11 Kasım 2018 Pazar

Gecenin Sonuna Yolculuk


Bir dangalağın beyninde herhangi bir düşüncenin şöyle bir dolanabilmesi için, önce başına bir sürü şey gelmesi gerek, hem de en acımasızından. Hayatımda ilk defa düşünmemi sağlayan kişi, gerçekten düşünmeyi kastediyorum, tümüyle bana ait pratik fikirler üretmeyi yani, kesinlikle binbaşı Pinçon oldu, şu işkenceci suratlı herif. Esamesi okunmayan bir figüran olarak katılmış olduğum, hem de... itiraf ediyorum, coşkuyla, balıklama atlayarak katıldığım bu inanılmaz uluslararası olayın içinde, tam teşkilatlı, zırhların yükü altında ezilerek, sarsıla sarsıla ilerlerken, bir yandan da elimden geldiğince yoğun bir biçimde onu düşünüyordum.

profesyonel? Belki de bir cenaze levazımcısı? Sivil hayatta? Bir aşçı?.. Atlar bayağı şanslı, çünkü her ne kadar onlar da, bizler gibi, savaşın ceremesini çekiyorlarsa da, hiç olmazsa onu desteklemeleri, gereğine inanır gibi yapmaları beklenmiyor onlardan. Bahtsız, ama özgür atlar! Galeyan denen o kaltak, maalesef! bize mahsus.

Anlayamıyordum. Her şey ve herkes tarafından boynuzlanıyordum, kadınlar, para, fikirler. Boynuzlu ve hoşnutsuz.

Bakın, Bardamu, savaş, sinir sistemlerinin sınırlarını zorlamak açısından bize sunduğu kıyas kabul etmez olanaklar sayesinde, insan ruhunu olağanüstü derecede açığa çıkarıcı bir işlev görüyor!

İki elimi birden neredeyse sevgiyle sıktı, Bestombes.

Dürüstçe itiraf etmeliyiz... Şimdiye kadar insanın duygusal ve manevi zenginliklerini sadece tahmin etmekle yetiniyorduk! Ancak artık, savaş sayesinde, bu iş tamam!..

Sonunda anama mektup yazmıştım. Beni yeniden görebildiğine çok sevinmişti, anam, elinden alınan yavrusuna sonunda kavuşmuş bir dişi köpek gibi ağlaşıyordu. Herhalde beni öperek bana çok yardımcı olduğunu da düşünüyordu, ama yine de dişi köpek kadar olamıyordu, çünkü o beni elinden almak için söylenen sözcüklere inanıyordu. Oysa dişi köpek hiç olmazsa sadece hissettiklerine inanır.

Beni gecenin ortasında ekmek istiyordu, en kestirmeden. İşin raconu buydu. Bu şekilde gecenin içine itile itile, insan eninde sonunda bir yerlere varıyordur herhalde, diyordum kendi kendime. Teselliydi bu. “Cesur ol, Ferdinand, diye yineliyordum kendi kendime, kendime destek çıkmak için, her yerden kapı dışarı edile edile, mutlaka hepsini, o pisliklerin topunu birden o kadar korkutan o numarayı bulacaksın ve o da gecenin sonunda olsa gerek. İşte zaten onlar da bu yüzden gecenin sonuna gitmezler!”

Bana böyle çok sevecen öğütler veriyordu, mutlu olmamı istiyordu. İlk kez bir insanoğlu benimle ilgileniyordu, tabir caizse içerden diyeceğim, bencilliğimle ilgileniyordu ve tüm diğerleri gibi durduğu yerden beni yargılamak yerine kendini benim yerime koyuyordu.

Yaşam boyunca aradığımız şey belki de budur, yalnızca bu, olabildiğince büyük bir üzüntü, ölmeden önce kendimiz olabilmek için.

Yirmili yaşlarını geride bıraktıktan sonra, bu kolay sevginin, hayvanlarınkinin, bir katresini hâlâ içinde barındırabilen insan sayısı çok azdır. Meğer dünya hiç de sandığımız gibi değilmiş! İşte bu kadar! Öyle olunca, biz de façamızı değiştiririz! Hem de nasıl! Mademki yanılmışız! Kaşla göz arasında hepten dönüşüveririz o gıcık yaratığa! Yirmi yaşını geride bıraktıktan sonra suratımızda kalan tek şey budur! Bir hata! Suratımız bir hatadan ibarettir.

Her neyse, evlerinin taksitleri ödendiğine, mülkiyet hakkı falan da tamamen alındığına, tek bir kuruş borçları da kalmadığına göre, kendilerini güvende hissetmek açısından pek bir dertleri kalmamıştı bu ikisinin! Altmış altıncı yaşlarına gelmişlerdi.

hep yaşamdan korkmuştu, şimdiyse endişesini bir şeylere bağlıyordu, ölüme, tansiyonuna, nasıl ki kırk yıl boyunca bunu evin taksitlerini ödeyememe riskine bağladıysa. Hâlâ mutsuzdu, eskisi kadar, ancak mutsuz olmak için bir an önce yeni bir geçerli neden bulmalıydı. Sanıldığı kadar kolay bir şey değildir bu. “Mutsuzum” demekle iş bitmiyor. İnsan ayrıca bunu kendine kanıtlayabilmeli, kendini geri dönüşü olmayacak biçimde ikna edebilmelidir. Onun da istediği buydu aslında: içindeki korkuya sağlam bir gerekçe kazandırabilmek, hem de bayağı geçerli cinsinden. Tansiyonu 22’yıniş, doktora göre. 22 ciddi bir rakamdı. Doktor ona kendi ölümünün yolunu bulmayı öğretmişti.

Neşeliydi ihtiyar Henrouille, huysuz, leş gibi, ama neşeli. Yirmi yılı aşkın bir süredir içinde yaşadığı bu yoksunluk, ruhunun derinliklerinde iz bırakabilmiş değildi. Tam aksine esas dışarıya karşı kasıyordu kendini, sanki soğuk, tüm korkunçluklar ve ölüm içeriden değil de, yalnızca oradan gelecekti. İçeriye gelince, orada hiçbir şeyden korkmuyor gibiydi, aklından tümüyle emindi sanki, su götürmez ve artık tasdik edilmiş bir şeymişçesine, dünya durdukça.

İnsan belki de başkalarının yüreği hakkında yargıda bulunurken her zaman yanılıyordur.

Boşuna heveslenmemekte yarar var, insanların aslında birbirlerine söyleyecekleri hiçbir şey yoktur, karşılıklı olarak yalnızca kendi acılarını anlatırlar, bu böyledir. Herkesin derdi kendine, dünyanınki de hepimize. İnsanlar o acılarından kurtulmaya çalışırlar çalışmasına, sevişme sırasında, onu ötekinin sırtına yıkarak, ama beceremezler tabii ve ne yaparlarsa yapsınlar, sonunda tüm acılarıyla baş başa kalırlar ve bir daha denerler, bir kez daha acılarını kakalamaya çalışırlar. “Çok güzelsiniz, Küçükhanım,” derler. Ne ki yaşam onları yeniden yakalayıverir, aynı küçük numarayı bir kez daha deneyinceye kadar. “Ne de güzelsiniz, Küçükhanım!..” Bu arada acılarından kurtulmayı başardıklarını söyleyerek böbürlenirler de, gelgelelim herkes gayet iyi bilir, değil mi, bunun hiç de doğru olmadığını, o acıyı bal gibi bütünüyle kendi içimizde sakladığımızı. Bu numaraları yapa yapa yaşlandıkça giderek daha da çirkin, itici bir hal aldığımız için artık acımızı, iflas ettiğimizi gizlemekten bile âciz kalırız, en sonunda insanın ta derinlerinden suratına kadar ulaşmayı başarabilmesi şöyle bir yirmi otuz yıl, hatta daha fazla zaman alan o sevimsiz ve çirkin ifade, gitgide yüzümüzde sıvaşmadık yer bırakmaz.

İnsanlar o boktan anılarından, çektikleri sıkıntılardan bir türlü vazgeçmek istemezler ve ne yaparsanız yapın bunun dışına çıkmalarını sağlayamazsınız. Ruhlarını böyle oyalarlar. Bugün yaşadıkları haksızlıklardan intikam almak için geleceği bokla sıvamaya uğraşırlar kendi içlerinin derinliklerinde. Hem adil hem de ödlektirler aslında. Doğaları budur.

Yahu, dedi usulca, epey bir süre düşüncelere daldıktan sonra, ben aslında hastabakıcı olmayı çok isterdim vallah. — Neden? — Çünkü, bak şimdi, insanlar sağlıklıyken, açıkçası, ürkütücüdürler... Özellikle savaştan beri... Ben onların aklından ne geçtiğini biliyorum... Onlar bunun her zaman farkında değiller... Ama ben, akıllarından ne geçtiğini gayet iyi biliyorum... Ayakta oldukları sürece tek düşündükleri şey, karşılarındakini öldürmek... Oysa hastalandıklarında, şurası kesin ki artık o kadar ürkütücü olmaktan çıkıyorlar... Gelgelelim, ayakta oldukları sürece, inan bana, onlardan her şey beklenebilir.

Gecenin içinde yürümeyi öğrenmesi gerekecekti rahip efendinin, tıpkı bizler gibi, diğerleri gibi. Hâlâ tökezliyordu. Düşmemek için ne yapması gerektiğini soruyordu bana. Madem korkacaktı, gelmeseydi o zaman! Sonuna hep birlikte varacaktık ve işte o zaman öğrenecektik bu macerada ne bulmayı ummuş olduğumuzu. Yaşam bundan ibarettir, gecenin içinde son bulan bir ışık parçası. Kaldı ki, belki de asla öğrenemeyecektik, hiçbir şey bulamayacaktık. Ölüm de budur işte.

Ama mademki o, yani hasta, gerçek hayatta, yatağında dilediği yöne dönme hakkına sahip, bizim de o zaman kendimizi bir o yana bir bu yana atma hakkımız olmalı, elimizden gelen de yalnızca bu zaten, kendimizi Kader’imize karşı savunmak için bulduğumuz biricik çare bu. Kimse Acı’sını yarı yolda bir yerlerde ekmeyi boşuna hayal etmemeli. Boş bulunup da evlenmiş olduğunuz çirkin mi çirkin bir eşe benzer, Acı denen o şey. Ömür boyu onu pataklamak uğruna kendini tüketmektense onu azıcık olsun sevmeye gayret etmek daha akıl kârı olabilirdi belki de. Değil mi ki onu cehennemin dibine yollayamayacağınızı daha baştan kabullenmişsiniz?

Sayıları o kadar çoktu ki, insan henüz hayattalarken onlara yeterince iyi bakmayı akıl edemediği için, yıllar boyu, burnunun dibinde, gerçekten utanıyordu... Gerçekten de, insanın vakti asla yetmiyor, sırf kendini düşünmeye bile.

Kocası şimdilik nasıl durması gerektiğini da bilemiyordu, nasıl ölmesi gerektiğini de. Daha şimdiden hayatın biraz dışına çıkmış gibiydi, ama ne yapsa akciğerlerinden bir türlü kurtulamıyordu. Kovuyordu havayı, ama hava geri geliyordu. Kendini salıvermek isterdi aslında, ama yine de yaşamak zorundaydı, sonuna kadar. Pek berbat bir işti bu, bu yüzden şaşı bakar olmuştu.

korkutmuş değildi. O gün bugün cinsellik konusunda biraz aklı karışmıştı. Boş zamanlarında, o da, herhangi bir hasta gibi, Tımarhane’nin çimenlerinde geziniyordu ve ne zaman yanından geçsem, bana gülümsüyordu, ancak bu gülümseyişler öylesine kararsız, öylesine solgundu ki, bunları birer veda olarak algılamak da mümkündü.

Uzun süredir devam eden bir darlık onda idrar zehirlenmesine neden oluyordu, mesanesini tıkıyordu... Habire sonda takıp, damla damla rahatlatmaya çalışıyordum onu... Aile ille de tutturmuştu bütün mesele onun o dehasından kaynaklanıyor diye... Sevgili yazarlarının esas derdinin daha çok mesaneden kaynaklandığını o aileye ne kadar anlatmaya çalışırsam çalışayım, nafile... Onların gözünde o, dehasının bir an için aşırıya kaçmış olmasından mustaripti o kadar!..

edinceye dek, odamda bir o yana bir bu yana volta attıracak derecede. Bu krizler sırasında, yeniden uykuya dalabilmemi sağlayacak kadar kaygısız olmayı bir daha asla beceremeyeceğim endişesine kapılıyordum. Mutsuz olduklarını söyleyen insanlara öyle hemencecik inanmayın. Hele önce bir sorun bakalım hâlâ uyuyabiliyorlar mı?.. Yanıt evetse, her şey yolunda demektir. Bu da yeterlidir.

Bu krizler sırasında, yeniden uykuya dalabilmemi sağlayacak kadar kaygısız olmayı bir daha asla beceremeyeceğim endişesine kapılıyordum. Mutsuz olduklarını söyleyen insanlara öyle hemencecik inanmayın. Hele önce bir sorun bakalım hâlâ uyuyabiliyorlar mı?.. Yanıt evetse, her şey yolunda demektir. Bu da yeterlidir.

Seni seviyorum Léon, görmüyor musun seni sevdiğimi, Léon... « Başka bir şey bilmiyordu, o “seni seviyorum”unun dışında. Sanki her derde devaymış gibi.

Epey uzunca bir süre... Ama artık, benim için yeterince aşağılarda değildi, daha fazla inemezdi... Bana yetişemezdi... Bunun için yeterli eğitime ve güce sahip değildi. İnsan yaşamda yükselmez, alçalır. O artık daha fazlasını yapamayacaktı. Benim bulunduğum seviyeye kadar inemeyecekti... Benim çevremde onun dayanamayacağı kadar yoğun bir gece vardı.

Kendi çapımızda yakınlık kurmuştuk... Bir zamanlar birbirimizin dilinden iyi anlamıştık gelin Henrouille’la... Epey uzunca bir süre... Ama artık, benim için yeterince aşağılarda değildi, daha fazla inemezdi... Bana yetişemezdi... Bunun için yeterli eğitime ve güce sahip değildi. İnsan yaşamda yükselmez, alçalır. O artık daha fazlasını yapamayacaktı. Benim bulunduğum seviyeye kadar inemeyecekti... Benim çevremde onun dayanamayacağı kadar yoğun bir gece vardı.

Sözcüklerden asla yeterince sakınmayız, öyle zararsız gibi durur sözcükler, tehlikeli bir halleri falan yoktur elbette, hava cıva, ağızdan çıkan birtakım sesler, etliye sütlüye karışmayan, kulaktan girip beynin o kocaman gevşek gri dokusunun müthiş sıkıntısı tarafından kolayca emilebilen. Onlardan sakınmayız, sözcüklerden, felaketler de öyle gelir zaten.

Sözcüklerden asla yeterince sakınmayız, öyle zararsız gibi durur sözcükler, tehlikeli bir halleri falan yoktur elbette, hava cıva, ağızdan çıkan birtakım sesler, etliye sütlüye karışmayan, kulaktan girip beynin o kocaman gevşek gri dokusunun müthiş sıkıntısı tarafından kolayca

Sözcüklerden asla yeterince sakınmayız, öyle zararsız gibi durur sözcükler, tehlikeli bir halleri falan yoktur elbette, hava cıva, ağızdan çıkan birtakım sesler, etliye sütlüye karışmayan, kulaktan girip beynin o kocaman gevşek gri dokusunun müthiş sıkıntısı tarafından kolayca emilebilen. Onlardan sakınmayız, sözcüklerden, felaketler de öyle gelir zaten.

Evet, bir bakıma öyle, diye yanıtladı... Haklısın. Ama umurumda olmayan, özel olarak sen ya da başkası değil... Bunu bir hakaret olarak algılama sakın!.. Aslında sen iyi kızsın... Ama artık kimsenin beni sevmesini istemiyorum... Midemi bulandırıyor bu benim!..

Duygum sanki yalnızca tatillerde gidilen bir ev gibiydi. Doğru dürüst dayalı döşeli dahi değil. Kaldı ki can çekişenlerin istekleri bitmez. Can çekişmek yetmiyor. Geberirken bir yandan da tadını çıkarmak isterler, yaşamın en alt kademesinde, damarlar üre dolmuşken bile, son hıçkırıklarla hâlâ ille de doyuma ulaşmak gerek.

Gustave ona bir sürü şey anlattı, fazlası var eksiği yok. Olayın nasıl vuku bulduğunu uzun uzadıya tekrarlayıp duruyordu Gustave, oysa önemli olan o değildi ki; yine kelimelerin ayrıntısına boğulmuştuk bile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder