12 Ağustos 2019 Pazartesi

Tan Kızıllığı


Bu kitapta bir "yeraltı çalışanını" bulacaksınız; burgulayan, kazan, toprağın altını oyan bir kimseyi. Onu ancak böyle bir dip çalışmasını görecek gözleriniz varsa görebilirsiniz: Işığın ve havanın her uzun süreli eksikliğiyle birlikte ortaya çıkan sıkıntı, kendini aşırı derecede göstermeden ne denli yavaş, ihtiyatlı ve yumuşak bir inatçılıkla ilerliyor o. Kendisinin bu karanlık işinden memnun olduğunu söyleyebilirsiniz. Ona bir inan yol gösteriyor, bir teselli ödüllendiriyor gibi gözükmüyor mu? Belki de kendi uzun karanlığının olmasını istiyor, anlaşılmazlığının, gizliliğinin, gizemliliğinin. Çünkü kendisinin neye sahip olacağını da biliyor: kendi sabahına, kendi kurtuluşuna, kendi tan kızılına?... Mutlaka geri dönecek. Ona aşağıda ne yaptığını sormayın. Görünürdeki bu Trophonios ve yeraltılı yeniden "insan olunca" size onu kendisi söyleyecek. Onun gibi bu kadar uzun süreyle köstebek olunca insan, yalnız olunca, susma alışkanlığını tümden yitiriyor...

Kant'ın masum diliyle ifade edelim dersek; kendisi onu "majestik ahlaksal yapıya düz ve sağlam bir zemin" hazırlamak için kendine ait "pek o kadar da parlak olmayan, ama yine de yararlı" bir görev ve iş olarak nitelendirir (Saf Aklın Eleştirisi II, s. 257). Ah, bununla başarılı olamadı, tam tersi oldu!... Bugün bunu söylememiz gerekiyor. Kant bu coşkulu amacıyla diğer çağlardan daha coşkulu sayılabilecek çağının en uygun çocuğuydu: Bereket versin ki o çağın değerli yanlarıyla da ilişkisi olmuştur (Örneğin kendi bilgi kuramına aldığı iyi bir duyumculuk parçasıyla). Onu da bir ahlak tarantulası olan Rousseau sokmuştu, onun ruhunun derinliklerinde de ahlaksal fanatizm düşüncesi yatıyordu, infazcısı ise kendisini bir başka genç Rousseau olarak hisseden ve açıklayan kişi, yani Robespierre'di,

Böyle bir kitap, böyle bir sorun aceleye getirilmez; bunun da ötesinde, ikimiz de lento'nun arkadaşlarıyız, hem ben, hem de kitabım. Boşuna filolog olmadım, belki de hala öyleyimdir, yavaş okumayı öğreten demektir bu: — sonunda yavaş yazmaya da başladım. Şimdi artık bu bende sadece alışkanlık haline gelmiş değil, bandan zevk de alıyorum... acaba kötü bir zevk mi?... "Acelesi olan" her tür insanı şüpheye düşürmemek için daha fazla yazmamalı. Filoloji esasen saygıdeğer bir sanattır, kendisini bu sanata adayanlardan başlıca bir şey ister: yol vermek, kendine zaman tanımak, sessiz ve yavaş olmak... kelimenin bir kuyumcusu ve uzmanı olarak, tümüyle ince, titizlikle yapılan işi bitirmek zorundadır ve eğer onu lento'ya ulaştıramamışsa, hiçbir şeye erişememiş demektir. Özellikle bu nedenle filoloji bugün, her zaman olduğundan daha gereklidir. İşte bu sayede bizi şiddetle kendine çekiyor ve büyülüyor, bir "iş" çağının ortasında şunu söylemek istiyor: Her şeyin "işini hemen bitirmek" isteyen telaş, gereksiz ve terletici acelecilik, eski ve yeni kitabın da canına okumak ister: — Kendisi hiçbir şeyi öyle kolay bitiremiyor, iyi okumayı öğretiyor, yani yavaş, derin, ihtiyatlı, özenli, art niyetle, açık bırakılmış kapılarla, narin parmaklarla ve gözlerle okumayı... Sabırlı dostlarım, bu kitap kendisi için yetkin okurlar ve filologlar diliyor: Beni iyi okumayı öğrenin!

İşte o çile çekmenin erdem, ikiyüzlülüğün erdem, intikamın erdem, vahşetin erdem, aklın inkarının erdem, buna karşın kendini iyi hissetmenin tehlike, öğrenme hırsının tehdit, barışın tehlike, acımanın tehlike, merhamet görmenin küfür, işin küfür, çılgınlığın tanrısallık, değişimin ahlaksızlık ve bozulma emaresi sayıldığı çağda! — Siz bunların hepsinin değiştiğini ve insanlığın böylece kendi karakterinde yanılmış olması gerektiğini mi sanıyorsunuz? Ah siz insan sarrafları, kendinizi daha iyi tanıyın!

İnsanüstü Tutkular Bakımından İnançtaki Değer. — Evlilik kurumu, bir tutku olmakla birlikte, yine de süreklilik yeteneği olduğu için aşkın, sürekli, yaşam boyu aşkın, kural olarak konulabileceği inancını ısrarla ayakta tutar. Her ne kadar, çok sıklıkla ve normal olarak hemen hemen hep çürütülse ve böylelikle birpia fraus ise de, bu soylu inancın direnişi sayesinde evlilik aşka yüksek seviyede bir asalet verir. Bir tutkunun devamlılığına ve sorumluluğuna inanç hakkı tanıyan bütün kurumlar, tutkunun doğasına aykırı olarak, ona yeni bir mevki verdiler: Ve kim bundan böyle bir tutkuya kapılırsa, eskiden olduğu gibi bu sayede aşağılandığına veya tehlike karşısında olduğuna değil, kendisinin ve kendi gibilerin gözünde yüceldiğine inanır. Bir anlık ateşli bağlılıktan sonsuz bağlılığı, geçici öfkeden sonsuz intikamı, umutsuzluktan sonsuz kederi, ani ve bir defalık bir sözden sonsuz bağlılığı çıkaran kurumları ve töreleri düşünün. Böyle bir değişimle her seferinde dünyaya birçok yalan ve riya geldi. Her seferinde de ve bunun karşılığı olarak yeni bir insanüstü kavram, insanı yücelten kavram geldi.

Duygular ve Bunların Yargılar Bakımından Kökeni. — "Duygularına güven!" — Ama duygular hiç de en son, en kökensel şeyler değildir. Duyguların arkasında bize duygular biçiminde (sempatiler, antipatiler) kalıtım yoluyla gelmiş olan yargılar ve değerlendirmeler bulunur. Duygudan kaynaklanan ilham bir yargının torunudur... ve çoğunlukla yanlış bir yargının! — Ve her halükarda senin çocuğun değil! Duygularına güvenmek... bu, büyükbabasına ve büyükannesine ve onların büyükanne ve babalarına içimizdeki tanrılardan daha çok itaat etmemiz anlamına gelir: aklımıza ve deneyimimize.

insan bir şeyi araştırıp ortaya çıkarmayı bilmediği yerde, yaratmayı öğrendi.

—Schopenhauer hakkında, haklı olarak, insanlığın acılarını nihayet yeniden ciddiye aldığı söylenir. Bu acılara karşı panzehiri sonunda ilk kez ciddiye alan ve duyulmamış sahte hekimliği zincire vuran kişi nerede?

Hastalık Üzerine Düşünceler! — Hastanın kuruntusunu yatıştırın ki, en azından şimdiye kadar olduğu gibi hastalığından çok, hastalığıyla ilgili düşüncelerinden dolayı acı çekmesin... bu da bir şeydir diye düşünüyorum! Ve bu az bir şey değil! Görevimizi şimdi anlıyor musunuz?

"Yollar". — İnsanlığı büyük tehlikelere sokan hep sözde "kısa yollar" oldu; daha kısa bir yolun bulunduğu haberinin sevinciyle hep yolundan ayrılıyor... ve yolunu kaybediyor.

==========

Avrupalı Olmayan ve Soylu Olmayan. — Hıristiyanlıkta biraz doğululuk, biraz kadınsılık var: "Tanrı kimi severse onu terbiye eder" düşüncesi bu görüşü açığa vuruyor. Çünkü doğuda kadınlar döverek cezalandırılmalarına ve kendilerinin dünyaya karşı katı şekilde kapalı tutulmalarına kocalarının sevgilerinin bir göstergesi olarak bakarlar ve bu göstergeler olmazsa şikayetçi olurlar.

Bir Teklif— Eğer benimiz, Pascal'a ve Hıristiyanlığa göre, hep nefret edilmeye değer ise, nasıl olur da onu başkalarının sevmesine izin verip, kabul edebiliriz... bu başkası ister tanrı olsun, ister insan! Sadece nefreti hak ettiğini bile bile başka savunucu duygulardan söz etmemek için kendini sevdirmek, yakışık almaz. —"Ama aslında bu, merhamet alanına girer."— Öyleyse sizin yakınınıza karşı duyduğunuz sevgi bir merhamet mi? Acımanız merhamet mi? Şimdi, eğer bu sizin için mümkünse, o zaman bir adım daha atın: Kendinizi merhametten ötürü sevin. — O zaman tanrınıza hiç ihtiyacınız kalmaz ve içinizde günaha girmekle ve kurtuluşla ilgili dramın tümü son bulur!

Bir aziz müminler arasına girmişti ve onların günahtan sürekli nefret etmelerine artık katlanamıyordu. Sonunda şunları söyledi: "Tanrı her şeyi yarattı, sadece günahı yaratmadı. Ona yeltenmemiş olması büyük mucize değil mi? — Ama insan günahı yarattı. — Ve o, bu tek çocuğunu reddetmeliydi, çünkü günahın büyükbabası olan tanrının hoşuna gitmiyordu! Bu insani midir? Bütün onurlar, onuru hak edene! — Ama kalp ile görevin önce çocuğun lehine konuşmaları gerekiyordu... ve ondan sonra ikisi birlikte büyükbabanın onuru için!"

Tahminlerini dogmalar gibi cüretle ortaya koyup, İncil'in her hangi bir yerini yorumlarken nadiren dürüstçe sıkılganlık gösteriyorlar. Her seferinde: "Haklıyım çünkü burada yazılı", diyorlar... ve bunu arkadan utanmazca yapılan yorum izliyor; bunu bir filolog duyduğu zaman öfke ile gülme arasında kalıp defalarca kendine soruyor: Bu mümkün mü? Bu dürüst mü? Bu gerçekten yakışık alır mı? — Bu doğrultuda hala Protestan minberinden ne namussuzluklar yapılıyor, vaiz nasıl da kimsenin sözünü kesmemesinin avantajını terbiyesizce sömürüyor, burada olduğu gibi İncil nasıl da oradan buradan kırpılıp, her türlü berbat okuma sanatı ile halka öğretiliyor. Bunu sadece ya hep kiliseye giden ya da hiç gitmeyen kimse küçümser.

merhamete ihtiyacı olan kimseyse, bunlar onun artık yakınları değil. — Bütün dinlerde, eski, gelişmemiş bir bir insan zekasının ürünü olma özelliği var.., hepsi gerçeği söyleme yükümlülüğünü şaşılacak derecede hafife alıyor. Tanrının insanlığa karşı gerçekten ne gibi görevi olduğu ve bunu açık seçik olarak bildirmesi konusunda henüz hiçbir şey bilmiyorlar.

Ve korkan birisi gibi, gücü yettiği kadar bağıra bağıra konuşuyordu.

Vaktiyle tanrının olmadığı kanıtlanmaya çalışılıyordu... bugün tanrının olduğu inancının nasıl ortaya çıkabildiği ve bu inancın neyle ağırlık ve önem kazandığı gösteriliyor. Böylece tanrının olmadığı konusunda karşı kanıta gerek kalmıyor. — Eskiden ortaya konan "tanrının varlığının kanıtları" çürütüldüğü zaman, bu çürütülenlerden daha iyi deliller bulunamaz mı diye hala bir şüphe vardı. Eskiden ateistler işi kesin bir şekilde çözmeyi bilmiyorlardı.

Hepimizin Akılsızlığı Nerede Yatıyor. — Biz hala yanlış dediğimiz yargılardan, artık inanmadığımız öğretilerden sonuçlar çıkarıyoruz... duygularımızla.

Düşündürücü. — Sadece gelenek olduğu için bir inanca bağlanmak... bu elbette namussuz olmak, korkak olmak, tembel olmak demektir! — Öyleyse, ahlaklılığın ön koşuluna namussuzluk, korkaklık ve tembellik olmuyor mu?

haklı ve her halükarda genel olarak çok yararlı olduğunu anlamazlıktan gelmek istemem. — Yani ahlaklılığı, simyayı reddettiğim gibi reddediyorum; daha doğrusu, onların önkoşullarını reddediyorum. Bu, önkoşulların olduğuna inanan ve ona göre davranan simyacıların var olduğunu inkar ettiğim anlamına gelmez. — Ahlaksızlığı da inkar ediyorum: Çok sayıda insanın kendisini öyle hissettiği için değil, kendisini böyle hissetmek için gerçekten bir neden bulunduğu için. Kendiliğinden anlaşılacağı gibi — deli olmamam önkoşuluyla — ahlaksız denilen birçok eylemin engellenmesi ve bunlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini inkar etmiyorum, keza ahlaklı olduğu ifade edilen şeylerden birçoğunun yapılıp, teşvik edilmesi gerektiğini de inkar etmiyorum... ama ben, birinin olduğu gibi öbürünün de şimdiye değin olduğundan farklı nedenlerden dolayı yapılması gerektiğini düşünüyorum. Farklı şekilde düşünmeyi öğrenmek zorundayız... sonunda, belki çok geç, ama çok fazlasına erişelim diye: farklı hissedelim diye.

Değer Vermelerimiz. — Bütün eylemler onlara verilen değerlere dayanırlar. Saygı duymalarımızın hepsi ya kendimize aittir ya da başkalarından edinilmiştir... edinilmiş olanlar büyük ölçüde daha fazladır. Niçin onları ediniriz? Korkudan. yani, bize aitmiş gibi davranmayı daha yararlı görürüz... ve kendimizi bu bozulmaya öylesine alıştırırız ki, sonuçta bizim karakterimiz haline gelir. Kendimizin değer vermesi: Bu, bir şeyin sadece bize verdiği keyif veya keyifsizlik göz önünde tutulup, başkalarına verdiği keyif veya keyifsizliğin dikkate alınmaması suretiyle ölçülmesi demektir... çok olağanüstü bir şey!

Sahte Bencillik. — Çoğu insan 'egoizm" hakkında ne düşünürse düşünsün, ne söylerse söylesin, yine de yaşamı boyunca egosu için hiçbir şey yapmaz, tersine, sadece çevresindekilerin kafalarında kendi hakkında oluşmuş ve onlara bildirmiş olan ego hayaleti için yapar... bunun sonucu olarak bu tür insanların hepsi şahsına ait olmayan, yarı şahsi fikirlerin ve keyfi, sanki şiirsel değerlendirmelerin sisi içinde yaşar; biri ötekinin kafasında, öteki kafa da başka kafaların içinde. Kendine sakin bir görünüm vermeyi başaran fantezilerin harika dünyası! Bu fikirler ve alışkanlıklar sisi, sardığı insanlardan hemen hemen tamamen bağımsız olarak gelişir ve yaşar. içinde "insanlar" hakkındaki genel yargıların müthiş etkisi bulunur... kendilerine yabancı olan bütün bu insanlar, kansız soyutluk olan "insana", yani bir kurguya inanırlar. Ve bu soyutlamada yapılan her değişiklik, bazı güçlülerin kararlarıyla (hükümdarlar ve filozoflar gibi) olağanüstü ölçüde ve akıldışı derecede büyük kitleleri etkiler... bütün bunlar, bu çoğunluk içinde her bireyin gerçek, kendisi için erişilebilir olan ve kendisi tarafından kurulan bir egoyu, genel, kişisel özelliği olmayan kurguya karşı koruyamayıp onu böylece yok edememesinden kaynaklanır.

Eğer birey mutluluk isterse, ona mutluluğa giden yolu gösterecek bir yönetmelik verilmez. Çünkü bireysel mutluluk başkalarının bilmediği, kişisel kanunlardan çıkar, dışarıdan gelen yönetmeliklerle sadece engellenip, kös teklenir.

Her bilinçli yaratığın (hayvan, insan, insanoğlu vs.) gelişimi sırasında taşıdığı bilinçsiz amacının "en yüce mutluluk" olduğu doğru değildir. Daha ziyade, gelişmenin her basamağında özel ve mukayese edilemez, ne yüksek ne alçak, tersine kendine özgü bir mutluluğa ulaşır. Gelişme mutluluk istemez. Gelişme, gelişme ister, başka bir şey değil. — Eğer insanlığın genel kabul gören bir amacı olsaydı, "şöyle ve böyle davranılmak zorunda" diye öneride bulunmak mümkün olurdu. Şimdilik böyle bir amaç yok. Yani ahlakın talepleri, insanlıkla bir ilişkiye sokulmamalı; böyle bir şey akılsızca ve ciddiyetten uzak olur. — İnsanlığa bir amaç önermek bambaşka bir şeydir: O zaman amaç bizim arzumuza göre düşünülmüş bir şey olur. Önerilen şeyin insanlığın hoşuna gittiğini varsayalım. Bunun üzerine insanlık, kendine de aynı şekilde arzuya dayanan bir ahlak yasası koyabilir. Ama ahlak yasası şimdiye dek arzunun üstünde olmak zorundaydı. İnsan esasen kendisine böyle bir yasa koymak istemiyordu. Tersine, onu bir yerden almak ya da bir yerde bulmak ya da onun bir yerden kendisine emir olarak verilmesini istiyordu.

Hapishanede. — Gözüm, ister güçlü olsun ister zayıf, sadece belirli bir uzaklığı görür. Ve bu belirli uzaklığın içinde yaşayıp dokurum, bu ufuk çizgisi, kaçamadığım şimdiki büyük ve küçük alın yazımdır. Her yaratığın çevresinde yaratığa özgü, orta noktası olan içbükey daire var. Buna benzer bir şekilde, kulağımız da bizi küçük bir alana hapseder, benzer bir şekilde dokunma duygumuz da. Hapishane duvarları gibi, her birimizin içine duyularını hapsettiği bu ufuklara göre dünyayı ölçer bunu yakın, onu uzak, bunu büyük, onu küçük, bunu sert ve onu yumuşak diye adlandırırız. Bu ölçme işine duyumsama deriz... bunların hepsi, hepsi hatadır! İnsan herhangi bir zaman noktasında bizim için mümkün olan ortalama yaşantı ve tahrik (uyarım) miktarına göre yaşamını uzun veya kısa, fakir ya da zengin, dolu ya da boş olarak ölçüyor. Ve diğer bütün yaratıkların ömrünü ortalama insan ömrüne göre ölçüyor... bunların hepsi, hepsi yanlıştır! Eğer yakın mesafe için yüz kat daha keskin gözlerimiz olsaydı, insanlar bize aşırı derecede uzun görünürlerdi; evet, organlar öyle düşünülebilirdi ki, o organları sayesinde insan ölçülemez olarak duyumsanabilirdi. Öte yandan organlar öyle yaratılmış olabilirdi ki, bütün güneş sistemi daralmış ve bir tek hücre gibi sıkışmış olarak da duyumsanabilirdi. Ve karşıt düzenin yaratığı önünde, insan vücudunun bir hücresi kendini devinim, yapı ve uyum içindeki bir güneş sistemi olarak gösterebilirdi. Duyularımızın alışkanlıkları bizi duyumsamanın yalan dolanına sardı. Bunlar tekrar bizim bütün yargılarımızın ve "bilgilerimizin" dayanağı... gerçek dünyaya tümden kaçış, sığınma ve sızma yolu yok! Ağımızın içindeyiz, birer örümcek olan bizler ve ne yakalarsak yakalayalım, ağımıza takılandan başka bir şey yakalayamayız.

—Geçenlerde öğleden önce saat on birde hemen önümde bir adam yıldırım çarpmışçasına birdenbire doğruca yere yıkıldı. Çevredeki kadınlar çığlık attılar; ben ise onu ayağa kaldırıp, tekrar konuşana kadar bekledim... bu sırada, yüzümdeki hiçbir adale hareket etmedi, hiçbir şey hissetmedim, ne korku, ne merhamet, tersine, yapılması gerekeni yaptım ve soğukkanlı bir şekilde oradan uzaklaştım. Bana bir gün önceden sabah saat on birde birisinin yanımda bu şekilde yıkılacağının söylendiğini varsayalım... önceden bin bir türlü acıyla kıvranırdım, gece uyuyamazdım ve belki de en önemli anda ona yardım edecek yerde o adam gibi olurdum. Yani bu arada bütün olası dürtülerin olayı düşünüp yorumlamak için zamanı olurdu.— Yaşantılarımız nedir? İçine koyduğumuzun içinde bulunandan daha çok oluşudur! Ya da esasen içinde hiçbir şey yoktur mu demeli? Başından geçmek için hayal kurmak mı demeli?

Merhamet Edilmek. — Başkasının merhamet etmesi düşüncesi vahşilerde ahlaksal dehşet uyandırır: Bu gibi durumlarda insan bütün erdemlerden yoksundur. Merhamet bahşetmek, aşağılamak gibi bir şeydir: İnsan aşağılık bir yaratığı acı çekerken görmek istemez, bu ona zevk vermez. Buna karşın insanın eşdeğer gururlu olarak kabul ettiği ve işkence altında gururundan vazgeçmeyen bir düşmanı acı çekerken görmek ve esasen merhamet dilemeyi reddeden, yani en utandırıcı ve derin aşağılamalarda bulunan her yaratığı görmek... işte bu zevklerin zevkidir, bu sırada vahşi kişinin ruhu hayranlığa dönüşür: Sonunda, eğer eline geçirirse, böyle cesur bir yaratığı öldürür ve ona, inatçı düşmana, son şerefini teslim eder: Bağırıp çağırsaydı, yüzündeki soğuk alaycı ifadeyi kaybetseydi, kendini aşağılık bir şekilde gösterseydi... o zaman, bir köpek gibi yaşamasına izin verilirdi.., artık ıstırabını seyredenlerin gururunu tahrik etmez ve hayranlığın yerini merhamet etme alırdı.

Merhamet etme, zevki barındıran ve üstünlüğü küçük dozlarda tattıran bir duyum olarak intihara karşı panzehirdir:

==========

İnsan artık kendisini kötü olarak kabul etmezse, kötü olması da sona erer!

Thukydides'in nesinden hoşlanıyorum, ne yapmış ki ona Platondan daha fazla saygı duyuyorum? O bütün insan tiplerinde ve olaylarda en geniş ve en doğal neşeyi buluyor ve her tipin bir miktar iyi akla sahip olduğuna inanıyordu: bunu keşfetmeyi deniyor. Platon'dan daha büyük pratik adaleti var; hoşuna gitmeyen ya da kendisine yaşamda acı veren insanlara ne iftira eder, ne de onları küçültür. Tam tersine: Sadece tipleri görmek suretiyle bütün şeylerin ve insanların içine bazı yüce şeyler koyup, onlardan söz ediyor; eserini adadığı sonradan gelen bütün kuşaklar, tipik olmasaydı onunla ortaya ne koyarlardı!

Eskiden babaları eleştirmek, ahlaksızlık sayılırdı: Şimdi genç idealistler bununla işe başlıyorlar.

Olanaklı Bir Gelecekten. — Suçlunun kendini ihbar ettiği, toplum önünde kendi cezasını kendisinin verdiği, kendi yaptığı yasaya böylece saygı duymanın gururuyla kendi kendini cezalandırıp gücünü kullandığı, yasa koyucunun gücünü kullandığı bir durum düşünülemez mi? İnsan bir kez bir suç işleyebilir ama gönüllü ceza ile suçunu yener açık sözlülük, büyüklük ve ağırbaşlılıkla sadece suçu silmez, bir de toplum yararına iş yapar. — Bu olanaklı bir geleceğin suçlusu olurdu elbette ki geleceğin yasa koyuculuğunu şart koşardı, şu temel düşünceyle: "Sadece kendi koyduğum yasa önünde eğilirim, büyük küçük her şeyde." Daha birçok denemenin yapılması gerek! Daha birçok geleceğin gün ışığına çıkması gerek!

Antik devir insanlarının gençlerini eğittikleri şeyden biz bir şey öğrendik mi? Onlar gibi konuşmayı, onlar gibi yazmayı öğrendik mi? Konuşma eskriminde, eytişimde düzenli alıştırma yaptık mı? Onlar gibi güzel ve mağrur yürümeyi, güreşmeyi, atmayı, yumruklaşmayı öğrendik mi? Bütün Yunanlı filozofların uygulamalı asketliğinden bir şey öğrendik mi? Bir tek antik erdemin alıştırmasını antik devir insanlarının yaptıkları şekilde yaptık mı? Eğitimimizde esasen ahlak üzerine düşünmeyi ihmal etmedik mi, ve daha da fazlası bu düşüncenin olası bir eleştirisini ihmal etmedik mi, bu ya da şu ahlakla yaşamaya ilişkin cesur ve katı denemeler üzerine konuşmayı ihmal etmedik mi? İçimizde antik devir insanları için modern insanlarda olduğundan daha yüce olan bir duygu uyandı mı? Günün, yaşamın bölüşümü ve yaşamın amaçları antik ruhla bize gösterildi mi? Eski dilleri de hiç yaşayan dilleri öğrenir gibi öğrendik mi... yani konuşmak ve rahat ve güzel konuşmak için? Hiçbir yerde gerçek bir yetenek, bu çileli yılların sonucu olarak yeni bir yeti yok! Tersine, sadece eskiden insanların ne yapabildiklerine, ne ye güçlerinin yettiğine dair bilgi! Ve nasıl bir bilgi! Yıllar geçtikçe çok basit ve dünyaca tanınan, önümüze serilmiş görünen Yunan ve antik olan bütün varlıkların çok zor anlaşılmakta olduğunu, evet hemen hemen bunlara nüfuz edilemediğini, ve yine antik insanlar hakkında konuşurken yapılan alışılmış hafifliklerin ya hafiflik ya da eski düşüncesizliğin kalıtımsal küstahlığı olduğunu daha iyi anlıyorum.

Hakikatin En Kişisel Soruları. — "Yaptığım bu şey aslında nedir? Ve bununla ben ne yapmak istiyorum?" — Bu, bizim şimdiki eğitim tarzımızda öğretilmeyen, dolayısıyla sorulmayan hakikatin sorusudur; onun için vaktimiz yok. Buna karşın çocuklarla hakikati değil, muziplikleri konuşmak, anne adayı kadınlarla hakikatleri konuşmak yerine iltifat etmek, gençlerle hakikatleri değil geleceklerini ve eğlencelerini konuşmak... bunlar için her zaman vakit ve heves var!

hepsi, yer değişikliğinin, iklim değişikliğinin, komşuların törelerinin değişmesinin ve ezenlerin değişmesinin insanı eğittiği özgürlükçü bir düşünceye ve hatta ruha sahiptirler; bütün insani ilişkilerde en geniş deneyime sahip olup ihtiraslarında bile bu deneyimin verdiği temkinle hareket ederler. Zihinsel kıvraklık ve kurnazlıklarından o kadar emindirler ki, hiçbir zaman, hatta en zor durumlarda bile, fiziksel güç kullanarak, kaba işçi, hamal ve tarım kölesi olarak ekmeklerini kazanmaya ihtiyaç duymazlar. Davranışlarından, ruhlarına şövalyece asil duyguların hiçbir zaman verilmediği, vücutlarına güzel silahların takılmamış olduğu anlaşılıyor:

Bir Almanın büyük şeyler yapma yeteneği var, ama bunları yapma olasılığı yoktur: Çünkü, tembel ruhların hoşlandığı gibi, yapabildiği her yerde itaat eder. Yalnız kalma ve uyuşukluğunu üzerinden atma mecburiyetiyle karşı karşıya getirilirse, onun için bir meblağın rakamı olarak yok olmak artık mümkün değilse (Bu özelliği bakımından bir Fransız ya da İngiliz kadar değerli değildir)... o zaman gücünü keşfeder: Bundan sonra tehlikeli, kötü, derin, pervasız olur ve içinde taşıdığı, hiç kimsenin inanmadığı (kendisinin de) uyuyan enerjinin hazinesini ortaya çıkarır.

Alman büyük şeyler yapma durumuna girerse, her zaman ahlakın üzerine çıkacağını biliyorum! Ve neden yapmayacakmış? Şimdi yeni bir şey yapması lazım, yani buyurmak... kendine ya da başkalarına! Ama buyurmayı alman ahlakı ona öğretmedi! Alman ahlakı buyurmayı unuttu!

Gurur — Ah, siz işkence edilen kimsenin işkenceden sonra hücreye sırlarıyla birlikte geri getirildiği zamanki duygusunu bilmezsiniz! — Sırlarını dişleriyle hala sıkı sıkıya tutmaktadır. İnsani gururun nağarası hakkında ne bilirsiniz ki!

Hiç Yalnız Kalmış Olan Var Mı! — Korkak, yalnız olmanın ne demek olduğunu bilmez: Sandalyesinin arkasında bir düşman vardır hep. — Ah, keşke birisi bize yalnızlık denilen o güzel duyguyu anlatabilse!

Ama ben tümüyle kendini düşünen, kendine inanan, kendini düşündüğü için dünyayı unutan müziğe suçsuz müzik diyorum... yapa yalnız olmanın kendiliğinden çınlaması, kendi hakkında kendisi ile konuşan ve dışarıda dinleyenin ve kulak kesilenin, etkilerin ve yanlış anlamaların ve başarısızlıkların bulunduğunu bilmeyen yalnızlık.

İçimizde Mevcut Sözcükler: — Düşüncelerimizi elimizdeki kelimelerle ifade ederiz hep. Ya da, bütün bir şüphemi ifade etmek için: Her an elimizin altında sadece düşüncemizi aşağı yukarı ifade edecek kelimeler var.

Arkadaştılar, ama arkadaşlıkları bitti ve her ikisi de karşılıklı olarak arkadaşlıklarını sona erdirdiler: Birisi çok yanlış tanıdığına inandığı için, öteki çok iyi tanıdığına inandığı için.., ve her ikisi de yanıldı! — Çünkü ikisi de kendini yeterince tanımıyordu.

İki Arkadaş. — Arkadaştılar, ama arkadaşlıkları bitti ve her ikisi de karşılıklı olarak arkadaşlıklarını sona erdirdiler: Birisi çok yanlış tanıdığına inandığı için, öteki çok iyi tanıdığına inandığı için.., ve her ikisi de yanıldı! — Çünkü ikisi de kendini yeterince tanımıyordu.

Küstahlık — Küstahlık rol yapan ve riyakar bir gururdur; ama rol, riyakarlık ve ikiyüzlülük edemeyip istememek esasen gurura özgüdür... bu bakımdan küstahlık ikiyüzlülük yapmadaki yeteneksizliğin ikiyüzlülüğüdür, çok zor ve genellikle başarılamayan bir şey. Ama, genellikle olduğu gibi, bu esnada kendini ele verdiğini varsayarsak, o zaman küstahı üç tür uygunsuzluk bekler: Bizi aldatmak istediği için ona öfkeleniriz ve kendisini bizden üstün göstermek istediği için öfkeleniriz... ve nihayet her ikisinde de başarısız olduğu için ona güleriz. Yani küstahlık hiç de tavsiye edilir bir şey değil!

Düello. — Eğer mutlaka yapmam gerekirse, dedi birisi, düello yapabilmeyi kendi çıkarıma görürüm; çünkü etrafımda daima iyi dostlarım var. Düello, intihar etmek için geriye kalan, tümüyle şeref dolu son yoldur; ne yazık ki dolam baçlı bir yoldur, her zamanda da tam güvenli değildir.

Zararlı. — Bir genç, en kesin şekilde kendisiyle aynı düşünenlere farklı düşünenlerden fazla saygı göstermesini öğretmek suretiyle bozulur.

Dünya Tahripçileri. — Bir şey başaramaz; sonunda kızgınlıkla bağırır: "Batsın bütün dünya!" Bu iğrenç duygu, kıskançlığın doruğa ulaşmasıdır, şu sonucu verir: Ben bir şeye sahip olamıyorsam, bütün dünya da hiçbir şeye sahip olmasın! bütün dünya hiç olmasın!

Sözümona Ruh. — İnsan için kolay olan ve bunun sonucu olarak memnuniyetle ve zarafetle yaptığı iç devinimler toplamına ruh denir... eğer kişi iç devinimlerinde zorluk ve sertlik fark ettirirse, ruhsuz kabul edilir.

Sıradışı Yaşamak ve İnanmak. — Çağın peygamberi ve mucize adamı olmanın yolu bugün de eskiden olduğundan farklı değildir: Ayrı yaşamak, az bilgili olmak, biraz düşünce sahibi olmak, aşırı derecede kibri olmak... nihayet insanlığın biz olmadan ilerleyemeyeceği düşüncesi bizde yerleşiyor, çünkü biz gayet açık şekilde insanlık olmadan ilerliyoruz. Bu inanca sahip olur olmaz, içimizde diğer inançları da buluruz. Son olarak ihtiyacı olana bir öğüt (Bu öğüt Wesleye din öğretmeni Böhler tarafından verildi): "Sahip olana dek inancı öğütle, ve sonra onu, ona sahip olduğun için öğütleyeceksin."

Neşe Karalayıcılar — Yaşamın derinden yaraladığı insanlar her neşeden kuşku duyarlar, sanki neşe her zaman çocuksu ve çocukça bir davranışmış ve bir çeşit akılsızlığı ele veriyormuş gibi, onların görünmesi karşısında insan sadece ölüme yakın bir çocuğun yatağında hala oyuncaklarıyla oynarken hissettiği acıma ve duygulanma hissediliyormuş gibi olurmuş. Böyle insanlar güllerin altında gizlenmiş ve saklanmış mezarlar görürler; eğlenceler, gürültü, neşeli müzik onlara bir kez daha yaşamın coşkusunu höpürdeterek içmek isteyen ağır hastanın kendini kararlı bir şekilde aldatması gibi görünür. Ama neşe hakkındaki bu yargı, hastalığın ve yorgunluğun hüzünlü zemininde ışık demetinin yansıyıp kırılmasından başka bir şey değildir: Kendisi duygulandırıcı, akılsız, merhamet etmeye zorlayan ve hatta çocuğa özgü ve çocukça bir şeydir, ama yaşlılığı izleyen ve ölümden önceki o ikinci çocukluktan kaynaklanır.

Bir şeyi kanıtlamak yeterli değil, insanı ona ikna etmek ya da onun düzeyine yükseltmek de gereklidir. Bu yüzden bilen kimse bilgeliğini söylemeyi öğrenmelidir: bir aptallık gibi sık sık tınlayacak şekilde!

ıllık". — Hayvanları ahlaksal yaratıklar olarak görmeyiz. Ama siz hayvanların bizi ahlaksal yaratıklar olarak gördüklerini mi sanıyorsunuz? — Konuşabilen bir hayvan şöyle demiş: "İnsancıllık, en azından biz hayvanların acısını çekmediği bir önyargıdır."

"İnsancıllık". — Hayvanları ahlaksal yaratıklar olarak görmeyiz. Ama siz hayvanların bizi ahlaksal yaratıklar olarak gördüklerini mi sanıyorsunuz? — Konuşabilen bir hayvan şöyle demiş: "İnsancıllık, en azından biz hayvanların acısını çekmediği bir önyargıdır."

==========

Konuşmacının Okulu. — Her kim bir yıl boyunca susarsa, gevezelik etmeyi unutup konuşmayı öğrenir. Pitagorasçılar çağlarının en iyi devlet adamlarıydılar.

==========

Konuşma Özgürlüğü. — "Dünya paramparça olacak olsa bile, hakikatin söylenmesi gerek!" — Böyle bağırmıştı yüksek sesle büyük Fichte! — Evet! Evet! Ama insanın hakikate de sahip olması gerekirdi! — Ama o her şey altüst olacak olsa bile herkesin kendi fikrini söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu konuda onunla tartışılabilirdi.

==========

Bir Şeyi Uygun Bulmak. — Evlilik onanır, birincisi henüz bilinmediğinden, ikincisi alışıldığından, üçüncüsü evlenildi ğinden dolayı... bu hemen hemen bütün hallerde böyle demektir. Ve bununla evliliğin iyi bir şey olduğu hakkında henüz hiçbir şey ispatlanmış değildir.

Düşünür Düşmanını Ne Derece Sever — Düşüncelerine karşı düşünülebilecek bir şeyden hiçbir zaman çekinme, ya da kendine karşı susma! Onu öv! Düşünürün ilk dürüstlüğü budur. Her gün kendine karşı da savaşmak zorundasın. Utku ve ele geçirilen mücevher artık senin meselen değil, gerçeğin meselesidir.., ama yenilgin de artık senin meselen değil!

Fantastik İdealleri Ne Öğütler — Eksiklerimizin olduğu yerde coşkunluğumuz aşırı dereceye varır. "Düşmanlarınızı sevin!" coşkulu cümlesini gelmiş geçmiş içleri en çok nefret dolu olan Yahudiler bulmuş, ve iffetin en güzel methiyesini gençliğinde ahlaksız ve iğrenç bir yaşam süren kimseler bestelenmiş olmalı.

En Kötü Düşman Nerede? — Kim işini iyi yapıyorsa ve bunun bilincindeyse, düşmanına karşı genellikle barışçı bir tutum sergiler. Ancak, iyi şeye sahip olduğuna inanmak ve bunu savunmada maharetli olmadığını bilmek... bu, insanda kendi işinin karşıtına yönelik garazkar ve amansız bir nefret doğurur. — Herkes en kötü düşmanını nerede arayacağını buna göre hesaplasın!

Eğitim Hakkında. — Bizim eğitim ve öğretim tarzımızın en genel eksiği konusunu yavaş yavaş anladım: Kimse öğrenmiyor, kimse öğrenmek için çaba göstermiyor, kimse öğretmiyor... Yalnızlığa katlanılacak.

Direniş Konusunda Hayret. — Bir şey bizim için saydamlaşmışsa, bize artık direnemeyeceğini sanırız.., ve sonra içine doğru bakıp gördüğümüz şeyin içinden geçemediğimiz için şaşırırız! Bu bir sineğin her cam pencerenin önünde düştüğü ahmaklık ve şaşkınlığın tıpkısıdır.

Usta ile Öğrenci. — Bir ustanın insancıllığı öğrencilerini kendi hakkında uyarmasında yatar.

Yavaş Kürler — Ruhun kronik hastalıkları, vücuttakiler gibi, vücudun ve ruhun aklına karşı bir kez işlenen kaba bir suç sonucunda çok nadir olarak ortaya çıkarlar, ama genellikle sayısız kez dikkat edilmeden yapılan ihmaller sonucunda. — Örneğin her kim günden güne çok az nefes alır ve ciğerlerine çok az hava çekerse, öyle ki bir bütün olarak yeterince zorlanmaz ve çalışmazsa, sonunda kronik akciğer ağrıları çeker: Böyle bir durumda iyileşme, yeniden ters yönde sayısız küçük çalışmaların yapılması ve farkına varmadan başka alışkanlıkları itiyat haline getirmesi, örneğin her çeyrek saatte bir kez derin nefes alıp vermenin kural haline getirilmesi dışında başka bir yoldan olmaz (mümkünse düz şekilde yerde yatarak; her çeyrek saatte çalan bir saat, yaşam arkadaşı olarak seçilmelidir). Bütün bu kürler yavaş ve zorlayıcı değildirler; ruhunu sağlığa kavuşturmak isteyen kimse de, en küçük alışkanlığın değiştirilmesi konusunu düşünmek zorundadır. Birisi günde on kez çevresine kötü söz söyler ve bu sırada, özellikle birkaç yıl sonra, kendi kendine günde on kez çevresini gücendirmeye zorlayan bir alışkanlık yasası koyduğunu çok az düşünür. Ama kendini onlara on kez iyilik yapmaya da alıştırabilir!

Kendi Ağacı Üstünde. — A: "Kendi fikirlerimden zevk aldığım kadar hiçbir düşünürün fikirlerinden zevk almıyorum: Elbette bu, onların değeri konusunda hiçbir şey ifade etmiyor, ama, bana en lezzetli gelen meyveleri sadece tesadüfen benim ağacımda bitiyorlar diye geri çevirmem, delilik olurdu! — Ve birinde bu deliliği yaşadım." — B: "Başkalarında tam tersi oluyor: Bu da düşüncelerinin değeri hakkında hiçbir şey ifade etmiyor, özellikle de kendi değerlerine karşı."

Sınırlar ve Güzellik. — Güzel, kültürlü insanlar mı arıyorsun? Ama o zaman güzel bölgeleri ararken yaptığın gibi kısıtlı manzaraları ve görünümleri de kabul etmek zorundasın. — Kuşkusuz panoramatik insanlar var; bunlar elbette panoramatik yerler gibi öğretici ve şaşırtıcıdırlar: ama güzel değil.

Aldatılmak. — Eylemde bulunmayı istediğiniz an, kuşkuya kapıyı kapatmak zorundasınız,., demiş bir eylem adamı. — Ve sen bu şekilde aldatılan kişi olmaktan korkmuyor musun?., diye cevap vermiş bir dalgın.

Ustalık. — İnsan ustalığa, yapım esnasında hem yanılmıyor, hem de duraksamıyorsa, erişmiştir.

Ama Biz Size İnanmıyoruz! — Kendinizi zevkle insan sarrafı olarak tanıtmak istiyorsunuz, ama böyle yapmanıza izin vermeyiz! Kendinizi olduğunuzdan daha deneyimli, daha derin, daha heyecanlı, daha eksiksiz gösterdiğinizi fark etmeyelim mi? Tıpkı daha ressamın fırçasını kullanılışındaki ölçüsüzlüğü hissettiğimiz gibi: Tıpkı müzisyenin giriş tarzı ile konuyu olduğundan daha yüce sunmak istediğini duyduğumuz gibi. Kendinizde tarihi yaşadınız mı, sarsıntıları, depremleri, uzun hüzünleri ve ani mutlulukları? Büyük ve küçük delilerle deli oldunuz mu? iyi insanların saçmalıklarına ve acılarına gerçekten katlandınız mı? Ve aynı şekilde en kötülerin acılarına ve mutluluk tarzlarına? Eğer öyleyse, bana ahlaktan söz et, başka şeylerden değil!

eylemlere susamıştır, çünkü eylemler bizi bizden düşüncelerin, duyguların ve eserlerin uzaklaştırdığından daha çok uzaklaştırırlar! Ve acaba eylem baskısı temelde kendinden kaçış mıdır?... diye Pascal bize sorardı. Ve Gerçekten! Önerme, eylem baskısının en yüce örneklerinde kendini ispatlıyor: En uygun olduğu veçhile, bir ruh doktorunun bilgileriyle ve tecrübeleriyle düşünülsün... bütün çağların eyleme susamış en büyük dört kişisi saralıydı (yani İskender, Sezar, Muhammet ve Napoleon):

"Çok Fazla Değil!" — Kişinin kendine ulaşamayacağı, gücünü aşan bir hedef koyması, çok sık tavsiye edilir. Böylelikle en azından gücünü sonuna kadar zorlayınca başarıyı yakalayacağı düşünülür! Ama bu, gerçekten arzu etmeye değer mi? Bu öğretiye göre yaşayan en iyi insanlar, özellikle içlerinde çok fazla gerilim bulunduğundan zorunlu olarak en iyi işlerini üstünkörü, çarpık çurpuk yapmıyorlar mı? İnsan hep mücadele eden atletleri, müthiş gayretleri görüp, hiçbir yerde başarılı, çelenkle ödüllendirilen galipler görmemesi, dünyanın üzerine başarısızlığın gri perdesini indirmiyor mu?

Savaş Meydanında. — "Olayları hak ettiklerinden daha çok mizahi olarak görmeliyiz; üstelik uzun süre biz onları hak ettiklerinden daha ciddiye aldık." — Bilginin akıllı askerleri böyle konuşurlar.

Yalnız Kimselere. — Eğer başkalarının şereflerine, kendi kendimize yaptığımız konuşmalarda, toplum önündeki konuşmalarımızda olduğu gibi itina göstermezsek, dürüst insan değiliz.

Ruhun Sahra Eczanesi. — En güçlü ilaç nedir? — Utku.

Yaşam Bizi Sakinleştirmeli. — Eğer insan, düşünür gibi normal olarak düşünce ve duygunun büyük akımında yaşarsa ve bizzat rüyalarımız geleceğin bu akımını izlerlerse, o zaman insan yaşamdan huzur ve sessizlik ister... oysa başkaları kendilerini meditasyona vererek dinlenmek isterler.

Biz nereye gitmek istiyoruz? Denizi mi aşacağız? Bizim için herhangi bir istekten daha belirleyici olan bu güçlü arzu bizi nereye sürüklüyor? Neden tam da şimdiye değin insanlığın bütün güneşlerinin battığı yöne? Belki bizim arkamızdan da bir gün, batıya doğru seyrederek Hindistan'a ulaşmayı ummuşlardı diyecekler, ama sonsuzlukta başarısızlık bizim yazgımız mı? Ya da, kardeşim? Ya da?

==========

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder