Birisinin sana vermediği
şeyi zorla istemek, bunu dayatmak, dayatmasan bile içten içe istemek ayıptır.
Ayıpların ayıbıdır hatta.
Birisinin sana bir şey
vermesini istiyorsan bunu dilenerek, ısrar ederek, trip atarak elde etmek
onursuzlaşmak, insanlığını kaybetmektir. Bunu yaptığını hissettiğin anda bu
hatadan dönüp istemeyi bırakmak gerekir. O ödül, bir ödül olmaktan çıkmış,
artık senin insanlığını yitirmene yol açan bir tuzağa dönüşmüştür. Onu elde
etmek veya edememek önemsizdir artık.
Birisi sana bir şeyi
zorla verecekse eğer, vermemesi daha iyidir. Gururumuz var bizim, yavşak
değiliz. Biz, bizi asmayın diye yalvarmayız, biz kendi idam sehpamızı
tekmeleriz.
Birisinin bize 3 birim
değer verdiğini varsayalım. Bu noktada tutup o kişiye ‘’neden bana 10 birim
değer vermiyorsun’’ demek eblehliktir. 3 birim değer görüyorsan eğer
yapabileceğin en aşırı tepki, senin de karşındakine 3 birim değer vermen
olabilir ancak. Bunun birazcık bile ötesine geçmek, saldırganlaşmaktır.
Bir kişiye yumruk atmadan
da o kişiye vurulabilirsin. Ve saldırganlaşmak, birisine yumruk atmadan ona
vurmak demektir.
Biz hiç kimseye durduk
yere vurmayız. Vuracaksak eğer, vurmamızın mantıklı bir sebebi olmalıdır ve bu
sebep asla istediğimiz bir şeyin yapılmaması olamaz. Eğer olursa bu noktada
gaddar, zalim, iğrenç ve köle ahlaklı bir yaratığa dönüşmüş oluruz.
Köle ahlakı, güçlü olanın
her zaman her şeyi hakettiğini söyler. Biz burada duramayız. Bir sözleşme
olmadığı takdirde, sırf güçlü olduğun için bir şeyleri elde etmenin ‘’ahlak’’ olduğunu
kabul edemeyiz.
Bu noktada, yanımızda
olmayan birisine ‘’neden yanımda değilsin’’ demenin de saçmalığını gözler önüne
seriyoruz. Birisi yanımızda olmamayı tercih ediyorsa, bu durumda bizim
yapabileceğimiz, yapmamamız gereken ve yapacağımız hiçbir şey yoktur. Bu, çok
açık.
Bir de vermek var. Bizim
vermemiz mevzubahis şu anda. Bir şeyi verirken asla ama sala karşılık
beklediğimiz için vermemeliyiz. Bu da ahlaksızlıktır. Birisine karşılık
istemeden 1.000.000 dolar verip sonra ondan bir şeyler istemek ne kadar
ahlaksızlıksa, bu mantıkla verilen her şey de ahlaksızlıktır. Karşılığında
henüz bir şey istenmese bile bu mantıkla vermek ahlaksızcadır.
Birisine 1.000.000 dolar
verdikten sonra o adam, ondan istediğimiz her şeyi yapar. Yapmak istemese bile
yapar. ‘’lan adam o kadar para verdi bunu mu yapmayacağım’’ der ve yapar. Bu
karşındakini ezmektir. Ezmek, ahlaksızcadır.
Verilen şeyin
meblağsından veya niteliğinden bağımsız olarak bir şeyi ezmek için vermek
ahlaksız olduğu gibi, verilen şeyin, o amaçla verilmese bile sonradan o mantığa
bürünebilme ihtimali de ahlaksızdır. ‘’lan adama o kadar para verdik şimdi
küçük bir isteğimiz oldu ama onu bile yapmıyor’’ denildiği anda ahlaksız
olmuşuzdur. Buraya savrulmamalıyız.
Öfke, zayıflık; keder,
gurur göstergesidir. Birisine, yaptığı bir şeyden dolay öfke duyuyorsan zayıf
olduğun ortadadır. Zayıf olduğun için öfkeleniyorsundur. Ancak eğer güçlü
olsaydın, ona karşı öfke değil, sana yaptığı şeyden dolayı keder duyardın. Sana
yapmasından dolayı da değil, aranızdaki ilişki ve değerin yüceliğine yapılan
hakaretten dolayı.
Öfke, yataktaki sigara
külüne benzer. Dedektiflikte küllüğe bakmak yetmez, yatağa da bakılmalıdır.
Ortada öfke varsa, orada aynı zamanda bir köle ahlakı da vardır.
İdam sehpasına kendisi
çıkıp, ilmeği kendi boğazından kendisi geçiren kadın, tam bir gurur örneğidir.
İnsanların eskiden gururları vardı. Kendilerine değer veriyorlardı. Verdikleri
değer sadece yaşamalarına değil, değerli yaşamalarınaydı. İşte bu yüzden ‘’beni
asma’’ demek yerine, asılırken dimdik durup ilmeği boyunlarından kendileri
geçirebiliyorlardı.
Eskiden, şimdikinin aksine, ‘’pişmanım, yapma,
etme’’ demek yerine ’’evet, yaptım ve yine olsa yine yaparım, cezama da
razıyım’’ deniliyordu. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek yoktu. Yani
insanlar eskiden, daha çok insanlardı. Ve eskiden; acı, şimdiki kadar
acıtmıyordu canları.
İnsanlar yaşamayı sayı
olarak görmüyorlardı. Bir olaylar bütünü olarak da görmüyorlardı yaşamı. Duygu
olarak görüyorlardı. Medeniyetten önce, yani insanın gerçekten insan olabildiği
zamanlarda; lirik, sayıdan önemliydi. Daha fazla yaşamak için lirikten ödün
verilmezdi. Aksine daha çok yaşamak, liriğin verdiği tatmini vermiyordu
insanlara.
Sayı değildi yaşamak
sadece. Tarih, o kadar da önemli sayılmıyordu eskiden. Eskiden zaman, şimdiki
kadar hızlı akmıyordu. Tarih, değerli değildi ve bu yüzden tarihçi gibi
yaşamanın da önemi yoktu. 20, 30, 40, 60 yıl değildi insanın istediği hatta
buna gereksinmiyordu bile eski zaman insanları.
Sadece ve sadece
insanların sana verdiği şeylerle ilgili düşünmelisin. Vermedikleri veya önceden
verip artık vermekten vazgeçtikleri şeyleri de düşünmemeli ve bunlar üzerinde
bir hakka sahipmiş gibi onlar için duygulanmamalı insan.
Duygulanımları düşünmek,
verilmeyenleri düşünmek, acizliktir. Kimse bize hiçbir şey vermek zorunda
değil. Verirse evet, mutlu oluruz. Vermezse, zaten neden vermesi gereksin ki?
Hali hazırda zaten herkes bize hiçbir şey vermiyor. Kimsenin de vermesini
beklemiyoruz, çünkü neden bekleyelim? Verilmesini beklemek, saçmalamaktır.
Verilmeyeni istemek, saçmalıktır.
Emretmeyi öğrenmeli insan
ama önce kendisine emretmeyi öğrenmeli. Deve, aslan, bebek.
İnsanlar, her zaman
‘’iyi’’ olmak için son anı beklerler ve asla ‘’iyi’’ olamazlar.
İyilik denilen şey bir
anlık değildir. Hep o mükemmel an için bekleyip o arada hiçbir şey yapmadan
beklersen iyi birisi olamazsın. Olsan bile, bir işe yaramaz bu.
Olması gereken, her daim
iyi olmaktır. Nasıl her daim? Mesela insanlarla sürekli kavga edip sonra küslük
noktasına geldiğinde canın istemese bile iyi davranmak. Bu, güzeldir, evet.
Epiktir de. ‘’İyi ayrıldık’’, ‘’kötü bir şey söylemedik birbirimize’’ vs.
Bunlar çok güzel ve değerli şeyler, ama.
Ama bir de şöyle düşün;
ilişki sırasında da hiç kötü bir söz söylememek, sürekli iyi geçinmek daha
harika olmaz mıydı? Alttan almak, ses çıkarmamak olarak algılanmasın bu. Sadece
eğer böyle olursa ben yokum demek yeterli. Bağırmadan, kızmadan, vurmadan,
sinirlenmeden, trip atmadan, küsmeden. Kötü hislerden sadece ve sadece
‘’keder’’ duygusuna kapılınılabilir. Sadece gururlu ve yoğun bir keder.
Her zaman son anı
beklemek ve o anın asla gelmemesi şeklinde cereyan eder olaylar genelde.
Karşılıklı bağrışmalar, küfürler, kavgalar olur. Ama en sonunda artık bir daha
konuşmayacak şekilde küsme noktasına gelince az önce birbirlerine
öldüreceklermiş gibi dayılanan iki taraf da birden son derece medeni bir
şekilde ‘’tamam o halde, iyi birisin, güzeldi her şey’’ vs gibi laflar eder. Ha
ha. Saçmalığa bakın sayın bakan. Resmen bir tiyatro sahnesi. İğrenç.
Bunun yerine durduğumuz
noktayı adam akıllı ayarlamalıyız. Biz, asla ve asla epik bir son peşinde
koşmamalıyız. Lirik şekilde yaşarız hayatımızı. Her daim bu, böyle olur.
Karşımızdaki kişinin tavrı, hareketleri; bizim ona olan tavrımızın,
hareketlerimizin belirleyicisi olamaz. Yön verir elbette ama asla belirleyicisi
olamaz. Biz iyiyizdir ve iyi davranıyoruzdur. İşte bu kadarı bağlar bizi. İyi
olmak için ilişkinin sonunu beklemek saçmadır, gereksizdir, aptalcadır ve üzülerek
söylüyorum ki köylülüktür.
Biz, liriği istemeliyiz.
Eski insanlar gibi, insan olmak için buna ihtiyacımız var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder