26 Mayıs 2018 Cumartesi

Düşünceler - Marcus Aurelius


Zenon, önce yerleşik ahlak yaklaşımlarının köklü bir eleştirisini yapmış, insan için gerçek, iyi’nin; sağlık, zenginlik ya da mutluluğu dünyasal başarıya bağlayan herhangi bir değerler dizisi olmadığını savunarak, kesin anlamda yalnızca erdem ve erdemsizliğin iyi ve kötü sayılabileceğini belirtmiştir. Zenon’a göre, erdem; bütünlüğe ve dinginliğe ulaşmış bir zihin durumu olarak her zaman yararlı, erdemsizlik ise parçaları arasında sağlam ilişkilerden yoksun, dolayısıyla huzursuz bir zihin durumu olarak her zaman zararlıdır.

Korku, tutku, üzüntü gibi duygusal çalkantılar erdemsizliğin göstergeleridir; çünkü güçsüz ve kendi içinde bölünmüş bir zihinden kaynaklanırlar. Oysa her zaman iyiye sahip olan erdemli insan, dengeli ve dingindir; sıradan insanları sarsan geçici olaylar onun erdemini etkilemez. Erdemli insan kendisinin ve başkalarının maddi koşullarını iyileştirmek için çalışır ancak bu eylemlerinin değeri, dışarıdan bakıldığında görülen başarısıyla değil, yöneldiği amacın erdemliliğiyle ölçülür.

 “...insan yaşlı da ölse genç de ölse, ölünce aynı şeyi yitirir: şimdiki zaman insanın yoksun kalabileceği biricik şeydir, çünkü sahip olduğu biricik şeydir, hiç kimse sahip olmadığı bir şeyi yitiremez.”

rastgele ve boş şeylerin, özellikle de merak ve kötülüğün düşüncelerinin arasına girmesine izin vermemelisin; sana ansızın “Şu anda ne düşünüyorsun?” diye soracak olurlarsa, hiç duraksamadan, açıkça “Şunu, şunu” diye yanıtlayabileceğin şeyleri düşünmelisin yalnızca.

 “Ben ne şanssızmışım ki, bu utanç verici olay başıma geldi!” Tam tersi. “Ne şanslıyım, çünkü başıma gelen utanç verici şeye karşın, yılgınlığa kapılmıyorum, ne şimdiki zaman eziyor beni, ne gelecek ürkütüyor.” Bu tür bir şanssızlık aslında herkesin başına gelebilir, ama herkes yılgınlığa kapılmamayı başaramaz. Öyleyse, neden, bu bir şanslılık değil de, şanssızlık olsun?

Bir şeyi başarmak sana zor geliyorsa, bunun insan yeteneğini aşan bir şey olduğunu düşünme hemen; tersine, bir şey olanaklı ve insanın yapabileceği bir şeyse, senin de onu başarabileceğini düşün.

Beden eğitimi sırasında kazara biri bizi tırmalar, ya da kafa vurursa, ona kızmayız, alınmayız, ya da  bize kötülük etmek isteyen biri gibi kuşkuyla bakmayız ona; tetikte oluruz, kuşkusuz, ama düşmanımızmış gibi, ya da güvensizlikle değil, efendice kaçınırız ondan. Yaşamın başka alanlarında da böyle davranmalıyız: bizim gibi beden eğitimi yapanlardan gelebilecek şeyleri göz önünde tutmalıyız; çünkü dediğim gibi, güvensizlik ya da nefret duymaksızın önleyebiliriz onları.

Eğer birisi, fikirlerimin ve eylemlerimin yanlış olduğunu kanıtlayarak beni ikna ederse, seve seve değiştiririm onları, çünkü benim aradığım gerçekliktir, gerçeklikten kimse zarar görmez, yanılgılarında ve bilgisizliklerinde direnenlerden başka.

Neşelenmek istediğinde, çevrende yaşayanların iyi niteliklerini düşün: örneğin, birinin enerjisi, ötekinin sakınganlığı, bir üçüncüsünün cömertliği, bir başkasının bir başka niteliği. Hiçbir şey çevremizdeki insanların karakterlerine yansıyan erdemlerinin imgeleri kadar memnunluk verici değildir, özellikle hepsi de bir aradaysa. Öyleyse, bu örnekleri hep aklında tut.

Başkalarının söylediklerini dikkatle dinlemeye alıştır kendini ve olabildiğince konuşanın zihnine girmeye  çalış.

Söylediğin her sözcüğü tart; attığın her adıma dikkat et. Verdiğin her kararın ne gibi sonuçları olacağını düşün. Bu ikinci durumda, amacın ne olduğunu daha başından gör; birinci durumda ise sözcüklerin ne anlama geldiğine dikkat et. Gelecek için kaygılanma; çünkü varman gerektiğinde, yaracaksın oraya, şimdi yararlandığın usu da birlikte götürerek. Dik dur, ya da başkaları ayakta tutsun seni. Başkaları ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, ben kendi adıma iyi bir insan olmalıyım. Tıpkı zümrüt —ya da altın yahut erguvan— kendi kendine durmadan şöyle diyormuş gibi: “Başkaları ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, kendi adıma ben zümrüt olarak kalacağım, rengimi  koruyacağım.”

Başına ne gelirse gelsin, başlarına aynı şey gelince üzülen, şaşkına dönen, sızlanan insanları getir gözünün önüne. Şimdi nerede bu insanlar? Hiçbir yerde. Öyleyse? Sen de onlar gibi mi yapmak istersin? Doğalarına öylesine yabancı olan bu duyguları, onları kışkırtan ve onlara boyun eğdiren bu duyguları niçin onlara bırakarak, kendi adına, tümüyle, başına gelenlerden en iyi biçimde nasıl yararlanacağın üstünde odaklanmıyorsun? Çünkü böylece ondan yararlanabilir, malzeme olarak kullanırsın onu. Yeter ki dikkat et, yaptığın her şeyde kendine iyi bir görünüş sunmaya karar ver; şu iki noktayı aklından çıkarma: nasıl davrandığın ahlaksal bakımdan önem taşır; kullandığın malzeme ise kendi başına ne iyi, ne de  kötüdür.

Karakterin yetkinliği şurada yatar: her günü son günmüş gibi yaşamak, telaşsız, uyuşuk olmaksızın, yapmacıksız. İnsanın, kendi kötülüğünden kaçınmaya çalışmaması —ki bu olanaklı bir şeydir— ama başkalarının kötülüğünden kaçınmaya çalışması —ki bu olanaksız bir şeydir— ne gülünç. Ne zaman bir iyilik etsen ve biri ondan yararlansa, neden aptalların yaptıkları gibi, ayrıca üçüncü bir ödül beklersin, iyilik ettiğinin bilinmesini ya da buna karşılık sana iyilik edilmesini istersin? Hiç kimse iyilik görmekten bıkmaz, iyilik etmek doğaya uygun bir davranıştır. Öyleyse, başkalarına iyilik ederek iyilik bulmaktan bıkma.

Durumu iyice kavradınsa, başkalarının hakkında ne düşüneceklerini bir yana bırak ve yaşamının geri kalanını, uzun olsun, kısa olsun, kendi doğanın istediği gibi yaşamakla  yetin. Öyleyse doğanın ne istediği üstünde düşün ve başka hiçbir şeyin yolunu saptırmasına izin verme; çünkü mutlu yaşamı bulamaksızın ne çok yollarda dolaşıp durduğunu yaşam deneyiminden biliyorsun: ne usavurmalarda, ne varsıllıkta, ne ünde, ne tensel hazlarda, ne de başka bir yerdedir mutlu yaşam. Öyleyse nerede bulacaksın onu? İnsan doğasının gerektirdiğini yapmakta. Peki bu nasıl yapılabilir? Güdüleri ve eylemleri yönetecek sağlam ilkelere sahip olarak. Nelerdir bu ilkeler? İyi ve kötüyle ilgili, bize; insanı adil, ılımlı, yürekli ve özgür kılan şeylerden başka hiçbir şeyin iyi olmadığını; kötülüklere yol açan şeylerden başka hiçbir şeyin kötü olmadığını öğreten ilkelerdir.

Hiç kimseyi suçlamamalısın. Eğer elinden geliyorsa, insanı düzelt; gelmiyorsa sorunun kendisini; onu da yapamıyorsan, suçlamak neye yarar? Çünkü hiçbir şey amaçsız  yapılmamalı. Karşındaki sorun neyse, onun üstünde odaklan, ister bir nesne, ister bir etkinlik, ister bir ahlak kuramı ya da sözcüklerin anlamı olsun.

Yaşamını bir bütün olarak düşünüp kaygılanma. Geçmişte başına gelen, gelecekte de gelecek olan birçok çeşitli sıkıntıyı hep bir arada düşünme, karşına çıkacak her sıkıntı için kendi kendine şunu sor: “Bunda dayanılmaz, katlanılmaz olan ne var?”. Yanıtın yüzünü kızartırdı!

Tanrılar ya güçlüdürler, ya değildirler. Güçlü değilseler, niçin onlara yakarıyorsun? Eğer güçlüyseler, niçin, bütün bunlardan korkmama, onları istememe, bunlardan ötürü üzülmeme yetisini sana bağışlamaları için yakarmıyorsun onlara, belli bir şeyin olması ya da olmaması için yakaracak yerde?

Ama her şeyden önce, birini sadakatsizlik ya da vefasızlıkla suçladığında, dikkatini kendine çevir, çünkü suçun sende olduğu açıktır; bu karakterde birinin sözünü tutacağına güvendiğin ya da birine bir iyilik ettiğin zaman bunu karşılık beklemeksizin ve iyiliğinin meyvesini, salt o eylemi yapmakla aldığın inancıyla yapmadığın için. Daha ne istiyorsun, dostum? İyilik etmekle kendi doğana uygun olarak davranmış olman sana yetmiyor mu da, bir ödül bekliyorsun karşılığında?

Hiç kimse senin içtenliksiz olduğunu ya da dürüst olmadığını haklı olarak söyleyemesin; senin için buna benzer şeyler söyleyen kişi yalan söylesin. Bu senin gücünün sınırları içindedir; senin dürüst ve içten olmanı kim engelleyebilir? Artık böyle olamıyorsan yaşamayı sürdürmemeye karar vermelisin; böyle olmamanı us da onaylamaz.

Birisi beni küçümseyecek mi? Varsın küçümsesin. Ama ben kendi adıma kimsenin küçümsenecek bir şey yaptığımı ya da söylediğimi görmemesi için özen gösteririm. Birisi benden nefret mi edecek? Varsın etsin. Ama ben herkese karşı iyiliksever ve iyi niyetli olmayı sürdüreceğim, özellikle de o kişiye hatasını göstermeye hazır olacağım; ama onu kınayarak ya da sabrımla ona gösteriş yapmaksızın, içtenlikli ve sevecen bir biçimde yapacağım bunu,

 “Sana dürüst davranmak istiyorum” diyen kişi, nasıl da yozdur, nasıl da ikiyüzlüdür. Sen ne yapıyorsun arkadaş? Bu sözlere ne gerek var? Gerçek kendiliğinden açıklığa kavuşacak. Yüzünde yazmalı, sesinde yankılanmalı, gözlerinde parlamalı, tıpkı sevilenin, sevenin gözlerinde her şeyi hemen okuması gibi.

sen kendin de sık sık yanlış yapıyorsun, tıpkı ötekiler gibisin; bazı yanlışlardan kaçındığın doğruysa da, gene de bu yanlışlara eğilimin var; ödleklik, başkaları ne der korkusu ya da bu tür başka bir kötülükten ötürü çekiniyorsun yanlış yapmaktan.

Öfke ve üzüntü, bize, bizi öfkelendiren ya da üzen şeylerin kendilerinden çok daha fazla zararverir.

İyilik; sahici ve yapmacıklıktan ya da iki yüzlülükten uzak olduğunda, alt edilmezdir. İnsanların en küstahı bile; ona karşı iyi niyetli olmayı sürdürürsen, uygun olduğunda, sana zarar vermeye çalıştığı anda ona yanlışını dingince gösterebilirsen, ne kötülük yapabilir sana? “Hayır,

İyilik; sahici ve yapmacıklıktan ya da iki yüzlülükten uzak olduğunda, alt edilmezdir. İnsanların en küstahı bile; ona karşı iyi niyetli olmayı sürdürürsen, uygun olduğunda, sana zarar vermeye çalıştığı anda ona yanlışını dingince gösterebilirsen, ne kötülük yapabilir sana?

Epiktetos, insanın kendi çocuğunu öperken, kendi kendine şöyle demesi gerektiğini söylüyordu: “Belki de yarın öleceksin.” “Ama bunlar uğursuzluk getiren sözler.” “Hiç de değil,” diye yanıtladı Epiktetos, “Bunlar yalnızca doğal bir olayı dile getiren sözcükler; yoksa başakların biçildiğini söylemek de uğursuzluk getirirdi.”

 “dairesel yalnıızlıığğıın tadıınıı ççııkaran yusyuvarlak bir küüre” yapabilirsen, yalnızca yaşamakta olduğun anı, yani şimdiki zamanı yaşamak için çaba harcarsan, geri kalan zamanını ölünceye dek dinginlik ve sevecenlikle, içinde barınan koruyucu ruhla barış içinde geçirebilirsin.

Başaracağını sanmadığın şeyleri de yap. Çünkü sol el de, alıştırma yapmadığı için başka her şeyde yetersiz olmasına karşın, sürekli alıştırma sayesinde dizginleri sağ elden daha güçlü  kavrar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder