11 Eylül 2019 Çarşamba

Coşku


Her şeye başkaldırması gereken, tutku dolu olması gereken gençlik nerede şimdi? Nerede hapishaneye atılınca uysal olan ama aslında delirmesi ve vahşileşmesi gereken insanoğlu? Nerede düşünebilen hayvanlar? Nerede doğanın getirdiği en üstün yaratıklar?

 

Nerede sahip olmamamız gereken gençlik ateşi? Gezme, öğrenme, sevme arzusu. Nerede tüm insanlığımız? Nerede düşüncelerimiz? Nerede bir işe yarayan icatlarımız? M.Ö. 1000 yılında aletler yapan bu becerikli hayvanlardan daha üstün olmamız gerekirken daha alçakta oluşumuzun sebebi ne peki? Neden hiçbir şey üretemiyoruz? Neden sevinçlerimiz kısa sürüyor? Neden tutkularımız kısa sürüyor?

 

Bizi sokaktaki köpeklerden daha üstün yapan özelliğimiz ne peki? Telefon kullanabiliyor oluşumuz mu? Yoksa bir yerden bir yere giderken araçlara biniyor oluşumuz mu? Nasıl bir farkla ayrıldık diğer hayvanlardan? Neden bize düşünen hayvan demişlerdi? Hala bu tanıma uyuyor muyuz peki? Yoksa artık sadece hayvan mı olduk? Düşünmek kelimesi yasaklandı mı?

 

Nerede kararlılıkla yapmamız gereken işler? Nerede İngilizce öğrenme hevesimiz? Gerçi dil öğrenme, bir araçtan amaca dönüşmüş durumda şu anda. Bu yüzden öğrenilemediğini tespit ettim. Dil öğrenmek, önceden anlayamadığını anlama çabasıdır. Ancak amaca dönüştüğü zaman içi boşalıyor. Tıpkı şimdinin insanları gibi.

 

Nerede kendimize dikkat edişimiz? Sağlığımızı koruyuşumuz nerede? Nerede kilomuza dikkat edişimiz? Nerede öğrenme sevincimiz? Nerede Dionysos? Nerede Zerdüşt? Nerede Apollon? Arıyorum. Tanrım, arıyorum. Ve tanrı kelimesinin bir küfür olarak kullanılması nerede? Tanrı artık bir küfürdür.

 

Özgürlük nerede? Kişi nasıl kendisi olur? Daha iyi olmak için birçok şey yapıyoruz peki kendimiz olmak için ne yapıyoruz? Bilinçle okunması gereken kitaplar vardır. Neredeyse tüm kitaplardır bunlar. Bu kitaplar Schopenhauer’un da dediği gibi derhal ikinci kere okunmalıdır. Hatta tüm kitaplar derhal ikinci kez okunmalıdır. Burada bahsedilen, ikinci kez okununca farklı anlamlar çıkarmak değildir. Bu, kitabı gerçekten anlamak içindir. Eğer bir kitaptan ikinci okuyuşunda farklı bir anlam çıkarıyorsan ilk anlam yanlıştır. Bu yüzden kitabın sonunu bildiğin haliyle, yani kitap biter bitmez derhal tekrar okunmalıdır. Bu, kitabın özümsenmesi değildir, kitabın anlaşılmasıdır. Özümsemek bambaşka bir mevzudur. Belki asla mümkün olmayacak bir şeydir bir kitabı özümsemek. Ancak anlamak da yeterlidir bizim için. Ancak anlamak asla tek okuma ile olmaz. Derhal ikinci kere okunmamış bir kitabı anlaşılmış bir kitap sayamayız. Sadece fikrimiz olur o kitap hakkında. Çünkü sonunu bilmediğin bir kitapta baştaki fikirler dayanaksız kalır. Neden söylendiği bilinmeyen bir cümle nasıl anlamsızsa bu kitap da öyle anlamsız olacaktır ilk kez okunduğunda. Bir cümlenin neden kurulduğu, cümlenin kendisinden daha önemlidir.

 

Ne elde etmek istedin ne elde ettin. Bu mevzu gerçekten mühim bir soru. Bu soru gerçekten sorulmalıdır. Bu sürekli tetikte olmak veya sürekli gardda durmak değildir. Bu ikisi farklı şeylerdir. Ancak bu gelecek tehlikelerden tamamıyla soyutlanmamak demektir. Bir boks maçının içinde olduğunu bilmek demektir. Boks yapmak yetmez, boks maçında olduğunun farkında olmak da gerekir. Nasıl ki sürekli gardda durmak bizi küçültecek ve yoracaksa asla gard almamak da en ufak yumrukta bizi yere yapıştıracaktır. Bu yüzden söylüyoruz her an bir yumruk gelebileceğinin yani bir maçın içinde olduğumuzun farkında olmamız gerekir.

 

Bir mevzuyu ilk defa anlatıyormuş gibi anlatmak için bir coşku gerekir. Yoksa asla anlatılmaz anlatmak için verdiğimiz çabaya değip değmeyeceği önemlidir. Bu yüzden sapıkça zevkler almamız gerekebilir. Bunlardan birisi, karşımızdakini hiç beklemediği şekilde nakavt etmektir. Asla beklemediği bir hamleyle darmadağın etmek karşındakini, güzel, eğlenceli bir sapıklıktır. Bir diğer sapıklık da çok konuşmaktır. Ha ha. Harika. Karşındakinin suratında ‘’artık sus, yeter amk’’ ifadesini görmek mükemmeldir. İnsana içten içe rollercoaster’a binmiş kadar zevk verebilir. Bunun dışında Yalçın Paşa’ya dayanarak, biraz da onun gibi davranarak insanlarla öyle konuşmak ha ha. Bu da harika. Ama en güzel yollardan bir tanesi Schopenhauer’un Eristik Diyalektiğini okuyup özümseyip onu uygulamak olabilir. Gerçekten muazzam bir kitap. Bunun dışında aptal Tongue’fu gibi saçmalıklara bulaşılmamasını öneririm. Aptala anlatır gibi anlatmak etkili olabilir ancak bunu neden yapalım? Ayrıca bu bize değil daha çok karşımızdakine zevk verecektir. Bunu istemiyoruz. Biz anlatmak için bir sebep arıyoruz. Bu da haklı çıkmak olabilir. Başarı bir zevktir. Başarıya giden yol da bir zevktir ancak tuzağa düşülmemesi gerekir bu durumda. Bunu başarısızlığı kabullenme ve savaşa devam etmeme bileti olarak kullanmamalı insan. Bu tuzak ayırt edilmesi zor bir tuzaktır. Başarıyı da aynı şekilde mubah olan yollardan elde etmeliyiz. Bunun dışı bizi ahlak dışılığa iter. Peki biten bir binanın dışındaki iskelelere ihtiyacımız var mı? Ha ha. Her neyse. Ahlak içinde durarak mücadele ettiğimizde ne yaparsak yapalım kazanamamışsak eğer. İyi vuruştu dedirtmek de bir zevktir. Tabi ki üstteki tuzaklara düşülmedikçe. Evet. Burası böyle.

 

İşte yazma inadı da bununla tetikleniyor aslında. Üstte yazdığım satırlar. Yani bir sapıklık. Ufak sapıklıklar, harika bir coşku katabiliyor insana. Bir coşku üretmek çok değerli olduğu için buna tutunmalıyız. Coşku, çok zordur. Yaşlı insanlara, emeklilere lanet ettirmek bir inattır mesela. Veya bir insan senden yalvarmanı istediğinde asla ve asla yalvarmamak, ona istediğini vermemek bir coşkudur. İşkenceye uğradığı halde elindeki sırları düşmanına vermeyen insanın yaşadığı tatmin duygusu mesela. Tüm işkencelere değer bu gerçekten. Bu coşkudur. Coşku, bizim elimizdeki silahtır. Yaşama, ölüme, hayata karşı kullanabileceğimiz harika bir silahtır. Bir diğeri de gülmektir bunların. Birdi, iki oldu. Önce ağlayarak gülmeyi öğrendik. Şimdi ise nihilistliğin kaşarlarından olarak coşkuyu öğrendik. Biz buyuz işte. Biz önce gülmeyi yarattık. Şimdi de coşkuyu yaratıyoruz. Tanrı değiliz. Tanrı bir küfürdür bizde.

 

Bir şeyin değeri. Coşku duyduğumuzun değeri her zaman yadırganacaktır. Bunda şüphe yok. Peki dünya üzerinde yadırganmayacak bir tek eylem gösterebilir misiniz bana? Asla gösteremezsiniz. Hiçbir eylemin değeri yoktur. Her eylem, gerçekleştirilmesi için harcanan değerden daha ucuzdur. Tüm eylemler için geçerlidir bu. Bir eylem, hayata geçiriliyorsa eğer orada bir, değerinden daha pahalıya satın alınma vardır. Eylem, hak ettiğinden daha yüksek bir meblağa satın alınmıştır. Evet. İster coşkuyla yapılsın ister hiç istemeyerek yapılsın, bu değişmez. O eyleme yine de ederinden daha fazla paha verilmiştir. Ancak bunun, bizim için bir önemi yok. Biz eylemi yapmayı paha biçilemez bir koleksiyon gibi görüyoruz. Görmeye çalışıyoruz. Ona coşku yüklüyoruz. Evet, ellerimizle veriyoruz ona bu değeri ancak mühim değil. Ona bu değeri kimin verdiğinin bir önemi yok. Hatta bir eylemin değerini biz koyuyorsak o şey her zaman daha değeri olur. İnsan olmaktır bunun tanımı aslında. İnsan olabilmek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder