Tanrılardan sonra, varlıkların en yüceleri, kendi
iddialarına göre Stoacılardır.[15] Pekâlâ! Bana bir Stoacı veriniz; ve bu
isterse Stoacıların topundan üç, dört hatta bin defa daha Stoacı olsun.
Tekelerle ortak olmasına rağmen, bilgelik işareti saydığı sakalını kestirmeyi
başaramazsam da, hiç olmazsa ona asık suratlı tavrını terk ettiririm, alnının
çatıklığını gidertirim, onu sert prensiplerinden vazgeçirtirim, o da bir süre
kendini sevince, acayipliğe, deliliğe kaptırır; kısacası, o istediği kadar
bilge olsun, eğer meydana getirmenin verdiği hazları tatmak isterse bana,
yalnız bana başvurmalıdır.
Hem samimi olalım, önceden bilge bir insan sıfatıyla,
evliliğin sakıncalarını göz önünde tutsaydı, hangi ölümlü başını evliliğin
yularına uzatmak isterdi? Hangi kadın gebeliğin rahatsızlıklarını, doğurmanın
acılarını, tehlikelerini ve eğitimin yüklediği usandırıcı işleri ciddi olarak
düşünseydi, bir erkeğin âşıkane takiplerine kendini kaptırırdı? Halbuki hayatı,
evlenmeye borçlusunuz, evlenmeler de benim cariyelerimden Bunaklık tarafında
kurulurlar. O halde bana ne kadar minnet borçlusunuz! Sonra, bir kadın, bir
kere bütün bu sıkıntıları çektikten sonra, eğer benim aziz dostum Unutmak
tanrıçası, onu etkilemeseydi, kendini bu sıkıntılara bir defa daha sokar mıydı?
Doğrusu, hayattan hazları çıkarırsanız, hayat neden ibaret
kalır? O zaman hayat adına layık olur mu?... Beni alkışlıyorsunuz, dostlarım!
Ah, bakınız benimle aynı düşüncede olmamak için, hepinizin haddinden fazla deli
yani haddinden fazla bilge olduğunu biliyorum... Bizzat Stoacılar hazzı
severler; nefret etmek ellerinden gelmez. Şehveti istedikleri kadar
saklasınlar, en çirkin hakaretlerle sıradan halkın gözünden düşürmeye gayret
etsinler, bütün bunlar sahte hareketten başka bir şey değildir. Onlar
şehvetten, daha büyük bir özgürlükle yararlanmak için başkalarını uzaklaştırmak
isterler. Fakat bütün tanrıların rızası için, hayatın haz ile, yani delilikle
lezzetlendirilmemiş hangi bir anı, gamlı sıkıntılı, nahoş, tatsız, katlanılmaz
değildir?
Gençlerden can sıkıcı bilgeliği uzaklaştırıyor ve böylelikle
hazların çekici güzelliğini onların üzerine yayıyorum; ve burada size havadan
masallar anlattığımı sanmamanız için, insanları, büyüyüp yetiştikleri, deneyim
ile dersler sayesinde bilge olmaya başladıkları zaman göz önünde tutunuz,
görürsünüz ki onlarda güzellik hemen solmaya başlar, neşe söner, kuvvet azalır,
çekicilik uçar gider, onlar benden uzaklaştıkça, hayat gitgide onları terk eder
ve sonunda, kendine ve başkalarına bir yük olan şu neşesiz ihtiyarlığa
erişirler. Şüphe yok ki, insanlığın çektiği sefaletler, beni onun yardımına
koşmaya sevk etmemiş olsaydı, ihtiyarlığa katlanacak bir tek ölümlü
bulunamazdı.
Kadınların, burada söylediklerime kızacak kadar deli
olduklarını sanmıyorum. Ben onların cinsindenim, ben Delilik'im. Deli
olduklarını kanıtlamak, yapabileceğim en büyük övgü değil midir?
Belki, bütün bu zevkleri duyamayan kimseler vardır ki,
bunlar mutluluğu ancak dostlar arasındaki sohbette bulurlar. Onlarca dostluk
bütün nimetlerin en büyüğüdür: Hayatta su, ateş ve hava kadar gerekli olan
dostluk, doğa için güneş ne ise, insan için odur; dostluk o kadar hoş, o kadar
namusludur ki (bu kelimenin bu işle bir ilgisi yoktur) bizzat filozoflar onu en
büyük nimetlerin arasına koymuşlardır. Eh, şimdi size, bütün dostlukları
dünyaya getirenin ben olduğumu kanıtlarsam ne dersiniz?
Dostların taşkınlıklarına göz yummak, onların kusurları
hakkında hayale kapılmak, bu kusurları taklit etmek, onlardaki en büyük
ahlaksızlıkları sevmek, birer erdemmiş gibi bunlara hayran olmak, deliliğe
sapmak denen şey değil midir? Sevgilisinin derisi üzerinde gördüğü bu işareti
sevgi ile öpen şu âşık, Agnes'inin[33] ahtapotunu şehvetle koklayan şu öteki
âşık, şaşı oğlunun bakışını hoş bulan şu baba... bütün bunlar saf delilik değil
midir? Evet, bunların delilik, hatta en sunturlu delilik olduğunu istediğiniz
kadar söyleyiniz; fakat teslim ediniz ki dostlukları yapan, koruyan, bu
deliliklerdir.
Özetle, hayatta hoş olan ya da sürekli olan hiçbir bağlılık
görmezsiniz. Hükümdar uyruklarını, uşak efendisini, cariye hanımını, öğrenci
eğitmenini, dost dostunu, koca karısını, ev sahibi misafirini, arkadaş
arkadaşını; durmadan hata, yüze gülme, hatırşinaslık ya da buna benzer hoş bir
deliliğin verdiği tatlı rüyalarla karşılıklı olarak aldatmazlarsa, her biri az
zamanda diğerine katlanılmaz gelir. Şimdi söylediğim bütün bu şeylerin sizi
şaşkınlık ve hayranlığa düşürdüğünden şüphe etmiyorum; fakat daha başka şeyler
de işiteceksiniz.
bana söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse, birini
sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi?
Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi? Bu
soruların hepsine evetle cevap vermek için, deliliğin kendinden daha deli olmak
lazımdır. Ben toplumdan dışlanırsam, insan, başkalarına katlanmak şöyle dursun,
kendi kendine katlanamayacaktır. Kendiyle herhangi bir ilişkisi olan her şeyden
tiksinecek ve şahsı, kendi gözünde bir kin, iğrenme ve nefret konusu olacaktır.
İnsanın her yaptığından memnun olmasından kendine hayran
olmasından daha delice bir şey olur mu? Ama itiraf ediniz ki, ömrünüzde
yaptığınız güzel ve hoş ne varsa bunu deliliğe borçlusunuz. Evet, Özsaygı
olmayınca, edimlerinizde ne hoşluk, ne güzellik, ne uygunluk kalır. Hayatın bu
tatlı çekiciliği bir kere mahvolduktan sonra, hatibin nutkunda ateş, müzisyenin
sesinde hoşluk, zevzeğin tavır ve hareketlerinde komiklik kalmayacak, şairle ve
şairin Musalarıyla alay edilecek, ressamın kendi ve sanatı hor görülecek,
hekimin, ilaçlarının ortasında açlık ve sefaletten öldüğü gözlemlenecektir.
İlk önce bütün taşkın tutkuları deliliğin doğurduğu açıktır.
Zira bir deli ile bir bilge arasındaki bütün fark, birincisinin tutkularına,
ikincisinin ise aklına boyun eğmesinden ibarettir. İşte bunun içindir ki
Stoacılar, bilge kişiye, bütün tutkuları, birer hastalıkmış gibi yasak
etmişlerdir. Bununla beraber, bilgelik koşusunda uçarına koşanlara rehber olan,
bu tutkulardır; erdemin bütün görevlerine onları yönelten, iyilik etmek
düşüncesini ve arzusunu ilham eden gene odur. Seneca; şu aşırı Stoacı, bilgenin
mutlak surette tutkusuz olması gerektiğini istediği kadar söylesin. Bu türden
bir bilge bir insan olmaz, bir çeşit tanrı, ya da daha açık konuşalım, her
türlü insani duygudan yoksun, en sert mermerden bile daha duygusuz, ahmak bir put
olurdu. Stoacılar, kuruntuladıkları bilgelerinden istedikleri kadar memnun
kalsınlar, onları diledikleri gibi sevsinler; kendilerine rakip çıkacağından
korkmasınlar; ama onlarla gidip Platon'un Devlet'inde, idealar dünyasında ya da
Tantalos'un[45] bahçelerinde otursunlar.
tür bir insandan -eğer böyle bir insan var olabilirse-
berbat bir ucube gibi nefret etmemek, korkunç bir hayaletten kaçar gibi
kaçmamak nasıl mümkündür? Doğanın sesine sağır olan böyle bir kimsenin kalbine
-bu kalp en sert kayadanmış gibi- sevgi, merhamet, iyilik duygularının hiçbir
etkisi olmayacaktır. Ondan bir şey kaçmayacak, onu bir şey aldatmayacak;
vaşağın gözü onunki kadar keskin değildir; o her şeyi büyük bir dikkatle
inceler, tartar, hemcinslerine karşı hoşgörüsüzdür ve ancak kendinden
memnundur. Kendini biricik zengin, biricik sıhhatli, biricik özgür kimse sanır;
sonra, dünyada edinilebilecek ne varsa hepsine sahip olduğuna inanır; fakat bu
inancında yalnızdır. Dost sahibi olmayı kendine tasa etmez, kendi de kimsenin
dostu değildir. Hatta tanrıları aşağılamaya cüret eder ve dünyada ne
yapılıyorsa hep onun eleştirilerine, alaylarına konu olur. Stoacıların
yetkinlik ve bilgelik örneği diye baktıkları hayvan işte böyledir. Rica ederim
söyleyin bana, hangi ulus böyle bir insanı kendine bilge olarak seçmek ister?
Hangi ordu onu kendine baş olarak görmek ister? Böyle bir kimse, sofrasına
kabul edecek bir insan, kendisiyle evlenmek isteyen bir kadın, hizmete razı bir
uşak bulabilir mi? Ya da rastlantıyla bulursa, az zamanda onlara katlanılmaz
bir yük olmaz mı?
Hele bütün bunları gülünç bulanlar, gelip bana: hayatını
böyle nefis bir delilik içinde geçirmek, gidip kendini asmaktan çok daha iyi
değildir, desinler!
Bu tanrılar, daima gamlı ve neşesiz darılıvermeye hep hazır
kimselere benzerler, öyle ki onlarla teklifsizce yaşamaktansa, onları düşman
edinmek daha iyidir. "Fakat, diyeceksiniz, kimse deliliğe kurbanlar
sunmaz, kimse ona tapınaklar yapmaz"; size önceden söyledim, bu kadar
nankörlüğe biraz şaşıyorum; fakat tabii iyiliğim sayesinde işi gayet iyi
tarafından alıyorum. Zaten bütün bu kurbanları aramama gerek yok. Bir küçük
günlük esintisi, bir parça pişmiş hamur, bir teke, bir domuz ve bunun gibi
bütün adaklar beni okşayabilir mi?
İçinizde parasını, mücevherlerini sokağa bırakacak kadar
budala bir kimse var mı? Doğrusu hiç sanmam. Bunları evinizin en saklı
yerlerine, kasalarınızın en gizli köşelerine saklar, süprüntüleri herkesin gözü
önünde bırakırsınız, insan, kıymetli şeyleri dikkatle saklarsa, hiç önem
vermediklerini herkesin önünde bırakırsa, bizim yazar, -madem ki deliliği
saklamayı emrediyor bilgeliği saklamayı yasaklıyor- o halde, delilik daha
değerlidir demek istemiyor mu?
İçinizde parasını, mücevherlerini sokağa bırakacak kadar
budala bir kimse var mı? Doğrusu hiç sanmam. Bunları evinizin en saklı
yerlerine, kasalarınızın en gizli köşelerine saklar, süprüntüleri herkesin gözü
önünde bırakırsınız, insan, kıymetli şeyleri dikkatle saklarsa, hiç önem
vermediklerini herkesin önünde bırakırsa, bizim yazar, -madem ki deliliği
saklamayı emrediyor bilgeliği saklamayı yasaklıyor- o halde, delilik daha
değerlidir demek istemiyor mu? Şimdi de yazarın kendi sözlerini dinleyiniz:
Deliliğini saklayan insan, bilgeliğini saklayandan daha değerlidir
Mesih, müritlerini insanların yardımlarından vazgeçirmek
amacıyla, onlara giderlerken, dikenlere, taşlara karşı ayaklarını korumak için
ayakkabı, yolda yiyip içmek için erzak ve birer kese para vermediği halde, bir
şeyleri eksik olup olmadığını sormuş; havariler, ne gerekliyse hep vardı, diye
cevap verince İsa şöyle demiş: Şimdi, küçük yahut büyük bir torbası olan, onu
yanına alsın, kılıcı olmayan da kaftanını yahut gömleğini satıp bir kılıç
alsın. Mesih'in bütün mesleği, sırf tatlılığa, hoşgörüye, hayatı hor görmeye
dayandığına göre, ilahi kurtarıcının bu fıkrada ne demek istediğini herkes
açıkça görüyor, değil mi? İsa, dünyasal şeylerden ilgilerini kesmeleri gerektiğine
havarilerini o kadar kuvvetle inandırmak istiyordu ki, onlara yalnız ayakkabıyı
ve paray yasak etmekle kalmıyor, gömlekler için bile terk etmeyi emrediyor ve
bununla onlara, kendilerini İncil'in vaazı işine büsbütün, vermek için dünyanın
her nimetinden vazgeçmeleri gerektiğini göstermek istiyordu. İsa, havarilere
yalnız bir kılıç almalarını öğütlüyor; canilerin, baba katillerinin taşıdıkları
cinsten bir kılıç değil, kalbin en gizli köşelerine kadar giren, orada bütün
insan tutkularım kesip, yalnız merhametin hüküm sürmesine izin veren o ruhani
kılıcı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder