Karşımdakinin kaçakçı ya da hırsız olduğu konusunda hiç
şüphem yoktu; ama ne fark eder? İspanyolların mizacını az çok tanıdığımdan,
beraber yemek yiyip puro içtiğim birinden zarar gelmeyeceğini
kestirebiliyordum. Hatta bizimle beraber oluşu, karşılaşacağımız tehlikelerden
korunacak olduğumuz anlamına da geliyordu. Onun bir haydut olduğunu bilmek
hoşuma gitmişti. Haydutlar her zaman insanın karşısına çıkmaz; yumuşak huylu ve
sakin olduğunu hissettiğin ama aslında tehlikeli birinin yanında olmasının
çekici bir yanı var.
Tekrar bankın üzerine yattım ama hiç gözümü kırpmadım. Kendi
kendime, sırf birlikte jambon ve Valensia usulü pilav yedik diye, bir hırsız ya
da belki bir katili darağacından kurtarmakla iyi yapıp yapmadığımı soruyordum.
Böyle davranarak, kanunlardan yana olan rehberime ihanet etmemiş miydim? Onu
bir hainin intikam hırsıyla karşı karşıya bırakmamış mıydım? Ama ya konuklara
karşı sorumluluk! … “Vahşi olduğu konusunda peşin hüküm giymiş bu eşkıyanın
işleyeceği tüm suçların hesabını vermek zorunda kalacağımı düşünüyordum”...
Yine de tüm bu gerçeklere karşı direnen bu vicdanî içgüdü, önyargının ürünü
müydü?
Cordoba haralarından çıkmış bir kısrak gibi kalçalarını sallayarak
yürüyordu. Benim ülkemde böyle giyinen bir kadın, görenlere istavroz
çıkarttırırdı... Sevilla’da herkes ona aleni laf atıyordu; o ise gözlerini
süzerek, eli belinde, gerçek bir çingene arsızlığıyla, her birine ayrı ayrı
cevap veriyordu. Önce hoşuma gitmedi, işime geri döndüm; ama o, kadınların ve
kedilerin gel deyince gelmeyen, çağırmayınca da gelip sürtünen halleri gibi,
gelip tam önümde durdu ve bana, Endülüs aksanıyla:
Yalan söylüyordu, zaten daima yalan söyledi. Hayatı boyunca
tek bir kere doğruyu söyledi mi bilmiyorum; ama onu dinlerken, bütün
söylediklerine inanırdım: elimde değildi, karşı koyamazdım.
Beni tongaya düşüren, şu an kim bilir nerde hırsızlık yapan
alçak bir çingene için neden kendimi cezalandıracaktım?” Yine de onu düşünmekten
kendimi alıkoyamıyordum. İnanabiliyor musunuz efendim? Kaçarken gördüğüm kaçık
çoraplı bacakları gözümün önünden gitmiyordu. Hapishanenin parmaklıklarından
sokağı izliyordum ama o şeytan kadar güzel bir tane daha kadın yoktu. Hem sonra
suratıma attığı çiçeği kokluyordum, kurumuştu ama hala çok güzel kokuyordu.
Eğer büyücü diye bir şey gerçekten varsa, bu kadın büyücünün teki!
İkimiz kalınca, dans etmeye, deli gibi gülmeye başladı. —
Sen benim erkeğimsin, ben senin kadınınım, diyerek şarkı söylüyordu.
Elimdekileri nereye bırakacağımı bilmediğimden, odanın ortasında, elim kolum
paketlerle dolu dikiliyordum. Her şeyi alıp yere attı, ardından boynuma
sarıldı. — Borcumu ödüyorum, borcumu ödüyorum. Bu Çingenelerin kanunu! ,
diyordu. Ah, efendim, o gün! O günü düşününce inanın yarın asılacağımı bile
unutuyorum.
Bu kızın yanında insanın canı hiç sıkılmaz. Akşam olunca
fener alayını müjdeleyen darbukaların sesi duyuldu. — Karargâha gidip yoklama
yaptırmam lazım, dedim. Küçümseyerek, — Karargâha mı? , diye sordu. Demek ki
sen uysal bir esirsin. Üstündeki bu sarı üniformayla, hem görünüşün hem de
huyun kanaryaya benziyor. Kaderime razı karakola gittim. Ertesi sabah
ayrılıktan bahseden ilk o oldu. — Dinle Joseito; sana olan borcumu ödedim değil
mi? Kanunlarımıza göre, çingene olmadığın için aslında sana borcum yoktu; ama
sen çok iyi birisin, senden hoşlandım. Ödeşmiş olduk. Hoşça kal. Onu bir daha
ne zaman görebileceğimi sordum. Gülerek, — Aptallığın geçtiği zaman, dedi.
Sonra ciddi bir tavırla: — Biliyor musun oğlum, ben seni biraz seviyorum
galiba. Ama bir arada olmamız kediyle köpeğin bir arada olmasından daha uzun
sürmez, geçinemeyiz. Eğer çingene kanunları uygulansaydı, belki senin karın
olurdum. Ama bütün bunlar aptalca: bu mümkün değil. Oğlum, inan bana, ucuz kurtuldun.
Şeytanla tanıştın; şeytan her zaman siyah olmaz, dua et boynunu kırıp seni
öldürmedi. Üstümdeki kuzu postu olabilir ama bu benim koyun gibi davranacağımı
göstermez. Git Meryem adına mum yakıp dua et, seni koruyan o. Bir kez daha
elveda.
Carmen, bana: — Bak oğlum, artık farklı bir şeyler yapman
lazım; ordudan karavana alamayacağına göre hayatını nasıl kazanacağını
düşünmelisin. Hırsız olamayacak kadar aptalsın, ama çevik ve güçlüsün;
cesaretin de varsa, kıyılara gidip kaçakçılık yaparsın. Seni astıracağıma yemin
etmedim mi? Bu kurşuna dizilmekten daha iyi. Zaten, bu işi tutturabilirsen,
prensler gibi yaşarsın; düzensiz ordular gibi uzun süre varlığını
sürdürebilirsin, kıyı nöbetçileri sana elini bile süremez, dedi. Bu şeytan kız,
bu sözleriyle gelecekteki kariyerimi bana göstermiş oluyordu, gerçeği söylemek
gerekirse idamla burun buruna olan biri için tek çıkar yol buydu. Tüm bunları
bir çırpıda söyleyiverdi. Bu tehlikeli ve isyankâr hayat, beni ona yürekten
bağlıyordu. Artık ona karşı duyduğum aşktan emindim. Endülüs’te, at üstünde,
elinde silahı, atının terkisinde aşığı, dağlarda kol gezen kaçakçılardan
bahsedildiğini hep duyardım. Arkamda bu güzel çingeneyle, oradan oraya taban
teptiğimi hayal ettim. Bunu ona anlattığımda, kasıklarını tutarak güldü;
dünyada, karı-kocanın üstü kapalı küçük bir çadırda yalnız kalmasından daha
güzel bir şey olamayacağını söyledi. — Seni yanımda dağlara götürürsem, ne
yaptığından da emin olurum, dedim. Orda benimle paylaşacağın teğmenler
olmayacak. — Ah! Ne kadar kıskançsın, dedi. Ne yazık. Çok aptalsın. Senden hiç
para istemediğime göre seni sevdiğimi görmüyor musun? Böyle konuştuğu
zamanlarda, onu boğazlayacağım geliyordu.
Carmen önden gitmişti. Şehre gireceğimiz en uygun zamanı
bize yine o söyledi. Bu ilk işimiz ve bunu takip eden birkaçı gayet iyi geçti.
Kaçakçılığı askerlikten daha çok sevmiştim; Carmen’e hediyeler alıyordum. Param
ve sevgilim vardı. Başka bir isteğim yoktu; Çingenelerin dediği gibi “Uyuzu
seven kaşınmaz”. Gittiğimiz her yerde çok iyi karşılanıyorduk; ortak iş
yaptığımız arkadaşlar bana iyi davranıyordu, itibarım iyiydi. Bunun sebebi
herhalde adam öldürmüş olmamdı, grupta benden başka kimsenin böyle bir
kahramanlığı yoktu. Ama yeni hayatımda beni en çok mutlu eden, Carmen’i sık sık
görüyor olmaktı. Bana hiç olmadığı kadar çok yakınlık gösteriyor; yine de
arkadaşlarımızın önünde sevgilimmiş gibi davranmıyordu; hatta bu konuyla ilgili
kimseye bir şey söylememem için bana bildiğim bütün yeminleri ettirmişti. Bu
yaratığın karşısında nasıl da zayıftım, bütün kaprislerine boyun eğiyordum. İlk
defa namuslu kadınmış gibi davranıyordu, ben de bütün saflığımla geçmişte
yaptığı hatalardan artık vazgeçtiğini düşünüyordum.
Bir arkadaş daha aramıza katılacak, dedi. Carmen iyi iş
başardı, kocasını Tarifa zindanlarından kurtarmış. Ekiptekilerin neredeyse
hepsinin bahsettiği çingeneyi tanımıştım, bu kocası lafı beni titretti.
Kaptana: — Nasıl! Kocası mı var? Yani evli miydi? , diye sordum. — Evet,
kendisi kadar uyanık, Tek Göz Garcia ile evli, diye cevap verdi. Zavallı çocuk
kürek mahkûmuydu. Carmen zindandaki doktoru öyle bir eğlemiş ki, kocasını
serbest bıraktırmış. Ah! Bu kız ağırlığınca altına bedel. İki yıldır onu oradan
kurtarmaya çalışıyordu. Zindandaki binbaşı değişene kadar ne yaptıysa
başaramamıştı. Yenisiyle çarçabuk anlaştığı aşikârdı.
Carmen yanıma çömeldi, ara ara şarkı mırıldanıp darbukasını
tıngırdatıyordu. Sonra sanki kulağıma bir şey söyleyecekmiş gibi yanıma
sokulup, istemememe rağmen, iki üç defa öptü. — Sen şeytanın ta kendisisin,
dedim. — Evet, öyleyim, diyerek cevap verdi.
Carmen, — Aşkım, diyordu. Buradaki her şeyi kırıp döküp, evi
yakmak, dağlara kaçmak istiyorum. Bu aşk ateşiydi! ... sonra gülücükler! ...
dans ediyor, elbisesinin fırfırlarını kopartıyordu: bir maymun bile bu kadar
hoplayıp zıplayamaz, suratını şekilden şekle sokamaz, şeytanlık yapamazdı.
Tekrar ciddiyetini takınınca, — Dinle, dedi. Çingeneler söz konusu. İngiliz’den
beni Ronda’da kalan rahibe kız kardeşimin yanına götürmesini istedim… (yeniden
kahkahalar attı) Sana nerden gideceğimizi bildireceğim. Geçerken üstüne
çullanırsınız! En iyisi onu oracıkta öldürmek olur ama ne yapmak lazım biliyor
musun? –Benzer durumlarda yüzünde gördüğüm bu şeytani gülüş kimsede yoktur-.
İlk önce Tek Göz üstüne atılsın. Siz biraz geride kalın; adam çok güçlü: iyi
silahları var… Anlıyor musun? Attığı yeni kahkaha ile ürperdim. — Hayır, olmaz,
dedim. Garcia’dan nefret ediyorum ama yine de arkadaşız. Bir gün seni ondan
kurtaracağım ve bu ülkeme yaraşır şekilde olacak. Ben tesadüflerle çingene
oldum; ama aslım Navarralı, dürüst bir Navarralı olarak hareket edeceğim. — Sen
bir salaksın, gerçek bir aptal. Daha uzağa tükürdüğünde boyunun uzayacağını
sana cüceye benziyorsun. Beni sevmiyorsun sen, defol. Bana “Defol” dediğinde,
çekip gidemedim
Garcia’yı gömdük, çadırımızı mezarından uzağa taşıdık.
Ertesi gün, Carmen ve İngiliz, iki katırcı ve bir hizmetçiyle geçiyorlardı.
Dancaïre’e: — İngiliz’i bana bırak, dedim. Sen diğerlerini korkut, silahlı
değiller. İngiliz iyi dövüşçüydü. Carmen kolundan itmiş olmasa beni
öldürecekti. Özetle, o gün Carmen’in gönlünü yeniden fethettim, ona söylediğim
ilk söz ise artık dul kaldığıydı. Bunu duyunca: — Sen tam bir budalasın! ,
dedi. Garcia seni öldürebilirdi. Senin Navarra usulü kendini savunmaların tam
bir saçmalık, dövüş konusunda senden üstün bir adamı öldürdüğüne göre, onun
vadesi dolmuş demek ki; elbet seninki de bir gün dolacak.
Carmen’i aradım, çabucak buldum. Bana açıkça: — Biliyor
musun, gerçekten erkeğim olduğundan beri seni, aşığım olduğun zamanlardakinden
daha az seviyorum, dedi. İşkence çekmek istemiyorum, kimseden emir almak
istemiyorum. Özgür olmak, canım ne istiyorsa onu yapmak istiyorum. Sabrımı
taşırma. Eğer canımı biraz daha sıkarsan, Tek Göz’e yaptıklarının aynısını sana
yapacak birini bulurum. Dancaïre bizi barıştırdı. Ama birbirimize yutulması zor
laflar ettiğimizden, artık eskisi gibi yakın değildik.
Carmen’e bu matadorla nasıl ve ne sebeple tanıştığını
sordum. — Birlikte iş yapabileceğimiz bir çocuk, diyerek cevap verdi.
Yarışlarda bin iki yüz real kazandı. Yapılacak iki şey var: bunlardan birincisi
elindeki bu parayı ondan almak olabilir; diğeri ise, hem iyi binici hem de
cesur olduğuna göre onu bizim gruba katabiliriz. Arkadaşlarımız öldü, onların
yerine geçecek yenilerini bulmamız lazım. Bence onu düşünebiliriz. — Onun ne
parasını ne de kendisini istemiyorum, dedim. Onunla bir daha konuşmanı da yasaklıyorum.
— Kolla kendini, dedi; mademki bana yasak koyuyorsun, yakında ben bu yasağı
delmiş olurum! Haberin olsun!
Carmen! Carmen’im! Gel izin ver ikimiz de ölmekten
kurtulalım. — José, benden imkânsızı istiyorsun. Seni artık sevmiyorum; sen,
beni sevmeye devam ettiğin için beni öldürmek istiyorsun. Sana hala yalanlar
uydurabilirim; ama artık acı çekmek istemiyorum. Erkeğim olarak, beni öldürmeye
hakkın var. Carmen daima özgür olacak; Çingene doğdum, Çingene olarak öleceğim.
— Peki, Lucas’ı seviyor musun? , diye sordum. — Evet, bir zamanlar, onu da seni
sevdiğim gibi sevdim, belki senden biraz daha az. Ama şu anda kimseyi sevmiyorum,
seni sevdiğim için kendimden nefret ediyorum. Ayaklarına kapanıp, elini tuttum;
gözyaşlarım ellerini ıslatıyordu. O an, ona birlikte geçirdiğimiz bütün mutlu
anları hatırlattım. Onun hoşuna gidecekse haydutluğa devam etmeye hazır
olduğumu söyledim. Her şeyi, efendim, her yolu denedim. Ona beni sevmesi
şartıyla her şeyi vaat ettim! — Hala seni sevmek mi, bu imkânsız. Artık seninle
yaşamak istemiyorum. Öfke nöbetine tutulmuştum. Bıçağımı çektim. O an korkup
benden merhamet dilemesini bekledim, ama bu kadın gerçek bir iblisti. — Son kez
soruyorum, benimle kalmak istiyor musun? Tepinircesine, — Hayır! Hayır! Hayır!
, dedi. Ona hediye ettiğim parmağında taşıdığı alyansı çıkarıp çalılıklara
fırlattı. Bıçağı iki kere sapladım. Benimki kırıldığı için Tek Göz’ün bıçağını
almıştım. İkincisinde ses çıkartmadan yere yığıldı. Hala iri gözleriyle bana
bakıyordu; sonra gözleri kaydı ve kapandı. Yanında çöküp kaldım. Sonra,
Carmen’in öldüğünde bir ormana gömülmek istediğini söylediğini hatırladım.
Bıçağımla bir çukur açtım, onu bu çukura koydum. Uzun süre etrafta yüzüğünü
aradım, sonunda buldum. Yüzüğü de çukura, küçük bir haçla, yanına gömdüm. Belki
bunu yapmaya hakkım yoktu. Daha sonra atıma binip dörtnala Cordoba’ya sürdüm,
ilk karakola teslim oldum. Carmen’i öldürdüğümü söyledim; ama cesedinin nerede
olduğunu söylemek istemedim.
==========
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder