Her
şeye başkaldırması gereken, tutku dolu olması gereken gençlik nerede şimdi?
Nerede hapishaneye atılınca uysal olan ama aslında delirmesi ve vahşileşmesi
gereken insanoğlu? Nerede düşünebilen hayvanlar? Nerede doğanın getirdiği en
üstün yaratıklar?
Nerede
sahip olmamamız gereken gençlik ateşi? Gezme, öğrenme, sevme arzusu. Nerede tüm
insanlığımız? Nerede düşüncelerimiz? Nerede bir işe yarayan icatlarımız? M.Ö.
1000 yılında aletler yapan bu becerikli hayvanlardan daha üstün olmamız
gerekirken daha alçakta oluşumuzun sebebi ne peki? Neden hiçbir şey
üretemiyoruz? Neden sevinçlerimiz kısa sürüyor? Neden tutkularımız kısa
sürüyor?
Bizi
sokaktaki köpeklerden daha üstün yapan özelliğimiz ne peki? Telefon
kullanabiliyor oluşumuz mu? Yoksa bir yerden bir yere giderken araçlara biniyor
oluşumuz mu? Nasıl bir farkla ayrıldık diğer hayvanlardan? Neden bize düşünen
hayvan demişlerdi? Hala bu tanıma uyuyor muyuz peki? Yoksa artık sadece hayvan
mı olduk? Düşünmek kelimesi yasaklandı mı?
Nerede
kararlılıkla yapmamız gereken işler? Nerede İngilizce öğrenme hevesimiz? Gerçi
dil öğrenme, bir araçtan amaca dönüşmüş durumda şu anda. Bu yüzden
öğrenilemediğini tespit ettim. Dil öğrenmek, önceden anlayamadığını anlama
çabasıdır. Ancak amaca dönüştüğü zaman içi boşalıyor. Tıpkı şimdinin insanları
gibi.
Nerede
kendimize dikkat edişimiz? Sağlığımızı koruyuşumuz nerede? Nerede kilomuza
dikkat edişimiz? Nerede öğrenme sevincimiz? Nerede Dionysos? Nerede Zerdüşt?
Nerede Apollon? Arıyorum. Tanrım, arıyorum. Ve tanrı kelimesinin bir küfür
olarak kullanılması nerede? Tanrı artık bir küfürdür.
Özgürlük
nerede? Kişi nasıl kendisi olur? Daha iyi olmak için birçok şey yapıyoruz peki
kendimiz olmak için ne yapıyoruz? Bilinçle okunması gereken kitaplar vardır.
Neredeyse tüm kitaplardır bunlar. Bu kitaplar Schopenhauer’un da dediği gibi
derhal ikinci kere okunmalıdır. Hatta tüm kitaplar derhal ikinci kez
okunmalıdır. Burada bahsedilen, ikinci kez okununca farklı anlamlar çıkarmak
değildir. Bu, kitabı gerçekten anlamak içindir. Eğer bir kitaptan ikinci
okuyuşunda farklı bir anlam çıkarıyorsan ilk anlam yanlıştır. Bu yüzden kitabın
sonunu bildiğin haliyle, yani kitap biter bitmez derhal tekrar okunmalıdır. Bu,
kitabın özümsenmesi değildir, kitabın anlaşılmasıdır. Özümsemek bambaşka bir
mevzudur. Belki asla mümkün olmayacak bir şeydir bir kitabı özümsemek. Ancak
anlamak da yeterlidir bizim için. Ancak anlamak asla tek okuma ile olmaz.
Derhal ikinci kere okunmamış bir kitabı anlaşılmış bir kitap sayamayız. Sadece
fikrimiz olur o kitap hakkında. Çünkü sonunu bilmediğin bir kitapta baştaki
fikirler dayanaksız kalır. Neden söylendiği bilinmeyen bir cümle nasıl
anlamsızsa bu kitap da öyle anlamsız olacaktır ilk kez okunduğunda. Bir
cümlenin neden kurulduğu, cümlenin kendisinden daha önemlidir.
Ne
elde etmek istedin ne elde ettin. Bu mevzu gerçekten mühim bir soru. Bu soru
gerçekten sorulmalıdır. Bu sürekli tetikte olmak veya sürekli gardda durmak
değildir. Bu ikisi farklı şeylerdir. Ancak bu gelecek tehlikelerden tamamıyla
soyutlanmamak demektir. Bir boks maçının içinde olduğunu bilmek demektir. Boks
yapmak yetmez, boks maçında olduğunun farkında olmak da gerekir. Nasıl ki
sürekli gardda durmak bizi küçültecek ve yoracaksa asla gard almamak da en ufak
yumrukta bizi yere yapıştıracaktır. Bu yüzden söylüyoruz her an bir yumruk
gelebileceğinin yani bir maçın içinde olduğumuzun farkında olmamız gerekir.
Bir
mevzuyu ilk defa anlatıyormuş gibi anlatmak için bir coşku gerekir. Yoksa asla
anlatılmaz anlatmak için verdiğimiz çabaya değip değmeyeceği önemlidir. Bu
yüzden sapıkça zevkler almamız gerekebilir. Bunlardan birisi, karşımızdakini
hiç beklemediği şekilde nakavt etmektir. Asla beklemediği bir hamleyle
darmadağın etmek karşındakini, güzel, eğlenceli bir sapıklıktır. Bir diğer
sapıklık da çok konuşmaktır. Ha ha. Harika. Karşındakinin suratında ‘’artık
sus, yeter amk’’ ifadesini görmek mükemmeldir. İnsana içten içe rollercoaster’a
binmiş kadar zevk verebilir. Bunun dışında Yalçın Paşa’ya dayanarak, biraz da
onun gibi davranarak insanlarla öyle konuşmak ha ha. Bu da harika. Ama en güzel
yollardan bir tanesi Schopenhauer’un Eristik Diyalektiğini okuyup özümseyip onu
uygulamak olabilir. Gerçekten muazzam bir kitap. Bunun dışında aptal Tongue’fu
gibi saçmalıklara bulaşılmamasını öneririm. Aptala anlatır gibi anlatmak etkili
olabilir ancak bunu neden yapalım? Ayrıca bu bize değil daha çok karşımızdakine
zevk verecektir. Bunu istemiyoruz. Biz anlatmak için bir sebep arıyoruz. Bu da
haklı çıkmak olabilir. Başarı bir zevktir. Başarıya giden yol da bir zevktir
ancak tuzağa düşülmemesi gerekir bu durumda. Bunu başarısızlığı kabullenme ve
savaşa devam etmeme bileti olarak kullanmamalı insan. Bu tuzak ayırt edilmesi
zor bir tuzaktır. Başarıyı da aynı şekilde mubah olan yollardan elde etmeliyiz.
Bunun dışı bizi ahlak dışılığa iter. Peki biten bir binanın dışındaki
iskelelere ihtiyacımız var mı? Ha ha. Her neyse. Ahlak içinde durarak mücadele
ettiğimizde ne yaparsak yapalım kazanamamışsak eğer. İyi vuruştu dedirtmek de
bir zevktir. Tabi ki üstteki tuzaklara düşülmedikçe. Evet. Burası böyle.
İşte
yazma inadı da bununla tetikleniyor aslında. Üstte yazdığım satırlar. Yani bir
sapıklık. Ufak sapıklıklar, harika bir coşku katabiliyor insana. Bir coşku
üretmek çok değerli olduğu için buna tutunmalıyız. Coşku, çok zordur. Yaşlı
insanlara, emeklilere lanet ettirmek bir inattır mesela. Veya bir insan senden
yalvarmanı istediğinde asla ve asla yalvarmamak, ona istediğini vermemek bir
coşkudur. İşkenceye uğradığı halde elindeki sırları düşmanına vermeyen insanın
yaşadığı tatmin duygusu mesela. Tüm işkencelere değer bu gerçekten. Bu
coşkudur. Coşku, bizim elimizdeki silahtır. Yaşama, ölüme, hayata karşı
kullanabileceğimiz harika bir silahtır. Bir diğeri de gülmektir bunların.
Birdi, iki oldu. Önce ağlayarak gülmeyi öğrendik. Şimdi ise nihilistliğin
kaşarlarından olarak coşkuyu öğrendik. Biz buyuz işte. Biz önce gülmeyi
yarattık. Şimdi de coşkuyu yaratıyoruz. Tanrı değiliz. Tanrı bir küfürdür
bizde.
Bir
şeyin değeri. Coşku duyduğumuzun değeri her zaman yadırganacaktır. Bunda şüphe
yok. Peki dünya üzerinde yadırganmayacak bir tek eylem gösterebilir misiniz
bana? Asla gösteremezsiniz. Hiçbir eylemin değeri yoktur. Her eylem,
gerçekleştirilmesi için harcanan değerden daha ucuzdur. Tüm eylemler için
geçerlidir bu. Bir eylem, hayata geçiriliyorsa eğer orada bir, değerinden daha
pahalıya satın alınma vardır. Eylem, hak ettiğinden daha yüksek bir meblağa
satın alınmıştır. Evet. İster coşkuyla yapılsın ister hiç istemeyerek yapılsın,
bu değişmez. O eyleme yine de ederinden daha fazla paha verilmiştir. Ancak
bunun, bizim için bir önemi yok. Biz eylemi yapmayı paha biçilemez bir
koleksiyon gibi görüyoruz. Görmeye çalışıyoruz. Ona coşku yüklüyoruz. Evet,
ellerimizle veriyoruz ona bu değeri ancak mühim değil. Ona bu değeri kimin
verdiğinin bir önemi yok. Hatta bir eylemin değerini biz koyuyorsak o şey her
zaman daha değeri olur. İnsan olmaktır bunun tanımı aslında. İnsan olabilmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder