Bir Ömür Tarihle Yaşanır
mı?
İlber hocamın kitabına
açıkça bir gönderme var. Evet, selam çakmışlar. Ha ha.
Bir ömür nasıl
yaşanmalı’yı aklıma getiren şey Prosper Merimee’nin Carmen’i oldu. İlk başta
kadınlar hakkında bir takım tespitler olarak baktığım kitaba bir anda
istemsizce bambaşka bir gözlükle bakmıştım. Bu, aşkından her şeyi berbat eden
bir adamın hikayesi miydi yoksa hayatını mükemmel bir şekilde yaşayan Carmen’in
hikayesi miydi? Evet, kitabın adı Carmen olabilir ancak hikayeyi anlatan kişi Carmen
olmadığı için ilk başta kitaba böyle bir perspektiften bakmak zorlaşıyor. Ancak
bir noktada adamın düştüğü iğrenç çukuru görüyorsunuz. Ve onu oraya düşüren
kişi Carmen değil. Evet, Carmen’le alakası yok bunun; bu tamamen kendi
sorumluluğu. Ancak adam ve ahmaklıkları bizi asıl ilgilendiren şey değil. Bizi
asıl ilgilendiren Carmen ve onun mükemmel yaşamı.
Carmen aşığına hiçbir
zaman yalan söylemiyor. Başkasını sevdiğini bile açıkça söylüyor. Ben özgürüm
diyor ve bu açıdan hiçbir taviz vermiyor. Hatta öyle ki beni öldürmeye hakkın
var ama ben seni sevmiyorum artık diyor. Ahlaksız birisinden, sürekli
birilerini dolandıran birisinden beklenemeyecek bir laf değil mi. Ancak ahlaklı
ve özgür bir birey olmanın önemini gözler önüne seriyor. Hırsızlık yapacağı kişileri
zenginlerden seçiyor.
Bir özgürlük hikayesi.
Bir nasıl yaşanılmalı öyküsü. Ya da bunu ben çıkarıyorum kafamdan. Buna mı
ihtiyacım var acaba şuan. Nasıl yaşanmalı? Heyecan lazım ancak heyecan
azalıyor. İsteklerimizi gerçekleştirmeyen sevgilimize kızmamızın haksızlığını
kanıtlayan hikayedir Carmen. Budur. Özgür birey olmanın önemidir. Kimse
üzerinde tahakküm kurmamak gerektiğini bize anlatır. Birisinin üzerinde
tahakküm kurmaya çalışıldığında asıl tahakküm kurulanın kendimiz olduğunu
anladığımız öyküdür bu.
Ne diyor aşığımız. Bana
defol dediğinde, çekip gidemedim. Ha ha. Acizliğe bak. Benim ol diye sürekli
ısrar ediyor ve Carmen de sürekli onun olduğunu anlatıyor ancak adam buna
inanmıyor ve sürekli bir tahakküm kurma çabası içinde direnip duruyor. Carmen
de kural koyuyorsan şunu bil ki ben o kuralı yıkacağım diyor. İşte bu. Bu,
olması gereken özgürlük. Özgürlük budur lan işte. Bağırmak istiyorum.
Aşk, ıstırap veya hüzün
değil. Özgürlük. Gerçekleri yüreklilikle, kaybetmeyi bilen bir yüreklilikle -yani
zorbaca bir yüreklilikle değil- söylemeyi bilmenin önemidir bu. Bu hem kişisel
ahlaktır hem de kişisel özgürlük duygusudur. Kendimize açıklayabileceğimiz
eylemlerimiz için şart koştuğumuz iki ilke. Özgürlük ve ahlak. Sadece kendi
özgürlüğümüzü gözetmek değil. İnsanların da özgür olduklarını bilmek. Ve
onların da hayatlarında her şeyi yapmaya hakları olduklarını bilmek. Sizi
kahretse bile bunu kabul etmek. İşte budur. Yıkılmayan adamın da dediği gibi:
Gözlerime mil çekerim, yüreğimi dağlarım, adını bir daha anmam, ara sıra
ağlarım, ama asla yıkılmam. İşte bu lan! Arka planda State of siege 2 açılmalı
bu satırlar okunurken. Evet.
Aptal çocuk, ben
şeytanım, benim peşimi bırak, senin hayatını rezil ederim ben. Bunu kim
söyleyebilir ki? Ancak ve ancak özgür ve ahlaklı birisi söyleyebilir. Seni
seviyorum, sen de beni seviyorsun ancak beni bırakmalısın çünkü tehlikeliyim.
İşte bu. Bu gerçeklerin yiğitçe söylenmesi. Kaybedecek çok büyük şeylerin
olmasına rağmen doğruları söylemek. Kaybetmekten korkmamak. Açıkça benim
hayatımın kuralları var demek bu.
İnsan şeytanlara inanmaz,
ancak ve ancak faust gibi ahlaklı bir şeytana inanır insan. Kendi kuralları
olan ve bunları asla çiğnemeyecek bir şeytana. Bu şeytan kendi dünyasını
kurmuştur çünkü tanrıya gereksinimi yoktur onun. Tanrıyı arayanlar artık onu
bulabilirler. Ve bir tanrı da bir başka tanrıyı arayabilir elbette. Ölümlülerle
de birlikte oluyor diye tanrıları kaçırması gerekmez tanrının. Tanrılık, bir
dünya yaratma mesleğidir.
Bir haydutun yanında
sıkılmaz insan. Ama bir haydutun bile sıkılmamasını sağlayan Carmen’dir.
Yaşamayı bilir. İnsanlara göre değil. Kendine göre yaşamayı bilir. O an
eğleniyorsa eğlenir, sıkılıyorsa sıkılır. Kimsenin ne düşündüğü umurunda
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder