Bu kitapta bir "yeraltı çalışanını" bulacaksınız;
burgulayan, kazan, toprağın altını oyan bir kimseyi. Onu ancak böyle bir dip
çalışmasını görecek gözleriniz varsa görebilirsiniz: Işığın ve havanın her uzun
süreli eksikliğiyle birlikte ortaya çıkan sıkıntı, kendini aşırı derecede
göstermeden ne denli yavaş, ihtiyatlı ve yumuşak bir inatçılıkla ilerliyor o.
Kendisinin bu karanlık işinden memnun olduğunu söyleyebilirsiniz. Ona bir inan
yol gösteriyor, bir teselli ödüllendiriyor gibi gözükmüyor mu? Belki de kendi
uzun karanlığının olmasını istiyor, anlaşılmazlığının, gizliliğinin,
gizemliliğinin. Çünkü kendisinin neye sahip olacağını da biliyor: kendi
sabahına, kendi kurtuluşuna, kendi tan kızılına?... Mutlaka geri dönecek. Ona
aşağıda ne yaptığını sormayın. Görünürdeki bu Trophonios ve yeraltılı yeniden
"insan olunca" size onu kendisi söyleyecek. Onun gibi bu kadar uzun
süreyle köstebek olunca insan, yalnız olunca, susma alışkanlığını tümden
yitiriyor...
Kant'ın masum diliyle ifade edelim dersek; kendisi onu
"majestik ahlaksal yapıya düz ve sağlam bir zemin" hazırlamak için
kendine ait "pek o kadar da parlak olmayan, ama yine de yararlı" bir
görev ve iş olarak nitelendirir (Saf Aklın Eleştirisi II, s. 257). Ah, bununla
başarılı olamadı, tam tersi oldu!... Bugün bunu söylememiz gerekiyor. Kant bu
coşkulu amacıyla diğer çağlardan daha coşkulu sayılabilecek çağının en uygun çocuğuydu:
Bereket versin ki o çağın değerli yanlarıyla da ilişkisi olmuştur (Örneğin
kendi bilgi kuramına aldığı iyi bir duyumculuk parçasıyla). Onu da bir ahlak
tarantulası olan Rousseau sokmuştu, onun ruhunun derinliklerinde de ahlaksal
fanatizm düşüncesi yatıyordu, infazcısı ise kendisini bir başka genç Rousseau
olarak hisseden ve açıklayan kişi, yani Robespierre'di,
Böyle bir kitap, böyle bir sorun aceleye getirilmez; bunun
da ötesinde, ikimiz de lento'nun arkadaşlarıyız, hem ben, hem de kitabım.
Boşuna filolog olmadım, belki de hala öyleyimdir, yavaş okumayı öğreten
demektir bu: — sonunda yavaş yazmaya da başladım. Şimdi artık bu bende sadece
alışkanlık haline gelmiş değil, bandan zevk de alıyorum... acaba kötü bir zevk
mi?... "Acelesi olan" her tür insanı şüpheye düşürmemek için daha
fazla yazmamalı. Filoloji esasen saygıdeğer bir sanattır, kendisini bu sanata adayanlardan
başlıca bir şey ister: yol vermek, kendine zaman tanımak, sessiz ve yavaş
olmak... kelimenin bir kuyumcusu ve uzmanı olarak, tümüyle ince, titizlikle
yapılan işi bitirmek zorundadır ve eğer onu lento'ya ulaştıramamışsa, hiçbir
şeye erişememiş demektir. Özellikle bu nedenle filoloji bugün, her zaman
olduğundan daha gereklidir. İşte bu sayede bizi şiddetle kendine çekiyor ve
büyülüyor, bir "iş" çağının ortasında şunu söylemek istiyor: Her
şeyin "işini hemen bitirmek" isteyen telaş, gereksiz ve terletici
acelecilik, eski ve yeni kitabın da canına okumak ister: — Kendisi hiçbir şeyi
öyle kolay bitiremiyor, iyi okumayı öğretiyor, yani yavaş, derin, ihtiyatlı,
özenli, art niyetle, açık bırakılmış kapılarla, narin parmaklarla ve gözlerle
okumayı... Sabırlı dostlarım, bu kitap kendisi için yetkin okurlar ve
filologlar diliyor: Beni iyi okumayı öğrenin!
İşte o çile çekmenin erdem, ikiyüzlülüğün erdem, intikamın
erdem, vahşetin erdem, aklın inkarının erdem, buna karşın kendini iyi
hissetmenin tehlike, öğrenme hırsının tehdit, barışın tehlike, acımanın
tehlike, merhamet görmenin küfür, işin küfür, çılgınlığın tanrısallık,
değişimin ahlaksızlık ve bozulma emaresi sayıldığı çağda! — Siz bunların
hepsinin değiştiğini ve insanlığın böylece kendi karakterinde yanılmış olması
gerektiğini mi sanıyorsunuz? Ah siz insan sarrafları, kendinizi daha iyi
tanıyın!
İnsanüstü Tutkular Bakımından İnançtaki Değer. — Evlilik
kurumu, bir tutku olmakla birlikte, yine de süreklilik yeteneği olduğu için
aşkın, sürekli, yaşam boyu aşkın, kural olarak konulabileceği inancını ısrarla
ayakta tutar. Her ne kadar, çok sıklıkla ve normal olarak hemen hemen hep
çürütülse ve böylelikle birpia fraus ise de, bu soylu inancın direnişi
sayesinde evlilik aşka yüksek seviyede bir asalet verir. Bir tutkunun
devamlılığına ve sorumluluğuna inanç hakkı tanıyan bütün kurumlar, tutkunun
doğasına aykırı olarak, ona yeni bir mevki verdiler: Ve kim bundan böyle bir
tutkuya kapılırsa, eskiden olduğu gibi bu sayede aşağılandığına veya tehlike
karşısında olduğuna değil, kendisinin ve kendi gibilerin gözünde yüceldiğine
inanır. Bir anlık ateşli bağlılıktan sonsuz bağlılığı, geçici öfkeden sonsuz
intikamı, umutsuzluktan sonsuz kederi, ani ve bir defalık bir sözden sonsuz
bağlılığı çıkaran kurumları ve töreleri düşünün. Böyle bir değişimle her
seferinde dünyaya birçok yalan ve riya geldi. Her seferinde de ve bunun
karşılığı olarak yeni bir insanüstü kavram, insanı yücelten kavram geldi.
Duygular ve Bunların Yargılar Bakımından Kökeni. —
"Duygularına güven!" — Ama duygular hiç de en son, en kökensel şeyler
değildir. Duyguların arkasında bize duygular biçiminde (sempatiler,
antipatiler) kalıtım yoluyla gelmiş olan yargılar ve değerlendirmeler bulunur.
Duygudan kaynaklanan ilham bir yargının torunudur... ve çoğunlukla yanlış bir
yargının! — Ve her halükarda senin çocuğun değil! Duygularına güvenmek... bu,
büyükbabasına ve büyükannesine ve onların büyükanne ve babalarına içimizdeki
tanrılardan daha çok itaat etmemiz anlamına gelir: aklımıza ve deneyimimize.
insan bir şeyi araştırıp ortaya çıkarmayı bilmediği yerde,
yaratmayı öğrendi.
—Schopenhauer hakkında, haklı olarak, insanlığın acılarını
nihayet yeniden ciddiye aldığı söylenir. Bu acılara karşı panzehiri sonunda ilk
kez ciddiye alan ve duyulmamış sahte hekimliği zincire vuran kişi nerede?
Hastalık Üzerine Düşünceler! — Hastanın kuruntusunu
yatıştırın ki, en azından şimdiye kadar olduğu gibi hastalığından çok,
hastalığıyla ilgili düşüncelerinden dolayı acı çekmesin... bu da bir şeydir
diye düşünüyorum! Ve bu az bir şey değil! Görevimizi şimdi anlıyor musunuz?
"Yollar". — İnsanlığı büyük tehlikelere sokan hep
sözde "kısa yollar" oldu; daha kısa bir yolun bulunduğu haberinin
sevinciyle hep yolundan ayrılıyor... ve yolunu kaybediyor.
==========
Avrupalı Olmayan ve Soylu Olmayan. — Hıristiyanlıkta biraz
doğululuk, biraz kadınsılık var: "Tanrı kimi severse onu terbiye
eder" düşüncesi bu görüşü açığa vuruyor. Çünkü doğuda kadınlar döverek
cezalandırılmalarına ve kendilerinin dünyaya karşı katı şekilde kapalı
tutulmalarına kocalarının sevgilerinin bir göstergesi olarak bakarlar ve bu
göstergeler olmazsa şikayetçi olurlar.
Bir Teklif— Eğer benimiz, Pascal'a ve Hıristiyanlığa göre,
hep nefret edilmeye değer ise, nasıl olur da onu başkalarının sevmesine izin
verip, kabul edebiliriz... bu başkası ister tanrı olsun, ister insan! Sadece
nefreti hak ettiğini bile bile başka savunucu duygulardan söz etmemek için
kendini sevdirmek, yakışık almaz. —"Ama aslında bu, merhamet alanına
girer."— Öyleyse sizin yakınınıza karşı duyduğunuz sevgi bir merhamet mi?
Acımanız merhamet mi? Şimdi, eğer bu sizin için mümkünse, o zaman bir adım daha
atın: Kendinizi merhametten ötürü sevin. — O zaman tanrınıza hiç ihtiyacınız
kalmaz ve içinizde günaha girmekle ve kurtuluşla ilgili dramın tümü son bulur!
Bir aziz müminler arasına girmişti ve onların günahtan
sürekli nefret etmelerine artık katlanamıyordu. Sonunda şunları söyledi:
"Tanrı her şeyi yarattı, sadece günahı yaratmadı. Ona yeltenmemiş olması
büyük mucize değil mi? — Ama insan günahı yarattı. — Ve o, bu tek çocuğunu
reddetmeliydi, çünkü günahın büyükbabası olan tanrının hoşuna gitmiyordu! Bu
insani midir? Bütün onurlar, onuru hak edene! — Ama kalp ile görevin önce
çocuğun lehine konuşmaları gerekiyordu... ve ondan sonra ikisi birlikte
büyükbabanın onuru için!"
Tahminlerini dogmalar gibi cüretle ortaya koyup, İncil'in
her hangi bir yerini yorumlarken nadiren dürüstçe sıkılganlık gösteriyorlar.
Her seferinde: "Haklıyım çünkü burada yazılı", diyorlar... ve bunu
arkadan utanmazca yapılan yorum izliyor; bunu bir filolog duyduğu zaman öfke
ile gülme arasında kalıp defalarca kendine soruyor: Bu mümkün mü? Bu dürüst mü?
Bu gerçekten yakışık alır mı? — Bu doğrultuda hala Protestan minberinden ne
namussuzluklar yapılıyor, vaiz nasıl da kimsenin sözünü kesmemesinin avantajını
terbiyesizce sömürüyor, burada olduğu gibi İncil nasıl da oradan buradan
kırpılıp, her türlü berbat okuma sanatı ile halka öğretiliyor. Bunu sadece ya
hep kiliseye giden ya da hiç gitmeyen kimse küçümser.
merhamete ihtiyacı olan kimseyse, bunlar onun artık
yakınları değil. — Bütün dinlerde, eski, gelişmemiş bir bir insan zekasının
ürünü olma özelliği var.., hepsi gerçeği söyleme yükümlülüğünü şaşılacak
derecede hafife alıyor. Tanrının insanlığa karşı gerçekten ne gibi görevi
olduğu ve bunu açık seçik olarak bildirmesi konusunda henüz hiçbir şey
bilmiyorlar.
Ve korkan birisi gibi, gücü yettiği kadar bağıra bağıra
konuşuyordu.
Vaktiyle tanrının olmadığı kanıtlanmaya çalışılıyordu...
bugün tanrının olduğu inancının nasıl ortaya çıkabildiği ve bu inancın neyle
ağırlık ve önem kazandığı gösteriliyor. Böylece tanrının olmadığı konusunda
karşı kanıta gerek kalmıyor. — Eskiden ortaya konan "tanrının varlığının
kanıtları" çürütüldüğü zaman, bu çürütülenlerden daha iyi deliller
bulunamaz mı diye hala bir şüphe vardı. Eskiden ateistler işi kesin bir şekilde
çözmeyi bilmiyorlardı.
Hepimizin Akılsızlığı Nerede Yatıyor. — Biz hala yanlış
dediğimiz yargılardan, artık inanmadığımız öğretilerden sonuçlar çıkarıyoruz...
duygularımızla.
Düşündürücü. — Sadece gelenek olduğu için bir inanca
bağlanmak... bu elbette namussuz olmak, korkak olmak, tembel olmak demektir! —
Öyleyse, ahlaklılığın ön koşuluna namussuzluk, korkaklık ve tembellik olmuyor
mu?
haklı ve her halükarda genel olarak çok yararlı olduğunu
anlamazlıktan gelmek istemem. — Yani ahlaklılığı, simyayı reddettiğim gibi
reddediyorum; daha doğrusu, onların önkoşullarını reddediyorum. Bu,
önkoşulların olduğuna inanan ve ona göre davranan simyacıların var olduğunu
inkar ettiğim anlamına gelmez. — Ahlaksızlığı da inkar ediyorum: Çok sayıda
insanın kendisini öyle hissettiği için değil, kendisini böyle hissetmek için
gerçekten bir neden bulunduğu için. Kendiliğinden anlaşılacağı gibi — deli
olmamam önkoşuluyla — ahlaksız denilen birçok eylemin engellenmesi ve bunlara
karşı mücadele edilmesi gerektiğini inkar etmiyorum, keza ahlaklı olduğu ifade
edilen şeylerden birçoğunun yapılıp, teşvik edilmesi gerektiğini de inkar
etmiyorum... ama ben, birinin olduğu gibi öbürünün de şimdiye değin olduğundan
farklı nedenlerden dolayı yapılması gerektiğini düşünüyorum. Farklı şekilde
düşünmeyi öğrenmek zorundayız... sonunda, belki çok geç, ama çok fazlasına
erişelim diye: farklı hissedelim diye.
Değer Vermelerimiz. — Bütün eylemler onlara verilen
değerlere dayanırlar. Saygı duymalarımızın hepsi ya kendimize aittir ya da
başkalarından edinilmiştir... edinilmiş olanlar büyük ölçüde daha fazladır.
Niçin onları ediniriz? Korkudan. yani, bize aitmiş gibi davranmayı daha yararlı
görürüz... ve kendimizi bu bozulmaya öylesine alıştırırız ki, sonuçta bizim
karakterimiz haline gelir. Kendimizin değer vermesi: Bu, bir şeyin sadece bize
verdiği keyif veya keyifsizlik göz önünde tutulup, başkalarına verdiği keyif
veya keyifsizliğin dikkate alınmaması suretiyle ölçülmesi demektir... çok
olağanüstü bir şey!
Sahte Bencillik. — Çoğu insan 'egoizm" hakkında ne
düşünürse düşünsün, ne söylerse söylesin, yine de yaşamı boyunca egosu için
hiçbir şey yapmaz, tersine, sadece çevresindekilerin kafalarında kendi hakkında
oluşmuş ve onlara bildirmiş olan ego hayaleti için yapar... bunun sonucu olarak
bu tür insanların hepsi şahsına ait olmayan, yarı şahsi fikirlerin ve keyfi,
sanki şiirsel değerlendirmelerin sisi içinde yaşar; biri ötekinin kafasında,
öteki kafa da başka kafaların içinde. Kendine sakin bir görünüm vermeyi başaran
fantezilerin harika dünyası! Bu fikirler ve alışkanlıklar sisi, sardığı
insanlardan hemen hemen tamamen bağımsız olarak gelişir ve yaşar. içinde
"insanlar" hakkındaki genel yargıların müthiş etkisi bulunur... kendilerine
yabancı olan bütün bu insanlar, kansız soyutluk olan "insana", yani
bir kurguya inanırlar. Ve bu soyutlamada yapılan her değişiklik, bazı
güçlülerin kararlarıyla (hükümdarlar ve filozoflar gibi) olağanüstü ölçüde ve
akıldışı derecede büyük kitleleri etkiler... bütün bunlar, bu çoğunluk içinde
her bireyin gerçek, kendisi için erişilebilir olan ve kendisi tarafından
kurulan bir egoyu, genel, kişisel özelliği olmayan kurguya karşı koruyamayıp
onu böylece yok edememesinden kaynaklanır.
Eğer birey mutluluk isterse, ona mutluluğa giden yolu
gösterecek bir yönetmelik verilmez. Çünkü bireysel mutluluk başkalarının bilmediği,
kişisel kanunlardan çıkar, dışarıdan gelen yönetmeliklerle sadece engellenip,
kös teklenir.
Her bilinçli yaratığın (hayvan, insan, insanoğlu vs.)
gelişimi sırasında taşıdığı bilinçsiz amacının "en yüce mutluluk"
olduğu doğru değildir. Daha ziyade, gelişmenin her basamağında özel ve mukayese
edilemez, ne yüksek ne alçak, tersine kendine özgü bir mutluluğa ulaşır.
Gelişme mutluluk istemez. Gelişme, gelişme ister, başka bir şey değil. — Eğer
insanlığın genel kabul gören bir amacı olsaydı, "şöyle ve böyle
davranılmak zorunda" diye öneride bulunmak mümkün olurdu. Şimdilik böyle
bir amaç yok. Yani ahlakın talepleri, insanlıkla bir ilişkiye sokulmamalı;
böyle bir şey akılsızca ve ciddiyetten uzak olur. — İnsanlığa bir amaç önermek
bambaşka bir şeydir: O zaman amaç bizim arzumuza göre düşünülmüş bir şey olur.
Önerilen şeyin insanlığın hoşuna gittiğini varsayalım. Bunun üzerine insanlık,
kendine de aynı şekilde arzuya dayanan bir ahlak yasası koyabilir. Ama ahlak
yasası şimdiye dek arzunun üstünde olmak zorundaydı. İnsan esasen kendisine
böyle bir yasa koymak istemiyordu. Tersine, onu bir yerden almak ya da bir
yerde bulmak ya da onun bir yerden kendisine emir olarak verilmesini istiyordu.
Hapishanede. — Gözüm, ister güçlü olsun ister zayıf, sadece
belirli bir uzaklığı görür. Ve bu belirli uzaklığın içinde yaşayıp dokurum, bu
ufuk çizgisi, kaçamadığım şimdiki büyük ve küçük alın yazımdır. Her yaratığın
çevresinde yaratığa özgü, orta noktası olan içbükey daire var. Buna benzer bir
şekilde, kulağımız da bizi küçük bir alana hapseder, benzer bir şekilde dokunma
duygumuz da. Hapishane duvarları gibi, her birimizin içine duyularını
hapsettiği bu ufuklara göre dünyayı ölçer bunu yakın, onu uzak, bunu büyük, onu
küçük, bunu sert ve onu yumuşak diye adlandırırız. Bu ölçme işine duyumsama
deriz... bunların hepsi, hepsi hatadır! İnsan herhangi bir zaman noktasında
bizim için mümkün olan ortalama yaşantı ve tahrik (uyarım) miktarına göre
yaşamını uzun veya kısa, fakir ya da zengin, dolu ya da boş olarak ölçüyor. Ve
diğer bütün yaratıkların ömrünü ortalama insan ömrüne göre ölçüyor... bunların
hepsi, hepsi yanlıştır! Eğer yakın mesafe için yüz kat daha keskin gözlerimiz
olsaydı, insanlar bize aşırı derecede uzun görünürlerdi; evet, organlar öyle
düşünülebilirdi ki, o organları sayesinde insan ölçülemez olarak
duyumsanabilirdi. Öte yandan organlar öyle yaratılmış olabilirdi ki, bütün
güneş sistemi daralmış ve bir tek hücre gibi sıkışmış olarak da
duyumsanabilirdi. Ve karşıt düzenin yaratığı önünde, insan vücudunun bir
hücresi kendini devinim, yapı ve uyum içindeki bir güneş sistemi olarak
gösterebilirdi. Duyularımızın alışkanlıkları bizi duyumsamanın yalan dolanına
sardı. Bunlar tekrar bizim bütün yargılarımızın ve "bilgilerimizin"
dayanağı... gerçek dünyaya tümden kaçış, sığınma ve sızma yolu yok! Ağımızın
içindeyiz, birer örümcek olan bizler ve ne yakalarsak yakalayalım, ağımıza
takılandan başka bir şey yakalayamayız.
—Geçenlerde öğleden önce saat on birde hemen önümde bir adam
yıldırım çarpmışçasına birdenbire doğruca yere yıkıldı. Çevredeki kadınlar
çığlık attılar; ben ise onu ayağa kaldırıp, tekrar konuşana kadar bekledim...
bu sırada, yüzümdeki hiçbir adale hareket etmedi, hiçbir şey hissetmedim, ne
korku, ne merhamet, tersine, yapılması gerekeni yaptım ve soğukkanlı bir
şekilde oradan uzaklaştım. Bana bir gün önceden sabah saat on birde birisinin yanımda
bu şekilde yıkılacağının söylendiğini varsayalım... önceden bin bir türlü
acıyla kıvranırdım, gece uyuyamazdım ve belki de en önemli anda ona yardım
edecek yerde o adam gibi olurdum. Yani bu arada bütün olası dürtülerin olayı
düşünüp yorumlamak için zamanı olurdu.— Yaşantılarımız nedir? İçine
koyduğumuzun içinde bulunandan daha çok oluşudur! Ya da esasen içinde hiçbir
şey yoktur mu demeli? Başından geçmek için hayal kurmak mı demeli?
Merhamet Edilmek. — Başkasının merhamet etmesi düşüncesi
vahşilerde ahlaksal dehşet uyandırır: Bu gibi durumlarda insan bütün
erdemlerden yoksundur. Merhamet bahşetmek, aşağılamak gibi bir şeydir: İnsan
aşağılık bir yaratığı acı çekerken görmek istemez, bu ona zevk vermez. Buna
karşın insanın eşdeğer gururlu olarak kabul ettiği ve işkence altında
gururundan vazgeçmeyen bir düşmanı acı çekerken görmek ve esasen merhamet
dilemeyi reddeden, yani en utandırıcı ve derin aşağılamalarda bulunan her
yaratığı görmek... işte bu zevklerin zevkidir, bu sırada vahşi kişinin ruhu
hayranlığa dönüşür: Sonunda, eğer eline geçirirse, böyle cesur bir yaratığı
öldürür ve ona, inatçı düşmana, son şerefini teslim eder: Bağırıp çağırsaydı,
yüzündeki soğuk alaycı ifadeyi kaybetseydi, kendini aşağılık bir şekilde
gösterseydi... o zaman, bir köpek gibi yaşamasına izin verilirdi.., artık
ıstırabını seyredenlerin gururunu tahrik etmez ve hayranlığın yerini merhamet
etme alırdı.
Merhamet etme, zevki barındıran ve üstünlüğü küçük dozlarda
tattıran bir duyum olarak intihara karşı panzehirdir:
==========
İnsan artık kendisini kötü olarak kabul etmezse, kötü olması
da sona erer!
Thukydides'in nesinden hoşlanıyorum, ne yapmış ki ona
Platondan daha fazla saygı duyuyorum? O bütün insan tiplerinde ve olaylarda en
geniş ve en doğal neşeyi buluyor ve her tipin bir miktar iyi akla sahip
olduğuna inanıyordu: bunu keşfetmeyi deniyor. Platon'dan daha büyük pratik
adaleti var; hoşuna gitmeyen ya da kendisine yaşamda acı veren insanlara ne
iftira eder, ne de onları küçültür. Tam tersine: Sadece tipleri görmek
suretiyle bütün şeylerin ve insanların içine bazı yüce şeyler koyup, onlardan
söz ediyor; eserini adadığı sonradan gelen bütün kuşaklar, tipik olmasaydı
onunla ortaya ne koyarlardı!
Eskiden babaları eleştirmek, ahlaksızlık sayılırdı: Şimdi
genç idealistler bununla işe başlıyorlar.
Olanaklı Bir Gelecekten. — Suçlunun kendini ihbar ettiği,
toplum önünde kendi cezasını kendisinin verdiği, kendi yaptığı yasaya böylece
saygı duymanın gururuyla kendi kendini cezalandırıp gücünü kullandığı, yasa
koyucunun gücünü kullandığı bir durum düşünülemez mi? İnsan bir kez bir suç işleyebilir
ama gönüllü ceza ile suçunu yener açık sözlülük, büyüklük ve ağırbaşlılıkla
sadece suçu silmez, bir de toplum yararına iş yapar. — Bu olanaklı bir
geleceğin suçlusu olurdu elbette ki geleceğin yasa koyuculuğunu şart koşardı,
şu temel düşünceyle: "Sadece kendi koyduğum yasa önünde eğilirim, büyük
küçük her şeyde." Daha birçok denemenin yapılması gerek! Daha birçok
geleceğin gün ışığına çıkması gerek!
Antik devir insanlarının gençlerini eğittikleri şeyden biz
bir şey öğrendik mi? Onlar gibi konuşmayı, onlar gibi yazmayı öğrendik mi?
Konuşma eskriminde, eytişimde düzenli alıştırma yaptık mı? Onlar gibi güzel ve mağrur
yürümeyi, güreşmeyi, atmayı, yumruklaşmayı öğrendik mi? Bütün Yunanlı
filozofların uygulamalı asketliğinden bir şey öğrendik mi? Bir tek antik
erdemin alıştırmasını antik devir insanlarının yaptıkları şekilde yaptık mı?
Eğitimimizde esasen ahlak üzerine düşünmeyi ihmal etmedik mi, ve daha da
fazlası bu düşüncenin olası bir eleştirisini ihmal etmedik mi, bu ya da şu
ahlakla yaşamaya ilişkin cesur ve katı denemeler üzerine konuşmayı ihmal
etmedik mi? İçimizde antik devir insanları için modern insanlarda olduğundan
daha yüce olan bir duygu uyandı mı? Günün, yaşamın bölüşümü ve yaşamın amaçları
antik ruhla bize gösterildi mi? Eski dilleri de hiç yaşayan dilleri öğrenir
gibi öğrendik mi... yani konuşmak ve rahat ve güzel konuşmak için? Hiçbir yerde
gerçek bir yetenek, bu çileli yılların sonucu olarak yeni bir yeti yok!
Tersine, sadece eskiden insanların ne yapabildiklerine, ne ye güçlerinin
yettiğine dair bilgi! Ve nasıl bir bilgi! Yıllar geçtikçe çok basit ve dünyaca
tanınan, önümüze serilmiş görünen Yunan ve antik olan bütün varlıkların çok zor
anlaşılmakta olduğunu, evet hemen hemen bunlara nüfuz edilemediğini, ve yine
antik insanlar hakkında konuşurken yapılan alışılmış hafifliklerin ya hafiflik
ya da eski düşüncesizliğin kalıtımsal küstahlığı olduğunu daha iyi anlıyorum.
Hakikatin En Kişisel Soruları. — "Yaptığım bu şey
aslında nedir? Ve bununla ben ne yapmak istiyorum?" — Bu, bizim şimdiki
eğitim tarzımızda öğretilmeyen, dolayısıyla sorulmayan hakikatin sorusudur;
onun için vaktimiz yok. Buna karşın çocuklarla hakikati değil, muziplikleri
konuşmak, anne adayı kadınlarla hakikatleri konuşmak yerine iltifat etmek, gençlerle
hakikatleri değil geleceklerini ve eğlencelerini konuşmak... bunlar için her
zaman vakit ve heves var!
hepsi, yer değişikliğinin, iklim değişikliğinin, komşuların
törelerinin değişmesinin ve ezenlerin değişmesinin insanı eğittiği özgürlükçü
bir düşünceye ve hatta ruha sahiptirler; bütün insani ilişkilerde en geniş
deneyime sahip olup ihtiraslarında bile bu deneyimin verdiği temkinle hareket
ederler. Zihinsel kıvraklık ve kurnazlıklarından o kadar emindirler ki, hiçbir
zaman, hatta en zor durumlarda bile, fiziksel güç kullanarak, kaba işçi, hamal
ve tarım kölesi olarak ekmeklerini kazanmaya ihtiyaç duymazlar. Davranışlarından,
ruhlarına şövalyece asil duyguların hiçbir zaman verilmediği, vücutlarına güzel
silahların takılmamış olduğu anlaşılıyor:
Bir Almanın büyük şeyler yapma yeteneği var, ama bunları
yapma olasılığı yoktur: Çünkü, tembel ruhların hoşlandığı gibi, yapabildiği her
yerde itaat eder. Yalnız kalma ve uyuşukluğunu üzerinden atma mecburiyetiyle
karşı karşıya getirilirse, onun için bir meblağın rakamı olarak yok olmak artık
mümkün değilse (Bu özelliği bakımından bir Fransız ya da İngiliz kadar değerli
değildir)... o zaman gücünü keşfeder: Bundan sonra tehlikeli, kötü, derin,
pervasız olur ve içinde taşıdığı, hiç kimsenin inanmadığı (kendisinin de)
uyuyan enerjinin hazinesini ortaya çıkarır.
Alman büyük şeyler yapma durumuna girerse, her zaman ahlakın
üzerine çıkacağını biliyorum! Ve neden yapmayacakmış? Şimdi yeni bir şey
yapması lazım, yani buyurmak... kendine ya da başkalarına! Ama buyurmayı alman
ahlakı ona öğretmedi! Alman ahlakı buyurmayı unuttu!
Gurur — Ah, siz işkence edilen kimsenin işkenceden sonra
hücreye sırlarıyla birlikte geri getirildiği zamanki duygusunu bilmezsiniz! —
Sırlarını dişleriyle hala sıkı sıkıya tutmaktadır. İnsani gururun nağarası
hakkında ne bilirsiniz ki!
Hiç Yalnız Kalmış Olan Var Mı! — Korkak, yalnız olmanın ne
demek olduğunu bilmez: Sandalyesinin arkasında bir düşman vardır hep. — Ah,
keşke birisi bize yalnızlık denilen o güzel duyguyu anlatabilse!
Ama ben tümüyle kendini düşünen, kendine inanan, kendini
düşündüğü için dünyayı unutan müziğe suçsuz müzik diyorum... yapa yalnız
olmanın kendiliğinden çınlaması, kendi hakkında kendisi ile konuşan ve dışarıda
dinleyenin ve kulak kesilenin, etkilerin ve yanlış anlamaların ve
başarısızlıkların bulunduğunu bilmeyen yalnızlık.
İçimizde Mevcut Sözcükler: — Düşüncelerimizi elimizdeki
kelimelerle ifade ederiz hep. Ya da, bütün bir şüphemi ifade etmek için: Her an
elimizin altında sadece düşüncemizi aşağı yukarı ifade edecek kelimeler var.
Arkadaştılar, ama arkadaşlıkları bitti ve her ikisi de
karşılıklı olarak arkadaşlıklarını sona erdirdiler: Birisi çok yanlış
tanıdığına inandığı için, öteki çok iyi tanıdığına inandığı için.., ve her
ikisi de yanıldı! — Çünkü ikisi de kendini yeterince tanımıyordu.
İki Arkadaş. — Arkadaştılar, ama arkadaşlıkları bitti ve her
ikisi de karşılıklı olarak arkadaşlıklarını sona erdirdiler: Birisi çok yanlış
tanıdığına inandığı için, öteki çok iyi tanıdığına inandığı için.., ve her
ikisi de yanıldı! — Çünkü ikisi de kendini yeterince tanımıyordu.
Küstahlık — Küstahlık rol yapan ve riyakar bir gururdur; ama
rol, riyakarlık ve ikiyüzlülük edemeyip istememek esasen gurura özgüdür... bu
bakımdan küstahlık ikiyüzlülük yapmadaki yeteneksizliğin ikiyüzlülüğüdür, çok
zor ve genellikle başarılamayan bir şey. Ama, genellikle olduğu gibi, bu esnada
kendini ele verdiğini varsayarsak, o zaman küstahı üç tür uygunsuzluk bekler:
Bizi aldatmak istediği için ona öfkeleniriz ve kendisini bizden üstün göstermek
istediği için öfkeleniriz... ve nihayet her ikisinde de başarısız olduğu için
ona güleriz. Yani küstahlık hiç de tavsiye edilir bir şey değil!
Düello. — Eğer mutlaka yapmam gerekirse, dedi birisi, düello
yapabilmeyi kendi çıkarıma görürüm; çünkü etrafımda daima iyi dostlarım var.
Düello, intihar etmek için geriye kalan, tümüyle şeref dolu son yoldur; ne
yazık ki dolam baçlı bir yoldur, her zamanda da tam güvenli değildir.
Zararlı. — Bir genç, en kesin şekilde kendisiyle aynı düşünenlere
farklı düşünenlerden fazla saygı göstermesini öğretmek suretiyle bozulur.
Dünya Tahripçileri. — Bir şey başaramaz; sonunda kızgınlıkla
bağırır: "Batsın bütün dünya!" Bu iğrenç duygu, kıskançlığın doruğa
ulaşmasıdır, şu sonucu verir: Ben bir şeye sahip olamıyorsam, bütün dünya da
hiçbir şeye sahip olmasın! bütün dünya hiç olmasın!
Sözümona Ruh. — İnsan için kolay olan ve bunun sonucu olarak
memnuniyetle ve zarafetle yaptığı iç devinimler toplamına ruh denir... eğer
kişi iç devinimlerinde zorluk ve sertlik fark ettirirse, ruhsuz kabul edilir.
Sıradışı Yaşamak ve İnanmak. — Çağın peygamberi ve mucize
adamı olmanın yolu bugün de eskiden olduğundan farklı değildir: Ayrı yaşamak,
az bilgili olmak, biraz düşünce sahibi olmak, aşırı derecede kibri olmak...
nihayet insanlığın biz olmadan ilerleyemeyeceği düşüncesi bizde yerleşiyor,
çünkü biz gayet açık şekilde insanlık olmadan ilerliyoruz. Bu inanca sahip olur
olmaz, içimizde diğer inançları da buluruz. Son olarak ihtiyacı olana bir öğüt
(Bu öğüt Wesleye din öğretmeni Böhler tarafından verildi): "Sahip olana
dek inancı öğütle, ve sonra onu, ona sahip olduğun için öğütleyeceksin."
Neşe Karalayıcılar — Yaşamın derinden yaraladığı insanlar
her neşeden kuşku duyarlar, sanki neşe her zaman çocuksu ve çocukça bir
davranışmış ve bir çeşit akılsızlığı ele veriyormuş gibi, onların görünmesi
karşısında insan sadece ölüme yakın bir çocuğun yatağında hala oyuncaklarıyla
oynarken hissettiği acıma ve duygulanma hissediliyormuş gibi olurmuş. Böyle
insanlar güllerin altında gizlenmiş ve saklanmış mezarlar görürler; eğlenceler,
gürültü, neşeli müzik onlara bir kez daha yaşamın coşkusunu höpürdeterek içmek
isteyen ağır hastanın kendini kararlı bir şekilde aldatması gibi görünür. Ama
neşe hakkındaki bu yargı, hastalığın ve yorgunluğun hüzünlü zemininde ışık
demetinin yansıyıp kırılmasından başka bir şey değildir: Kendisi
duygulandırıcı, akılsız, merhamet etmeye zorlayan ve hatta çocuğa özgü ve çocukça
bir şeydir, ama yaşlılığı izleyen ve ölümden önceki o ikinci çocukluktan
kaynaklanır.
Bir şeyi kanıtlamak yeterli değil, insanı ona ikna etmek ya
da onun düzeyine yükseltmek de gereklidir. Bu yüzden bilen kimse bilgeliğini
söylemeyi öğrenmelidir: bir aptallık gibi sık sık tınlayacak şekilde!
ıllık". — Hayvanları ahlaksal yaratıklar olarak
görmeyiz. Ama siz hayvanların bizi ahlaksal yaratıklar olarak gördüklerini mi
sanıyorsunuz? — Konuşabilen bir hayvan şöyle demiş: "İnsancıllık, en
azından biz hayvanların acısını çekmediği bir önyargıdır."
"İnsancıllık". — Hayvanları ahlaksal yaratıklar
olarak görmeyiz. Ama siz hayvanların bizi ahlaksal yaratıklar olarak
gördüklerini mi sanıyorsunuz? — Konuşabilen bir hayvan şöyle demiş:
"İnsancıllık, en azından biz hayvanların acısını çekmediği bir önyargıdır."
==========
Konuşmacının Okulu. — Her kim bir yıl boyunca susarsa,
gevezelik etmeyi unutup konuşmayı öğrenir. Pitagorasçılar çağlarının en iyi
devlet adamlarıydılar.
==========
Konuşma Özgürlüğü. — "Dünya paramparça olacak olsa
bile, hakikatin söylenmesi gerek!" — Böyle bağırmıştı yüksek sesle büyük
Fichte! — Evet! Evet! Ama insanın hakikate de sahip olması gerekirdi! — Ama o
her şey altüst olacak olsa bile herkesin kendi fikrini söylemesi gerektiğini
düşünüyordu. Bu konuda onunla tartışılabilirdi.
==========
Bir Şeyi Uygun Bulmak. — Evlilik onanır, birincisi henüz
bilinmediğinden, ikincisi alışıldığından, üçüncüsü evlenildi ğinden dolayı...
bu hemen hemen bütün hallerde böyle demektir. Ve bununla evliliğin iyi bir şey
olduğu hakkında henüz hiçbir şey ispatlanmış değildir.
Düşünür Düşmanını Ne Derece Sever — Düşüncelerine karşı
düşünülebilecek bir şeyden hiçbir zaman çekinme, ya da kendine karşı susma! Onu
öv! Düşünürün ilk dürüstlüğü budur. Her gün kendine karşı da savaşmak
zorundasın. Utku ve ele geçirilen mücevher artık senin meselen değil, gerçeğin
meselesidir.., ama yenilgin de artık senin meselen değil!
Fantastik İdealleri Ne Öğütler — Eksiklerimizin olduğu yerde
coşkunluğumuz aşırı dereceye varır. "Düşmanlarınızı sevin!" coşkulu
cümlesini gelmiş geçmiş içleri en çok nefret dolu olan Yahudiler bulmuş, ve
iffetin en güzel methiyesini gençliğinde ahlaksız ve iğrenç bir yaşam süren
kimseler bestelenmiş olmalı.
En Kötü Düşman Nerede? — Kim işini iyi yapıyorsa ve bunun
bilincindeyse, düşmanına karşı genellikle barışçı bir tutum sergiler. Ancak,
iyi şeye sahip olduğuna inanmak ve bunu savunmada maharetli olmadığını
bilmek... bu, insanda kendi işinin karşıtına yönelik garazkar ve amansız bir
nefret doğurur. — Herkes en kötü düşmanını nerede arayacağını buna göre
hesaplasın!
Eğitim Hakkında. — Bizim eğitim ve öğretim tarzımızın en
genel eksiği konusunu yavaş yavaş anladım: Kimse öğrenmiyor, kimse öğrenmek
için çaba göstermiyor, kimse öğretmiyor... Yalnızlığa katlanılacak.
Direniş Konusunda Hayret. — Bir şey bizim için
saydamlaşmışsa, bize artık direnemeyeceğini sanırız.., ve sonra içine doğru
bakıp gördüğümüz şeyin içinden geçemediğimiz için şaşırırız! Bu bir sineğin her
cam pencerenin önünde düştüğü ahmaklık ve şaşkınlığın tıpkısıdır.
Usta ile Öğrenci. — Bir ustanın insancıllığı öğrencilerini
kendi hakkında uyarmasında yatar.
Yavaş Kürler — Ruhun kronik hastalıkları, vücuttakiler gibi,
vücudun ve ruhun aklına karşı bir kez işlenen kaba bir suç sonucunda çok nadir
olarak ortaya çıkarlar, ama genellikle sayısız kez dikkat edilmeden yapılan
ihmaller sonucunda. — Örneğin her kim günden güne çok az nefes alır ve ciğerlerine
çok az hava çekerse, öyle ki bir bütün olarak yeterince zorlanmaz ve
çalışmazsa, sonunda kronik akciğer ağrıları çeker: Böyle bir durumda iyileşme,
yeniden ters yönde sayısız küçük çalışmaların yapılması ve farkına varmadan
başka alışkanlıkları itiyat haline getirmesi, örneğin her çeyrek saatte bir kez
derin nefes alıp vermenin kural haline getirilmesi dışında başka bir yoldan
olmaz (mümkünse düz şekilde yerde yatarak; her çeyrek saatte çalan bir saat,
yaşam arkadaşı olarak seçilmelidir). Bütün bu kürler yavaş ve zorlayıcı
değildirler; ruhunu sağlığa kavuşturmak isteyen kimse de, en küçük alışkanlığın
değiştirilmesi konusunu düşünmek zorundadır. Birisi günde on kez çevresine kötü
söz söyler ve bu sırada, özellikle birkaç yıl sonra, kendi kendine günde on kez
çevresini gücendirmeye zorlayan bir alışkanlık yasası koyduğunu çok az düşünür.
Ama kendini onlara on kez iyilik yapmaya da alıştırabilir!
Kendi Ağacı Üstünde. — A: "Kendi fikirlerimden zevk
aldığım kadar hiçbir düşünürün fikirlerinden zevk almıyorum: Elbette bu,
onların değeri konusunda hiçbir şey ifade etmiyor, ama, bana en lezzetli gelen
meyveleri sadece tesadüfen benim ağacımda bitiyorlar diye geri çevirmem,
delilik olurdu! — Ve birinde bu deliliği yaşadım." — B: "Başkalarında
tam tersi oluyor: Bu da düşüncelerinin değeri hakkında hiçbir şey ifade
etmiyor, özellikle de kendi değerlerine karşı."
Sınırlar ve Güzellik. — Güzel, kültürlü insanlar mı
arıyorsun? Ama o zaman güzel bölgeleri ararken yaptığın gibi kısıtlı manzaraları
ve görünümleri de kabul etmek zorundasın. — Kuşkusuz panoramatik insanlar var;
bunlar elbette panoramatik yerler gibi öğretici ve şaşırtıcıdırlar: ama güzel
değil.
Aldatılmak. — Eylemde bulunmayı istediğiniz an, kuşkuya
kapıyı kapatmak zorundasınız,., demiş bir eylem adamı. — Ve sen bu şekilde
aldatılan kişi olmaktan korkmuyor musun?., diye cevap vermiş bir dalgın.
Ustalık. — İnsan ustalığa, yapım esnasında hem yanılmıyor,
hem de duraksamıyorsa, erişmiştir.
Ama Biz Size İnanmıyoruz! — Kendinizi zevkle insan sarrafı
olarak tanıtmak istiyorsunuz, ama böyle yapmanıza izin vermeyiz! Kendinizi
olduğunuzdan daha deneyimli, daha derin, daha heyecanlı, daha eksiksiz
gösterdiğinizi fark etmeyelim mi? Tıpkı daha ressamın fırçasını
kullanılışındaki ölçüsüzlüğü hissettiğimiz gibi: Tıpkı müzisyenin giriş tarzı
ile konuyu olduğundan daha yüce sunmak istediğini duyduğumuz gibi. Kendinizde
tarihi yaşadınız mı, sarsıntıları, depremleri, uzun hüzünleri ve ani
mutlulukları? Büyük ve küçük delilerle deli oldunuz mu? iyi insanların
saçmalıklarına ve acılarına gerçekten katlandınız mı? Ve aynı şekilde en kötülerin
acılarına ve mutluluk tarzlarına? Eğer öyleyse, bana ahlaktan söz et, başka
şeylerden değil!
eylemlere susamıştır, çünkü eylemler bizi bizden
düşüncelerin, duyguların ve eserlerin uzaklaştırdığından daha çok
uzaklaştırırlar! Ve acaba eylem baskısı temelde kendinden kaçış mıdır?... diye
Pascal bize sorardı. Ve Gerçekten! Önerme, eylem baskısının en yüce örneklerinde
kendini ispatlıyor: En uygun olduğu veçhile, bir ruh doktorunun bilgileriyle ve
tecrübeleriyle düşünülsün... bütün çağların eyleme susamış en büyük dört kişisi
saralıydı (yani İskender, Sezar, Muhammet ve Napoleon):
"Çok Fazla Değil!" — Kişinin kendine
ulaşamayacağı, gücünü aşan bir hedef koyması, çok sık tavsiye edilir.
Böylelikle en azından gücünü sonuna kadar zorlayınca başarıyı yakalayacağı
düşünülür! Ama bu, gerçekten arzu etmeye değer mi? Bu öğretiye göre yaşayan en
iyi insanlar, özellikle içlerinde çok fazla gerilim bulunduğundan zorunlu
olarak en iyi işlerini üstünkörü, çarpık çurpuk yapmıyorlar mı? İnsan hep
mücadele eden atletleri, müthiş gayretleri görüp, hiçbir yerde başarılı,
çelenkle ödüllendirilen galipler görmemesi, dünyanın üzerine başarısızlığın gri
perdesini indirmiyor mu?
Savaş Meydanında. — "Olayları hak ettiklerinden daha
çok mizahi olarak görmeliyiz; üstelik uzun süre biz onları hak ettiklerinden
daha ciddiye aldık." — Bilginin akıllı askerleri böyle konuşurlar.
Yalnız Kimselere. — Eğer başkalarının şereflerine, kendi
kendimize yaptığımız konuşmalarda, toplum önündeki konuşmalarımızda olduğu gibi
itina göstermezsek, dürüst insan değiliz.
Ruhun Sahra Eczanesi. — En güçlü ilaç nedir? — Utku.
Yaşam Bizi Sakinleştirmeli. — Eğer insan, düşünür gibi
normal olarak düşünce ve duygunun büyük akımında yaşarsa ve bizzat rüyalarımız
geleceğin bu akımını izlerlerse, o zaman insan yaşamdan huzur ve sessizlik
ister... oysa başkaları kendilerini meditasyona vererek dinlenmek isterler.
Biz nereye gitmek istiyoruz? Denizi mi aşacağız? Bizim için
herhangi bir istekten daha belirleyici olan bu güçlü arzu bizi nereye
sürüklüyor? Neden tam da şimdiye değin insanlığın bütün güneşlerinin battığı
yöne? Belki bizim arkamızdan da bir gün, batıya doğru seyrederek Hindistan'a
ulaşmayı ummuşlardı diyecekler, ama sonsuzlukta başarısızlık bizim yazgımız mı? Ya da, kardeşim? Ya da?
==========
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder