bırakırsak kayıp ruhların
dünyasına girmiş oluruz. Buraya girenlere dikkat edin: Ruhları yitip gitmiştir.
Guru kayıptır.
==========
Eğer bize oturup gözlerimizi kapamamız ve beyaz ışığı
aramamız söylenmişse biz bu beyaz ışığı yaratırız. Ya da Buda’yı, Şiva’yı,
İsa’yı. Bu kendi içinde ilginçtir. Meditasyonumuzda özel bir varoluş durumu
deneyimlemek üzere eğitilebilir ya da buna şartlandırılabiliriz.
==========
Kişi, meditasyon teknikleri yardımı ile zihnini
yoğunlaştırabilir. Yoğunlaşmış zihin bir görüntü, bir ses ya da düşünceye
odaklanmıştır. Bunun değeri sınırlıdır. Yüce doğrunun keşfi ile kıyaslandığında
zihnin yoğunlaşma yeteneği yetersizdir. Zihnimizi üzerinde odaklanılan nesneye
tekrar tekrar çevirerek daha az sarsılır hale geliriz. Aklımızı tekrar
nefesimize, mantramıza ya da görsel hayalimize döndürürüz. Şimdi zihnimizde
sadece nefes, mantra ya da görsel hayal vardır. Bu, sakinlik değil
tembelliktir. Yoğunlaşmışızdır ama duyarlılığımızı da kaybetmişizdir. Önem
vermemek için kendimizi eğitmekte, kendimizi hipnotize etmekteyizdir, daha
uyanmadan kendimizi tekrara uyutmaktayızdır. Bu yoğunlaşma ile elde etmeye
çabaladığımız şey nedir? Neden kaçıyoruz? Kendimizi odaklamak için böyle
umutsuzca çırpınarak karşılık verdiğimiz, yaşamımızdaki parçalanmaya sebep olan
şey nedir?
==========
Aklı düzene sokmak veya yoğunlaştırmak için kullanılan
teknikler eğer benliğin ötesinde ne olduğunu bulmak istiyorsak bir işe
yaramazlar. Düşüncenin keşfinde bir değerleri olabilir, psikolojik meselelerle
başa çıkmada yararlı olabilirler ya da fiziksel hastalığın semptomlarını
düzenlemede kullanılabilirler; ama benliği kendisinin ötesine geçiremezler.
Teknik kullanılmayan meditasyonun esası nedir? Farkındalığı, içeriği her ne ise
ona döndürebilir miyiz? Bu, dikkatin ta ki devamlı bilinçlilik elde edilene
kadar tekrar tekrar içinde bulunulan ana taşınması, farkındalığın
geliştirilmesidir. Yorumsuz, yargısız, ayrım yapmadan bu farkındalık sık sık
belirli tinsel uygulamaların mutlak sonucu olarak öğretilir. Ama sonuçta bu bir
ruh hali, bir duruş, ”farkında” olan bir izleyiciyi gerektiren bir durumdur.
Ama izleyen hiçbir şeyle gerçek bir temas halinde değildir.
==========
Düşünce ortaya çıkar ve geçer gider. Farkındalık kalır.
Düşünce değil. Kasıtsız olduğumuzda düşünceler arasındaki alana girebilir ve
gerçek doğamızı keşfedebiliriz.
==========
Düşünce ortaya çıkar ve geçer gider. Farkındalık kalır.
Düşünce değil. Kasıtsız olduğumuzda düşünceler arasındaki alana girebilir ve
gerçek doğamızı keşfedebiliriz. Düşünce bu alanı tarif etmek isteyebilir ama
yapamaz. Bu alanda düşünce yoktur ve sonuçta “ben” yoktur. Bu alana kasten ya
da irademizle yaklaşamayız. Bu sessizliği deneyimlememize yardım edecek teknik,
felsefe, öğreti veya din yoktur. Yardım olarak aldığımız her şey yolun
içindedir çünkü arayan yoldadır. Ama aynı zamanda hiçbir şey yolda değildir
çünkü her ne kadar “ben” adlandırılabilir olmayı, katı ve tasarlanabilir olmayı
arzu etse de gerçekte bulunabilecek bir “ben” yoktur. Sessizliği engelleyen
hiçbir şey yoktur ama bu sessizliği bulabilmek için yapılabilecek bir şey de
yoktur. Zaten vardır ve bizim çabalamayı bırakmamızı beklemektedir. Aramaya bir
sürü enerji harcanır. Sadece durun.
==========
Küçük çocuğun resim çizdiğini fark eden annesi “Ne
çiziyorsun Jimmy ?” diye sordu. Çocuk başını kaldırmadan “Tanrının resmini”
diye yanıt verdi. “Ama Jimmy,” dedi anne “Tanrının neye benzediğini kimse
bilmez ki.” “Ben resmi bitirdiğimde bilecekler.”
==========
Hıristiyanlar dişlerinden kan damlayan, kafataslarından
oluşmuş kolyesiyle bir cesedin üzerinde dans eden Kali figüründe Tanrıyı
göremezler. Hindular kanlar içinde çivilenmiş, çarmıhta can çekişen adamda
Tanrıyı göremezler. Tanrıyı ancak kafamıza bir öğreti sokulduğunda görebiliriz.
Tanrı öğrenilmiş bir semboldür. Friedrich Nietzsche aşikar soruyu sormuştur:
”Hangisi doğru: insan mı Tanrının gaflarından biri yoksa Tanrı mı insanın?”
==========
Ulu bir haham, tinsel görevini, devam ettirmesi için oğluna
devrederek ölmüştü. Oğul da resmen hak sahibi olarak ulu idi ama bir hahamın
yapması gereken şeyleri babasından tamamen farklı bir şekilde yapıyordu.
Babanın tarzına alışık olanlar oğlana gelip “Sen babanın yaptığını
yapmıyorsun,” diye şikayet ettiler. Oğlan şöyle yanıt verdi: ”Yo, aksine
yapıyorum. O, kimseyi taklit etmezdi, ben de kimseyi taklit etmiyorum.” Bütün
dinlerin tarihsel çekirdeğinde tören değil töreni yıkıp aşkınlıkla doğrudan
temasa geçen bir kişi vardır. Bu kişiler dinin izinden gitmemiş,onu keşfedip
yaşamışlardır. Musa, İsa, Buda, Lao-tzu, Muhammed herhangi bir şeyin değil
yaşamın gerçekliği ile kendi doğrudan temaslarının peşindeydiler. Ama bizler
yaşamla kendi doğrudan temasımızı değil onları takip ediyoruz. Aslında biz
sadece bu efsanevi figürleri temsil eden töreni ve bu törenleri denetleyen
dinsel hiyerarşiyi takip ediyoruz.
==========
Bir sürü uzun seanstan sonra psikiyatrist hastasına
“İyileştiniz” dedi. “Aman ne güzel,” diye yanıt verdi hasta. “Size geldiğimde
Napolyon’dum. Şimdi hiç kimse!”
==========
Bu bir diyalog davetiyesidir. Bu diyalog birçok şekilde
olabilir. Diyalog, ikiliğin birleştirici ifadesidir. Görünüşte iki olanın birde
kucaklaşmasıdır.
==========
Bu, birinin öteki üzerinde egemenliği ya da birinin diğerini
yönlendirmesi değildir. Bu diyalog ötekinin dahil edilişidir. İçsel ve dışsal
olanın incelenmesi olabilir. Karımızla, kocamızla, çocuğumuz veya arkadaşımızla
bir diyalog olabilir. İşlek bir caddede beklenmedik bir karşılaşma, yeni açmış
bir çiçeğin güzelliği, birisinin acısıyla özdeşleşme olabilir. Yaşamın
kendisiyle diyalektiğidir. Biz hepimiz bu engin sohbetin, yaşam oyununun görür
bölümlerinin ve onun inkar edilemez birliğinin parçasıyız. Konuştukça kendi
konuşmamızın anlamına, kendimizle oynadığımız oyunun başlangıcına giden yolu
bulalım. Birbirimizle konuştuğumuzda, aslında kendimizle konuştuğumuzu fark
edelim. Birbirimizle karşılaştığımızda, bir yabancıyla karşılaşmıyor, yalnızca
zaten tanışmış olduğumuzu, daha önceden pek çok kereler sohbet etmiş olduğumuzu
unutmuş oluyoruz. Haydi bu diyalogu yaşamlarımıza davet edelim.
==========
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder