28 Eylül 2020 Pazartesi

Bir Şey Yapmamak - Steven Harrison

Yaşamımızda bize kesinlik sağlayacak bir yol, sistem, öğreti yoktur. Sistemler, inançlar ve felsefeler durağandır; yaşam ise dinamik.

==========

Kavramsallaştırmalarla karmakarışık olmuş haldeyiz. Nasıl düşüneceğimiz, davranacağımız ve ne olacağımız bize öğretilmiş. Nasıl yaşayacağımız konusunda daha fazla öğretiye ihtiyacımız yok.

==========

Bu kitap rafta saklanmak, tekrar tekrar okunmak ya da alıntılar yapılmak üzere yazılmadı. Bir kez, ama tam anlamıyla, dalınç içinde okunduğunda amacına ulaşacaktır.

==========

Genç bir yaşta etrafımdaki ve içimdeki dünyanın acısı ve uyumsuzluğu ile harekete geçtim. Delirmek üzere olan bir toplumun bir parçası olmak üzere yetiştirilmiştim. Katledilen liderlerin hengâmesi ve amaçsız savaşlarla uzlaşamıyor, ailemde, ilişkilerimde ve kendi aklımda bir olgu haline gelen çatışmayı kabullenemiyordum. Üniversitenin güvenli ortamını terk edip bu acıya eksiksiz, nihai ve evrensel bir yanıt aramaya koyuldum. Dünya üzerinde bulabildiğim her ermişe, kâhine ve falcıya gittim. Kendimi aşırı yoksunluklara, uzun süreli inzivaya ve meditasyona tabi tuttum. Dünyadaki bütün felsefe ve dinleri inceledim. Hindistan ve Himalayalarda araştırarak, uzun uzun düşünerek ve var olarak zaman geçirdim. Geçen 25 yıl boyunca keşfettiğim her şeyin öğrencisi ve öğretmeni oldum. Ve hiç biri işe yaramadı.

==========

Bir noktada, Himalayalar’daki güçlü bir yogiyi görmeye gittim. Yaşama dair derin bir içgörüye sahip olduğu belli olan bu adama içsel dünyanın güçleriyle ilgili bildiği her şeyi öğrenmeye geldiğimi söyledim. Yanıtı basitti ve tam anlamıyla konunun özüne dokunuyordu: “Neden güç istiyorsun? Korktuğun nedir?” Sonra yürüyüp gitti. Bu korkunun keşfi, tinsel yolculuğumun başlangıcı ve sonu oldu. Bütün bu olanların bir yerinde sorunun kaynağının acı ve uyumsuzluk değil arayış içinde olan kişinin kendisi olduğunun eşsiz bir şekilde bilincine varış gerçekleşti. Asıl sorun, beni duygunun yükünden kurtaracak bir yanıt, karşılık, çözüm bulma hırsıydı. Arayan kavranmadıkça çözüm de yoktur. Çözüm olmayınca sorunun doğası temelinden değişir.

==========

Yaşamın önümüze koyduğu soruya karşılık veren hiçbir durum, ideoloji, felsefe ya da din yoktur. Bu sistemler bize bir yanıtın kesinliğini, katılığını ve tesellisini vermek üzere tasarlanmışlardır. Yaşamın bize sunduğu soru aslen dinamik, belirsiz ve canlı olan yaşamın kendi akışıdır. İlgilenen kişi için varoluş olgusu her zaman ortadır. İnancın çarpıtması olmadan, dinginlik içinde ona dokunulabilir. Enginlik karşısında yaşamın bilinmeyen özelliğini, sihrini ve samimi bir alçakgönüllülük anında bütün kavramlarımızı silip yok eden gerçeği fark edebiliriz.

==========

Adamın biri endişeyle psikiyatriste bir tavuk getirip “Doktor, bu benim erkek kardeşim, kendisini tavuk sanıyor,” der.

==========

Katolikler Hinduizm’de, Yahudiler Budizm’de, Ateistler Varoluşçulukta, Komünistler Kapitalizmde yanıt ararlar. Amerikalılar Hindistan’a, Hintliler Amerika’ya gider. Eğer sorunu bu çözemezse, şu çözecektir. Kardeşime, eğer psikiyatrist yardım edemezse veteriner edecektir. Ama hala öncül hatalıdır ve nereye gidersek gidelim, kime sorarsak soralım çatışma devam etmektedir.

==========

Artık sorun dolaysız şu andadır; peki onunla ne yapacağız? Kesinlikle hiçbir şey. Çatışma ile ilgili bir şey yapmak ona madde ve enerji vermektir. Ona yaklaşma, etkileyip değiştirme, daha iyi yapma, yok olmasını sağlama girişimi yalnızca bu gerçeklik alanımızda sağlam bir yere oturur. Çözümü belli bir yere yerleştirmek onu güçlendirmiştir. Çözüm gerçekleşmeyince daha da fazla çatışma yaratmış oluruz. Hiçbir şey yapmasak ne olur? Hiçbir şey olmaz. Çatışmanın bunu talep edebileceği birisi yoktur. Enerjisi yoktur. Zıddı yoktur. Daha fazla varolmaz. Artık gerçekliğimizin bir unsuru değildir. Bu, psikolojik çatışmanın çözümüdür. Yalnızca an içinde yer alır. Birilerinin yardımına gereksinimi yoktur. Bizden bir şey istemez; sessizliğimiz dışında...

==========

Guru oyunu, aydınlanma oyunu gibidir; bu oyunu oynarız çünkü boşluğumuzla karşılaşmak istemeyiz. Bir yanıtı olduğunu düşünüyorsak, karmaşamızı yanlış anlamışız demektir. Karmaşa ortada çok zor sorular bulunmasından değil bütünlüğünü yitirmiş bir soru soran olmasından kaynaklanmaktadır.

==========

Eğer bu zihni guru adına kurban edersek, eğer bir başkasının sorumluluğu için tinsel sorumluluğumuzu bir kenara bırakırsak kayıp ruhların dünyasına girmiş oluruz. Buraya girenlere dikkat edin: Ruhları yitip gitmiştir. Guru kayıptır.

==========

Eğer bize oturup gözlerimizi kapamamız ve beyaz ışığı aramamız söylenmişse biz bu beyaz ışığı yaratırız. Ya da Buda’yı, Şiva’yı, İsa’yı. Bu kendi içinde ilginçtir. Meditasyonumuzda özel bir varoluş durumu deneyimlemek üzere eğitilebilir ya da buna şartlandırılabiliriz.

==========

Kişi, meditasyon teknikleri yardımı ile zihnini yoğunlaştırabilir. Yoğunlaşmış zihin bir görüntü, bir ses ya da düşünceye odaklanmıştır. Bunun değeri sınırlıdır. Yüce doğrunun keşfi ile kıyaslandığında zihnin yoğunlaşma yeteneği yetersizdir. Zihnimizi üzerinde odaklanılan nesneye tekrar tekrar çevirerek daha az sarsılır hale geliriz. Aklımızı tekrar nefesimize, mantramıza ya da görsel hayalimize döndürürüz. Şimdi zihnimizde sadece nefes, mantra ya da görsel hayal vardır. Bu, sakinlik değil tembelliktir. Yoğunlaşmışızdır ama duyarlılığımızı da kaybetmişizdir. Önem vermemek için kendimizi eğitmekte, kendimizi hipnotize etmekteyizdir, daha uyanmadan kendimizi tekrara uyutmaktayızdır. Bu yoğunlaşma ile elde etmeye çabaladığımız şey nedir? Neden kaçıyoruz? Kendimizi odaklamak için böyle umutsuzca çırpınarak karşılık verdiğimiz, yaşamımızdaki parçalanmaya sebep olan şey nedir?

==========

Aklı düzene sokmak veya yoğunlaştırmak için kullanılan teknikler eğer benliğin ötesinde ne olduğunu bulmak istiyorsak bir işe yaramazlar. Düşüncenin keşfinde bir değerleri olabilir, psikolojik meselelerle başa çıkmada yararlı olabilirler ya da fiziksel hastalığın semptomlarını düzenlemede kullanılabilirler; ama benliği kendisinin ötesine geçiremezler. Teknik kullanılmayan meditasyonun esası nedir? Farkındalığı, içeriği her ne ise ona döndürebilir miyiz? Bu, dikkatin ta ki devamlı bilinçlilik elde edilene kadar tekrar tekrar içinde bulunulan ana taşınması, farkındalığın geliştirilmesidir. Yorumsuz, yargısız, ayrım yapmadan bu farkındalık sık sık belirli tinsel uygulamaların mutlak sonucu olarak öğretilir. Ama sonuçta bu bir ruh hali, bir duruş, ”farkında” olan bir izleyiciyi gerektiren bir durumdur. Ama izleyen hiçbir şeyle gerçek bir temas halinde değildir.

==========

Düşünce ortaya çıkar ve geçer gider. Farkındalık kalır. Düşünce değil. Kasıtsız olduğumuzda düşünceler arasındaki alana girebilir ve gerçek doğamızı keşfedebiliriz.

==========

Düşünce ortaya çıkar ve geçer gider. Farkındalık kalır. Düşünce değil. Kasıtsız olduğumuzda düşünceler arasındaki alana girebilir ve gerçek doğamızı keşfedebiliriz. Düşünce bu alanı tarif etmek isteyebilir ama yapamaz. Bu alanda düşünce yoktur ve sonuçta “ben” yoktur. Bu alana kasten ya da irademizle yaklaşamayız. Bu sessizliği deneyimlememize yardım edecek teknik, felsefe, öğreti veya din yoktur. Yardım olarak aldığımız her şey yolun içindedir çünkü arayan yoldadır. Ama aynı zamanda hiçbir şey yolda değildir çünkü her ne kadar “ben” adlandırılabilir olmayı, katı ve tasarlanabilir olmayı arzu etse de gerçekte bulunabilecek bir “ben” yoktur. Sessizliği engelleyen hiçbir şey yoktur ama bu sessizliği bulabilmek için yapılabilecek bir şey de yoktur. Zaten vardır ve bizim çabalamayı bırakmamızı beklemektedir. Aramaya bir sürü enerji harcanır. Sadece durun.

==========

Küçük çocuğun resim çizdiğini fark eden annesi “Ne çiziyorsun Jimmy ?” diye sordu. Çocuk başını kaldırmadan “Tanrının resmini” diye yanıt verdi. “Ama Jimmy,” dedi anne “Tanrının neye benzediğini kimse bilmez ki.” “Ben resmi bitirdiğimde bilecekler.”

==========

Hıristiyanlar dişlerinden kan damlayan, kafataslarından oluşmuş kolyesiyle bir cesedin üzerinde dans eden Kali figüründe Tanrıyı göremezler. Hindular kanlar içinde çivilenmiş, çarmıhta can çekişen adamda Tanrıyı göremezler. Tanrıyı ancak kafamıza bir öğreti sokulduğunda görebiliriz. Tanrı öğrenilmiş bir semboldür. Friedrich Nietzsche aşikar soruyu sormuştur: ”Hangisi doğru: insan mı Tanrının gaflarından biri yoksa Tanrı mı insanın?”

==========

Ulu bir haham, tinsel görevini, devam ettirmesi için oğluna devrederek ölmüştü. Oğul da resmen hak sahibi olarak ulu idi ama bir hahamın yapması gereken şeyleri babasından tamamen farklı bir şekilde yapıyordu. Babanın tarzına alışık olanlar oğlana gelip “Sen babanın yaptığını yapmıyorsun,” diye şikayet ettiler. Oğlan şöyle yanıt verdi: ”Yo, aksine yapıyorum. O, kimseyi taklit etmezdi, ben de kimseyi taklit etmiyorum.” Bütün dinlerin tarihsel çekirdeğinde tören değil töreni yıkıp aşkınlıkla doğrudan temasa geçen bir kişi vardır. Bu kişiler dinin izinden gitmemiş,onu keşfedip yaşamışlardır. Musa, İsa, Buda, Lao-tzu, Muhammed herhangi bir şeyin değil yaşamın gerçekliği ile kendi doğrudan temaslarının peşindeydiler. Ama bizler yaşamla kendi doğrudan temasımızı değil onları takip ediyoruz. Aslında biz sadece bu efsanevi figürleri temsil eden töreni ve bu törenleri denetleyen dinsel hiyerarşiyi takip ediyoruz.

==========

Bir sürü uzun seanstan sonra psikiyatrist hastasına “İyileştiniz” dedi. “Aman ne güzel,” diye yanıt verdi hasta. “Size geldiğimde Napolyon’dum. Şimdi hiç kimse!”

==========

Bu bir diyalog davetiyesidir. Bu diyalog birçok şekilde olabilir. Diyalog, ikiliğin birleştirici ifadesidir. Görünüşte iki olanın birde kucaklaşmasıdır.

==========

Bu, birinin öteki üzerinde egemenliği ya da birinin diğerini yönlendirmesi değildir. Bu diyalog ötekinin dahil edilişidir. İçsel ve dışsal olanın incelenmesi olabilir. Karımızla, kocamızla, çocuğumuz veya arkadaşımızla bir diyalog olabilir. İşlek bir caddede beklenmedik bir karşılaşma, yeni açmış bir çiçeğin güzelliği, birisinin acısıyla özdeşleşme olabilir. Yaşamın kendisiyle diyalektiğidir. Biz hepimiz bu engin sohbetin, yaşam oyununun görür bölümlerinin ve onun inkar edilemez birliğinin parçasıyız. Konuştukça kendi konuşmamızın anlamına, kendimizle oynadığımız oyunun başlangıcına giden yolu bulalım. Birbirimizle konuştuğumuzda, aslında kendimizle konuştuğumuzu fark edelim. Birbirimizle karşılaştığımızda, bir yabancıyla karşılaşmıyor, yalnızca zaten tanışmış olduğumuzu, daha önceden pek çok kereler sohbet etmiş olduğumuzu unutmuş oluyoruz. Haydi bu diyalogu yaşamlarımıza davet edelim.

==========

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder