20 Ekim 2019 Pazar

Liriği İstemek


Birisinin sana vermediği şeyi zorla istemek, bunu dayatmak, dayatmasan bile içten içe istemek ayıptır. Ayıpların ayıbıdır hatta.

 

Birisinin sana bir şey vermesini istiyorsan bunu dilenerek, ısrar ederek, trip atarak elde etmek onursuzlaşmak, insanlığını kaybetmektir. Bunu yaptığını hissettiğin anda bu hatadan dönüp istemeyi bırakmak gerekir. O ödül, bir ödül olmaktan çıkmış, artık senin insanlığını yitirmene yol açan bir tuzağa dönüşmüştür. Onu elde etmek veya edememek önemsizdir artık.

 

Birisi sana bir şeyi zorla verecekse eğer, vermemesi daha iyidir. Gururumuz var bizim, yavşak değiliz. Biz, bizi asmayın diye yalvarmayız, biz kendi idam sehpamızı tekmeleriz.

 

Birisinin bize 3 birim değer verdiğini varsayalım. Bu noktada tutup o kişiye ‘’neden bana 10 birim değer vermiyorsun’’ demek eblehliktir. 3 birim değer görüyorsan eğer yapabileceğin en aşırı tepki, senin de karşındakine 3 birim değer vermen olabilir ancak. Bunun birazcık bile ötesine geçmek, saldırganlaşmaktır.

 

Bir kişiye yumruk atmadan da o kişiye vurulabilirsin. Ve saldırganlaşmak, birisine yumruk atmadan ona vurmak demektir.

 

Biz hiç kimseye durduk yere vurmayız. Vuracaksak eğer, vurmamızın mantıklı bir sebebi olmalıdır ve bu sebep asla istediğimiz bir şeyin yapılmaması olamaz. Eğer olursa bu noktada gaddar, zalim, iğrenç ve köle ahlaklı bir yaratığa dönüşmüş oluruz.

 

Köle ahlakı, güçlü olanın her zaman her şeyi hakettiğini söyler. Biz burada duramayız. Bir sözleşme olmadığı takdirde, sırf güçlü olduğun için bir şeyleri elde etmenin ‘’ahlak’’ olduğunu kabul edemeyiz.

Bu noktada, yanımızda olmayan birisine ‘’neden yanımda değilsin’’ demenin de saçmalığını gözler önüne seriyoruz. Birisi yanımızda olmamayı tercih ediyorsa, bu durumda bizim yapabileceğimiz, yapmamamız gereken ve yapacağımız hiçbir şey yoktur. Bu, çok açık.

 

Bir de vermek var. Bizim vermemiz mevzubahis şu anda. Bir şeyi verirken asla ama sala karşılık beklediğimiz için vermemeliyiz. Bu da ahlaksızlıktır. Birisine karşılık istemeden 1.000.000 dolar verip sonra ondan bir şeyler istemek ne kadar ahlaksızlıksa, bu mantıkla verilen her şey de ahlaksızlıktır. Karşılığında henüz bir şey istenmese bile bu mantıkla vermek ahlaksızcadır.

 

Birisine 1.000.000 dolar verdikten sonra o adam, ondan istediğimiz her şeyi yapar. Yapmak istemese bile yapar. ‘’lan adam o kadar para verdi bunu mu yapmayacağım’’ der ve yapar. Bu karşındakini ezmektir. Ezmek, ahlaksızcadır.

 

Verilen şeyin meblağsından veya niteliğinden bağımsız olarak bir şeyi ezmek için vermek ahlaksız olduğu gibi, verilen şeyin, o amaçla verilmese bile sonradan o mantığa bürünebilme ihtimali de ahlaksızdır. ‘’lan adama o kadar para verdik şimdi küçük bir isteğimiz oldu ama onu bile yapmıyor’’ denildiği anda ahlaksız olmuşuzdur. Buraya savrulmamalıyız.

 

Öfke, zayıflık; keder, gurur göstergesidir. Birisine, yaptığı bir şeyden dolay öfke duyuyorsan zayıf olduğun ortadadır. Zayıf olduğun için öfkeleniyorsundur. Ancak eğer güçlü olsaydın, ona karşı öfke değil, sana yaptığı şeyden dolayı keder duyardın. Sana yapmasından dolayı da değil, aranızdaki ilişki ve değerin yüceliğine yapılan hakaretten dolayı.

 

Öfke, yataktaki sigara külüne benzer. Dedektiflikte küllüğe bakmak yetmez, yatağa da bakılmalıdır. Ortada öfke varsa, orada aynı zamanda bir köle ahlakı da vardır.

 

İdam sehpasına kendisi çıkıp, ilmeği kendi boğazından kendisi geçiren kadın, tam bir gurur örneğidir. İnsanların eskiden gururları vardı. Kendilerine değer veriyorlardı. Verdikleri değer sadece yaşamalarına değil, değerli yaşamalarınaydı. İşte bu yüzden ‘’beni asma’’ demek yerine, asılırken dimdik durup ilmeği boyunlarından kendileri geçirebiliyorlardı.

 

 Eskiden, şimdikinin aksine, ‘’pişmanım, yapma, etme’’ demek yerine ’’evet, yaptım ve yine olsa yine yaparım, cezama da razıyım’’ deniliyordu. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek yoktu. Yani insanlar eskiden, daha çok insanlardı. Ve eskiden; acı, şimdiki kadar acıtmıyordu canları.

 

İnsanlar yaşamayı sayı olarak görmüyorlardı. Bir olaylar bütünü olarak da görmüyorlardı yaşamı. Duygu olarak görüyorlardı. Medeniyetten önce, yani insanın gerçekten insan olabildiği zamanlarda; lirik, sayıdan önemliydi. Daha fazla yaşamak için lirikten ödün verilmezdi. Aksine daha çok yaşamak, liriğin verdiği tatmini vermiyordu insanlara.

 

Sayı değildi yaşamak sadece. Tarih, o kadar da önemli sayılmıyordu eskiden. Eskiden zaman, şimdiki kadar hızlı akmıyordu. Tarih, değerli değildi ve bu yüzden tarihçi gibi yaşamanın da önemi yoktu. 20, 30, 40, 60 yıl değildi insanın istediği hatta buna gereksinmiyordu bile eski zaman insanları.

 

Sadece ve sadece insanların sana verdiği şeylerle ilgili düşünmelisin. Vermedikleri veya önceden verip artık vermekten vazgeçtikleri şeyleri de düşünmemeli ve bunlar üzerinde bir hakka sahipmiş gibi onlar için duygulanmamalı insan.

 

Duygulanımları düşünmek, verilmeyenleri düşünmek, acizliktir. Kimse bize hiçbir şey vermek zorunda değil. Verirse evet, mutlu oluruz. Vermezse, zaten neden vermesi gereksin ki? Hali hazırda zaten herkes bize hiçbir şey vermiyor. Kimsenin de vermesini beklemiyoruz, çünkü neden bekleyelim? Verilmesini beklemek, saçmalamaktır. Verilmeyeni istemek, saçmalıktır.

 

Emretmeyi öğrenmeli insan ama önce kendisine emretmeyi öğrenmeli. Deve, aslan, bebek.

 

İnsanlar, her zaman ‘’iyi’’ olmak için son anı beklerler ve asla ‘’iyi’’ olamazlar.

 

İyilik denilen şey bir anlık değildir. Hep o mükemmel an için bekleyip o arada hiçbir şey yapmadan beklersen iyi birisi olamazsın. Olsan bile, bir işe yaramaz bu.

 

Olması gereken, her daim iyi olmaktır. Nasıl her daim? Mesela insanlarla sürekli kavga edip sonra küslük noktasına geldiğinde canın istemese bile iyi davranmak. Bu, güzeldir, evet. Epiktir de. ‘’İyi ayrıldık’’, ‘’kötü bir şey söylemedik birbirimize’’ vs. Bunlar çok güzel ve değerli şeyler, ama.

 

Ama bir de şöyle düşün; ilişki sırasında da hiç kötü bir söz söylememek, sürekli iyi geçinmek daha harika olmaz mıydı? Alttan almak, ses çıkarmamak olarak algılanmasın bu. Sadece eğer böyle olursa ben yokum demek yeterli. Bağırmadan, kızmadan, vurmadan, sinirlenmeden, trip atmadan, küsmeden. Kötü hislerden sadece ve sadece ‘’keder’’ duygusuna kapılınılabilir. Sadece gururlu ve yoğun bir keder.

 

Her zaman son anı beklemek ve o anın asla gelmemesi şeklinde cereyan eder olaylar genelde. Karşılıklı bağrışmalar, küfürler, kavgalar olur. Ama en sonunda artık bir daha konuşmayacak şekilde küsme noktasına gelince az önce birbirlerine öldüreceklermiş gibi dayılanan iki taraf da birden son derece medeni bir şekilde ‘’tamam o halde, iyi birisin, güzeldi her şey’’ vs gibi laflar eder. Ha ha. Saçmalığa bakın sayın bakan. Resmen bir tiyatro sahnesi. İğrenç.

 

Bunun yerine durduğumuz noktayı adam akıllı ayarlamalıyız. Biz, asla ve asla epik bir son peşinde koşmamalıyız. Lirik şekilde yaşarız hayatımızı. Her daim bu, böyle olur. Karşımızdaki kişinin tavrı, hareketleri; bizim ona olan tavrımızın, hareketlerimizin belirleyicisi olamaz. Yön verir elbette ama asla belirleyicisi olamaz. Biz iyiyizdir ve iyi davranıyoruzdur. İşte bu kadarı bağlar bizi. İyi olmak için ilişkinin sonunu beklemek saçmadır, gereksizdir, aptalcadır ve üzülerek söylüyorum ki köylülüktür.

 

Biz, liriği istemeliyiz. Eski insanlar gibi, insan olmak için buna ihtiyacımız var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder