18 Kasım 2018 Pazar

Deliliğe Övgü


Tanrılardan sonra, varlıkların en yüceleri, kendi iddialarına göre Stoacılardır.[15] Pekâlâ! Bana bir Stoacı veriniz; ve bu isterse Stoacıların topundan üç, dört hatta bin defa daha Stoacı olsun. Tekelerle ortak olmasına rağmen, bilgelik işareti saydığı sakalını kestirmeyi başaramazsam da, hiç olmazsa ona asık suratlı tavrını terk ettiririm, alnının çatıklığını gidertirim, onu sert prensiplerinden vazgeçirtirim, o da bir süre kendini sevince, acayipliğe, deliliğe kaptırır; kısacası, o istediği kadar bilge olsun, eğer meydana getirmenin verdiği hazları tatmak isterse bana, yalnız bana başvurmalıdır.

Hem samimi olalım, önceden bilge bir insan sıfatıyla, evliliğin sakıncalarını göz önünde tutsaydı, hangi ölümlü başını evliliğin yularına uzatmak isterdi? Hangi kadın gebeliğin rahatsızlıklarını, doğurmanın acılarını, tehlikelerini ve eğitimin yüklediği usandırıcı işleri ciddi olarak düşünseydi, bir erkeğin âşıkane takiplerine kendini kaptırırdı? Halbuki hayatı, evlenmeye borçlusunuz, evlenmeler de benim cariyelerimden Bunaklık tarafında kurulurlar. O halde bana ne kadar minnet borçlusunuz! Sonra, bir kadın, bir kere bütün bu sıkıntıları çektikten sonra, eğer benim aziz dostum Unutmak tanrıçası, onu etkilemeseydi, kendini bu sıkıntılara bir defa daha sokar mıydı?

Doğrusu, hayattan hazları çıkarırsanız, hayat neden ibaret kalır? O zaman hayat adına layık olur mu?... Beni alkışlıyorsunuz, dostlarım! Ah, bakınız benimle aynı düşüncede olmamak için, hepinizin haddinden fazla deli yani haddinden fazla bilge olduğunu biliyorum... Bizzat Stoacılar hazzı severler; nefret etmek ellerinden gelmez. Şehveti istedikleri kadar saklasınlar, en çirkin hakaretlerle sıradan halkın gözünden düşürmeye gayret etsinler, bütün bunlar sahte hareketten başka bir şey değildir. Onlar şehvetten, daha büyük bir özgürlükle yararlanmak için başkalarını uzaklaştırmak isterler. Fakat bütün tanrıların rızası için, hayatın haz ile, yani delilikle lezzetlendirilmemiş hangi bir anı, gamlı sıkıntılı, nahoş, tatsız, katlanılmaz değildir?

Gençlerden can sıkıcı bilgeliği uzaklaştırıyor ve böylelikle hazların çekici güzelliğini onların üzerine yayıyorum; ve burada size havadan masallar anlattığımı sanmamanız için, insanları, büyüyüp yetiştikleri, deneyim ile dersler sayesinde bilge olmaya başladıkları zaman göz önünde tutunuz, görürsünüz ki onlarda güzellik hemen solmaya başlar, neşe söner, kuvvet azalır, çekicilik uçar gider, onlar benden uzaklaştıkça, hayat gitgide onları terk eder ve sonunda, kendine ve başkalarına bir yük olan şu neşesiz ihtiyarlığa erişirler. Şüphe yok ki, insanlığın çektiği sefaletler, beni onun yardımına koşmaya sevk etmemiş olsaydı, ihtiyarlığa katlanacak bir tek ölümlü bulunamazdı.

Kadınların, burada söylediklerime kızacak kadar deli olduklarını sanmıyorum. Ben onların cinsindenim, ben Delilik'im. Deli olduklarını kanıtlamak, yapabileceğim en büyük övgü değil midir?

Belki, bütün bu zevkleri duyamayan kimseler vardır ki, bunlar mutluluğu ancak dostlar arasındaki sohbette bulurlar. Onlarca dostluk bütün nimetlerin en büyüğüdür: Hayatta su, ateş ve hava kadar gerekli olan dostluk, doğa için güneş ne ise, insan için odur; dostluk o kadar hoş, o kadar namusludur ki (bu kelimenin bu işle bir ilgisi yoktur) bizzat filozoflar onu en büyük nimetlerin arasına koymuşlardır. Eh, şimdi size, bütün dostlukları dünyaya getirenin ben olduğumu kanıtlarsam ne dersiniz?

Dostların taşkınlıklarına göz yummak, onların kusurları hakkında hayale kapılmak, bu kusurları taklit etmek, onlardaki en büyük ahlaksızlıkları sevmek, birer erdemmiş gibi bunlara hayran olmak, deliliğe sapmak denen şey değil midir? Sevgilisinin derisi üzerinde gördüğü bu işareti sevgi ile öpen şu âşık, Agnes'inin[33] ahtapotunu şehvetle koklayan şu öteki âşık, şaşı oğlunun bakışını hoş bulan şu baba... bütün bunlar saf delilik değil midir? Evet, bunların delilik, hatta en sunturlu delilik olduğunu istediğiniz kadar söyleyiniz; fakat teslim ediniz ki dostlukları yapan, koruyan, bu deliliklerdir.

Özetle, hayatta hoş olan ya da sürekli olan hiçbir bağlılık görmezsiniz. Hükümdar uyruklarını, uşak efendisini, cariye hanımını, öğrenci eğitmenini, dost dostunu, koca karısını, ev sahibi misafirini, arkadaş arkadaşını; durmadan hata, yüze gülme, hatırşinaslık ya da buna benzer hoş bir deliliğin verdiği tatlı rüyalarla karşılıklı olarak aldatmazlarsa, her biri az zamanda diğerine katlanılmaz gelir. Şimdi söylediğim bütün bu şeylerin sizi şaşkınlık ve hayranlığa düşürdüğünden şüphe etmiyorum; fakat daha başka şeyler de işiteceksiniz.

bana söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse, birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi? Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi? Bu soruların hepsine evetle cevap vermek için, deliliğin kendinden daha deli olmak lazımdır. Ben toplumdan dışlanırsam, insan, başkalarına katlanmak şöyle dursun, kendi kendine katlanamayacaktır. Kendiyle herhangi bir ilişkisi olan her şeyden tiksinecek ve şahsı, kendi gözünde bir kin, iğrenme ve nefret konusu olacaktır.

İnsanın her yaptığından memnun olmasından kendine hayran olmasından daha delice bir şey olur mu? Ama itiraf ediniz ki, ömrünüzde yaptığınız güzel ve hoş ne varsa bunu deliliğe borçlusunuz. Evet, Özsaygı olmayınca, edimlerinizde ne hoşluk, ne güzellik, ne uygunluk kalır. Hayatın bu tatlı çekiciliği bir kere mahvolduktan sonra, hatibin nutkunda ateş, müzisyenin sesinde hoşluk, zevzeğin tavır ve hareketlerinde komiklik kalmayacak, şairle ve şairin Musalarıyla alay edilecek, ressamın kendi ve sanatı hor görülecek, hekimin, ilaçlarının ortasında açlık ve sefaletten öldüğü gözlemlenecektir.

İlk önce bütün taşkın tutkuları deliliğin doğurduğu açıktır. Zira bir deli ile bir bilge arasındaki bütün fark, birincisinin tutkularına, ikincisinin ise aklına boyun eğmesinden ibarettir. İşte bunun içindir ki Stoacılar, bilge kişiye, bütün tutkuları, birer hastalıkmış gibi yasak etmişlerdir. Bununla beraber, bilgelik koşusunda uçarına koşanlara rehber olan, bu tutkulardır; erdemin bütün görevlerine onları yönelten, iyilik etmek düşüncesini ve arzusunu ilham eden gene odur. Seneca; şu aşırı Stoacı, bilgenin mutlak surette tutkusuz olması gerektiğini istediği kadar söylesin. Bu türden bir bilge bir insan olmaz, bir çeşit tanrı, ya da daha açık konuşalım, her türlü insani duygudan yoksun, en sert mermerden bile daha duygusuz, ahmak bir put olurdu. Stoacılar, kuruntuladıkları bilgelerinden istedikleri kadar memnun kalsınlar, onları diledikleri gibi sevsinler; kendilerine rakip çıkacağından korkmasınlar; ama onlarla gidip Platon'un Devlet'inde, idealar dünyasında ya da Tantalos'un[45] bahçelerinde otursunlar.

tür bir insandan -eğer böyle bir insan var olabilirse- berbat bir ucube gibi nefret etmemek, korkunç bir hayaletten kaçar gibi kaçmamak nasıl mümkündür? Doğanın sesine sağır olan böyle bir kimsenin kalbine -bu kalp en sert kayadanmış gibi- sevgi, merhamet, iyilik duygularının hiçbir etkisi olmayacaktır. Ondan bir şey kaçmayacak, onu bir şey aldatmayacak; vaşağın gözü onunki kadar keskin değildir; o her şeyi büyük bir dikkatle inceler, tartar, hemcinslerine karşı hoşgörüsüzdür ve ancak kendinden memnundur. Kendini biricik zengin, biricik sıhhatli, biricik özgür kimse sanır; sonra, dünyada edinilebilecek ne varsa hepsine sahip olduğuna inanır; fakat bu inancında yalnızdır. Dost sahibi olmayı kendine tasa etmez, kendi de kimsenin dostu değildir. Hatta tanrıları aşağılamaya cüret eder ve dünyada ne yapılıyorsa hep onun eleştirilerine, alaylarına konu olur. Stoacıların yetkinlik ve bilgelik örneği diye baktıkları hayvan işte böyledir. Rica ederim söyleyin bana, hangi ulus böyle bir insanı kendine bilge olarak seçmek ister? Hangi ordu onu kendine baş olarak görmek ister? Böyle bir kimse, sofrasına kabul edecek bir insan, kendisiyle evlenmek isteyen bir kadın, hizmete razı bir uşak bulabilir mi? Ya da rastlantıyla bulursa, az zamanda onlara katlanılmaz bir yük olmaz mı?

Hele bütün bunları gülünç bulanlar, gelip bana: hayatını böyle nefis bir delilik içinde geçirmek, gidip kendini asmaktan çok daha iyi değildir, desinler!

Bu tanrılar, daima gamlı ve neşesiz darılıvermeye hep hazır kimselere benzerler, öyle ki onlarla teklifsizce yaşamaktansa, onları düşman edinmek daha iyidir. "Fakat, diyeceksiniz, kimse deliliğe kurbanlar sunmaz, kimse ona tapınaklar yapmaz"; size önceden söyledim, bu kadar nankörlüğe biraz şaşıyorum; fakat tabii iyiliğim sayesinde işi gayet iyi tarafından alıyorum. Zaten bütün bu kurbanları aramama gerek yok. Bir küçük günlük esintisi, bir parça pişmiş hamur, bir teke, bir domuz ve bunun gibi bütün adaklar beni okşayabilir mi?

İçinizde parasını, mücevherlerini sokağa bırakacak kadar budala bir kimse var mı? Doğrusu hiç sanmam. Bunları evinizin en saklı yerlerine, kasalarınızın en gizli köşelerine saklar, süprüntüleri herkesin gözü önünde bırakırsınız, insan, kıymetli şeyleri dikkatle saklarsa, hiç önem vermediklerini herkesin önünde bırakırsa, bizim yazar, -madem ki deliliği saklamayı emrediyor bilgeliği saklamayı yasaklıyor- o halde, delilik daha değerlidir demek istemiyor mu?

İçinizde parasını, mücevherlerini sokağa bırakacak kadar budala bir kimse var mı? Doğrusu hiç sanmam. Bunları evinizin en saklı yerlerine, kasalarınızın en gizli köşelerine saklar, süprüntüleri herkesin gözü önünde bırakırsınız, insan, kıymetli şeyleri dikkatle saklarsa, hiç önem vermediklerini herkesin önünde bırakırsa, bizim yazar, -madem ki deliliği saklamayı emrediyor bilgeliği saklamayı yasaklıyor- o halde, delilik daha değerlidir demek istemiyor mu? Şimdi de yazarın kendi sözlerini dinleyiniz: Deliliğini saklayan insan, bilgeliğini saklayandan daha değerlidir

Mesih, müritlerini insanların yardımlarından vazgeçirmek amacıyla, onlara giderlerken, dikenlere, taşlara karşı ayaklarını korumak için ayakkabı, yolda yiyip içmek için erzak ve birer kese para vermediği halde, bir şeyleri eksik olup olmadığını sormuş; havariler, ne gerekliyse hep vardı, diye cevap verince İsa şöyle demiş: Şimdi, küçük yahut büyük bir torbası olan, onu yanına alsın, kılıcı olmayan da kaftanını yahut gömleğini satıp bir kılıç alsın. Mesih'in bütün mesleği, sırf tatlılığa, hoşgörüye, hayatı hor görmeye dayandığına göre, ilahi kurtarıcının bu fıkrada ne demek istediğini herkes açıkça görüyor, değil mi? İsa, dünyasal şeylerden ilgilerini kesmeleri gerektiğine havarilerini o kadar kuvvetle inandırmak istiyordu ki, onlara yalnız ayakkabıyı ve paray yasak etmekle kalmıyor, gömlekler için bile terk etmeyi emrediyor ve bununla onlara, kendilerini İncil'in vaazı işine büsbütün, vermek için dünyanın her nimetinden vazgeçmeleri gerektiğini göstermek istiyordu. İsa, havarilere yalnız bir kılıç almalarını öğütlüyor; canilerin, baba katillerinin taşıdıkları cinsten bir kılıç değil, kalbin en gizli köşelerine kadar giren, orada bütün insan tutkularım kesip, yalnız merhametin hüküm sürmesine izin veren o ruhani kılıcı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder