Bilime, sanatçının
gözlüğüyle; sanata, yaşamın gözlüğüyle bakmak.
Tragedya, acıya duyulan
bir istek. Acının kutsanması olarak çıkıyor. Dionysos.
Yunanlar genç, zengin ve
trajedi istiyorlarken kötümserdiler. Öte yandan çözülme ve zayıflama dönemlerinde
daha iyimser, yüzeysel, tiyatrocu, mantıkçı yani daha neşeli ve daha bilimsel
oldular.
Yaşamın gözlüğüyle
bakılırsa ne anlama gelir ahlak?
Öteki dünya istemi aynı
zamanda şimdiki dünyadan daha başka bir dünya istemidir. Yani bu dünyadan
tiksinme ve bıkkınlıktır.
Öteki dünya istemine,
dünya yorgunluğuna karşı bir öğreti: Dionysosçuluk.
Dünyanın ve yaşamın asla
gerçek bir tatmin ve doyum veremeyeceğini, bu yüzden tüm bağlılığımızın
değersiz olduğunu söylüyordu pesimistler. Ama nasıl da farklı konuşuyordu
Dionysos benimle.
Dünyadaki avuntu sanatını
öğrenmeli tüm pesimistler. Gülmeyi öğrenmeli. Bunu söyler Dionysos. Böyle
söyledi Zerdüşt: Bu gülenlerin tacını, bu gül çelengi tacı; ben taktım bu tacı
kendime, ben kutsadım kahkahamı. Bunu yapacak kadar güçlü başka birini
bulamadım.
Bir düş bu! Bu düşü
görmeye devam etmek istiyorum.
Dionysosçulukla insanla
insan hatta doğa ile insan arasındaki bağ da yeniden kurulur.
Dionysosça heyecanlar, ya
uyuşturucu içkinin etkisiyle ya da ilkbaharın muazzam yakınlaşması sayesinde
uyanır der kadim halklar. Deneyimsiz kalın kafalılar ise esrik Dionysosçulara
bakıp kendilerinin sağlıklı olduğunu ancak Dionysosçuların hasta olduklarını
söylerler. Dionysosçuların kor gibi yanan yaşamı önlerinden geçtiğinde,
kendilerinin sağlığının ne denli ceset rengi ve hortlak görünümlü olduğunun
farkına varmazlar.
Doğanın içindekileri
taklittir bir yerde sanat. Düş olarak Apollon, esriklik olarak da Dionysos.
Veya her ikisi olarak Yunan tragedyası.
Apollon, ölçülülük.
Dionysos işe aşırılık. Yani tam zıttı birbirlerinin. Ancak şu işe bakın,
Apollon, Dionysos olmadan yaşayamıyordu.
Dionysosçu tragedya:
Yaşamın, şeylerin temelinde görünüşlerin tüm değişimlerine karşın sarsılmaz
derecede güçlü ve zevkli olduğu yönündeki avuntu. Her gerçek tragedya bu
hislerle gönderir bizi evimize.
Sanatçı, neden gücünü
sadece sayısından alan bir topluluğun onayına ihtiyaç duysun ve bunu önemsesin
ki? Sanatçı, bu kitlenin her birinden daha yetenekli olduğunu duyumsuyorsa ve
bunu biliyorsa nasıl olur da onlara söz hakkı tanır?
Tragedyanın etkisi asla
epik gerilime ve nelerin olup biteceğinin çekici belirsizliğine dayanmıyordu.
Daha çok baş kahramanın tutkusunun kabardığı lirik sahnelere dayanıyordu. Her
şey eyleme değil, duygulara hazırlıyordu. Duyguya hazırlamayan ne varsa
aşağılık kabul ediliyordu.
Faydacılık ilk olarak Sokrates’le
başladı. Zevk için yapılan şeyleri lanetledi.
Dionysos ve Apollon
birbirinin dilleriyle konuşmalı. Esriklik ve kusursuz güzellik.
Beethoven ve Shakespear
ile eğlenebilen bir insanla hala iletişim kurulabilir mi?
Hiçbir dönemde sanattan
bu kadar çok bahsedilip sanat hakkında bu kadar az söz edilmiş değildir.
Yunan tragedyası Apollon
ve Dionysos’un birbirinden kopmasıyla çöktü.
Şunu da söyle ama ey
yabancı: Ne kadar acı çekmesi gerekmişti bu halkın, bu kadar güzel olabilmek
için. Hadi şimdi tragedyaya gel ve iki tanrının tapınağına kurban ver.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder